Translate

22 Nisan 2024 Pazartesi

İki, üç, daha fazla Lenin – 2



Bugün (22 Nisan) Lenin’in doğumunun 154. yıldönümü.


Daha önce 2024 yılını Lenin’in anısına “Lenin Yılı” olarak anacağımızı duyurmuştuk ve bu çerçevede Lenin’in ölümünün 100. yıldönümünde “İki, üç, daha fazla Lenin” başlıklı bir yazı yayınlamıştık. Okurlarımızla Lenin Yılı’nın ikinci etkinliğinde yeni bir makaleyle birlikte olmak istedik.


LENİN’DEN ÖĞRENDİKLERİMİZ


“İki, üç, daha fazla Lenin” sloganıyla sürdürdüğümüz “Lenin Yılı” etkinliklerimizin ikinci bölümünde Lenin’den öğrendiklerimize odaklanacağız. Elbette “Lenin’den öğrendiğimiz” çok şey var, burada öğrendiklerimiz arasında gündelik yaşamımızı en çok değiştirenlerin, yaşamımıza yön verenlerin üzerinde duracağız.


Lenin’in öğretileri içinde proletaryanın “öncü rolü”, muhtemelen bütün davranışlarımızı belirleyen en önemli ders oldu. Proletarya, sermayenin sömürdüğü diğer bütün toplum kesimlerine ve sınıflara, sermaye düzenine karşı mücadelede önderlik edecekti. Proletaryaya bu rol, üretim süreçleri içindeki konumları nedeniyle biçiliyordu.


Ancak proletaryanın bu tarihsel rolünü oynayabilmesi için bilinçlenmesi ve örgütlenmesi şarttı. Buradan proletaryayı bilinçlendirecek ve mücadelesini örgütleyen “parti” kavramına ulaşan Lenin, bize devrimci bir partinin niteliklerini, taşıması gereken temel özellikleri öğretti.


Lenin'in işçide "sendikal bilincin" kendiliğinden oluşabileceği, fakat "sınıf bilincinin" mutlaka dışarıdan aktarılması gerektiği tespiti, bize sınıf mücadelesinde partinin ne kadar önemli olduğunu anlatıyordu.


Parti sınıfın “en ileri unsurları”, bütün zamanını devrime adamış (profesyonel) devrimcilerden oluşmalıydı. Profesyonel devrimciler işçilerin “kurtarıcısı” olmayacak, “kendilerini kurtarmalarına” yardım edeceklerdi. Partiye üye alınırken kıl kırk yarılacak, fakat parti toplum içindeki tüm ezilen ve sömürülenlerle sıkı ilişkiler içinde olacaktı.


İşçi sınıfının kurtuluşu ancak “devrimle” mümkündü, fakat bu devrimin “koşulları” vardı. Her şeyden önce yönetilenlerin artık o güne kadar olduğu gibi yönetilmek istememeleri ve yönetenlerin de o güne kadar yönettikleri gibi yönetememeleri, yani ezeni de ezileni de etkileyen bir bunalım olmalıydı. Fakat bu koşullar yeterli değildi. Bu koşullar ancak işçi sınıfını devrime taşıyabilecek bilinç ve örgütlülükte bir partinin varlığında devrime giden kapıları açabilirdi.


GÜNÜMÜZDE LENİNİST PARTİYE GEREK VAR MI?


Sol literatüre bakıldığında 1980’li yıllara kadar solun gündeminin “ilk” maddesinin “devrim” olduğu apaçık görülebilir. Bu dönemde sol, devrime hangi sınıfın önderlik edeceğini, devrime hangi yoldan yürüneceğini, devrimin niteliğini (demokratik / sosyalist) tartışıyor, sol örgütler birbirlerinden bu sorulara verdikleri yanıtlara göre ayrılıyorlardı.


“Devrim”, 1980’lerden sonra liberalleşen solun gündeminden düştü. Elbette bunun birçok nedeni var, fakat en önemli nedenin, artık “devrimin” solun gündeminin ilk sırasında yer almaması olduğunu düşünüyoruz. Eğer “devrim” gündeminizin ilk sırasında değilse, devrimci bir partiye de, Lenin’in devrimci parti öğretisine de gerek duymazsınız.


Günümüzde Leninist parti anlayışından uzaklaşarak, burjuva partiler gibi örgütlenen ve siyaset yapan sosyalist partiler, Lenin’in partisi gibi “durum değerlendirmesi” yapamıyor, işçi sınıfına yol gösteremiyor, önderlik edemiyor.


21. yüzyılın ilk çeyreğini tamamlarken, Lenin’in devrimci parti öğretisinin en az 1900’lerin başlarında olduğu kadar güncel ve önemli olduğunu düşünüyoruz.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder