Translate

18 Temmuz 2020 Cumartesi

Üniversiteler artık bilim yuvası değil


Üniversite sözcüğü Latince bir araya gelmiş bir grup insanı tanımlayan “universitas” sözcüğünden türetilmiştir. Sözcük ilk olarak ortaçağda oluşan loncaların “usta – çırak” ilişkileri bağlamında kullanılmış, çırağına meslek öğreten ustanın, sürecin sonunda mesleği bağımsız icra etme yetkisi (derecesi) bağışlamasından esinlenilerek “derece veren kurum” anlamını kazanmıştır.

 

Fas’ta 859 yılında örgütlenen Al Quaraouiyine Üniversitesi’nin tarihteki ilk üniversite olduğu kabul edilir. 11. yüzyılın sonlarında örgütlenen Bologna, Paris ve Oxford Üniversiteleri de, Avrupa’nın en eski üniversiteleridir. Ancak bu kurumları, adlarının önündeki “üniversite” sözcüğüne takılarak birer “bilim” kurumu olarak görmek doğru değildir. Ortaçağ üniversiteleri din adamları ile kralların denetimindedir ve bilimin değil inancın egemen olduğu bu okullar “tarikatlar” arasında paylaşılmıştır.

  

Üniversitelerin dinin boyunduruğundan kurtarılıp, bilim yuvaları haline getirilmesi oldukça yenidir. 18. yüzyıla doğru üniversiteler dışında, bilimsel derneklerde örgütlenen bilim insanları, ortaçağ üniversitelerine karşı büyük bir mücadele yürütmüşlerdir. Bu derneklerin ilklerinden olan Lincei Akademisi’nin üyelerinden Galileo’nun mücadelesi, bilim tarihinde önemli bir yere sahiptir.

 

Üniversiteler Fransız Devrimi’nden sonra kralların ve dinsel kurumların denetiminden çıkartılarak “özerk” yapılar haline geldiğinde “bilim kurumu” kimliği kazanmıştır. Yirminci yüzyılda dünyanın birçok coğrafyasında ve Türkiye’de, ülkelerdeki sınıf mücadelesinin düzeyine paralel olarak şu veya bu ölçüde idari, mali ve akademik özerkliğe sahip üniversiteler örgütlenmiştir.

 

Yirminci yüzyılın son çeyreğine kadar “bilim yuvası” kimliklerini koruyan üniversiteler, Reagan – Thatcher ekürisi liderliğinde başlatılan neoliberal saldırı karşısında, önce Türkiye gibi çevre ülkelerde ve yirmi-birinci yüzyılda giderek merkez ülkelerde göreli özerk yapılarını yitirmeye, sermayenin egemenliğine  girmeye başlamışlardır.

 

Türkiye’de hiçbir zaman mali özerklik kazanamayan üniversiteler, 1980 darbesiyle oluşturulan Yüksek Öğretim Kurumu ile idari ve AKP iktidarı döneminde akademik özerkliklerini de yitirerek “bilim kurumu” olmaktan çıkmış, birer “devlet dairesi” halini almışlardır. Bu süreçte bilim insanları da “devlet memuru” haline getirilmişlerdir.  

 

Günümüzde adrese teslim kadro ilanlarıyla üniversitelerin verdiği derecelerin “bilimselliği” tartışmalı hale gelirken, ekranlarda hemen her konuda birinin ak dediğine, diğeri kara diyen profesörleri gören yurttaşlarda da, bilim insanlarına ve giderek “bilime” karşı güvensizlik gelişmeye başlamıştır. Toplum içinde Karataycılar, Dizdarcılar gibi “taraftar gruplarının” oluşması utanç vericidir. Her gün daha çok insanın sağlık sorunlarına çareyi bilim yerine, üfürükçülerde araması, birçok tıp fakültesi mezununun hekimliği bırakarak “şifacılığa” soyunması tesadüf değildir.

 

Geleneksel olarak “kürsülerinde” görmeye alıştığı ağırbaşlı üniversite profesörlerini, ekranlarda kendisine mal, ideoloji veya hizmet pazarlama çabası içinde gören insanların sadece bilim insanlarına değil, bilime de saygısının kalmamasını yadırgamamak gerekir. Ekranda topluma başka, derste öğrencisine ve asistanlarına başka “bilgiler” veren profesörler, yalnız kendi saygınlıklarını değil, üniversitenin ve bilimin de saygınlığını ayaklar altına almaktadır. Artık köy kahvelerinde insanlar bol keseden atanlara “bize profesörlük yapma” demeye başlamıştır. 

 

Son olarak, Covid 19 pandemisi sürecinde türeyen medya profesörleri, birbirleriyle çelişen açıklamalarıyla kendilerini ve sevdiklerini hastalıktan korumaya çalışan çaresiz insanların kafalarını karıştırırken, iktidarın şimşeklerini üstlerine çekmekten korkan tıp fakültelerinin de ağızlarını açmadıkları bir süreçten geçiyoruz. Bu süreçte Kayıhan Pala gibi bilim insanı sorumluluğuyla toplumu bilgilendirme cesareti gösterebilen akademisyenler soruşturmalara maruz kalıyorlar.

 

Bugün hâlâ bilim alanında kariyer yapmak isteyenlerin üniversitelere girmeye çalışmaları, genç bilim insanlarının geleceklerini toplumun gözünde değersizleşmeye başlayan üniversitelerde arıyor olmaları kimseyi aldatmasın. Bunlar da toplumun içinde bulunduğu “çaresizliğin” ürünleridir. Ancak bir yandan da, aynı ortaçağın sonlarında olduğu gibi, bilimin “biat eden” üniversiteler dışında örgütlenmeye ve bilim insanlarının üniversiteler dışında akademilerde toplanmaya başladığı gözleniyor.

 

Elbette yeniden Galileo gibi her şeye rağmen dünyanın döndüğünü söyleme cesareti gösterecek bilim insanlarının sayılarının artacağı ve üniversitelerin yeniden bilim yuvaları haline getirileceği günler gelecek. Tarih bütün karanlıkların eninde sonunda aydınlığa çıktığının kanıtlarıyla dolu. Bilimin üzerindeki sis perdesi ne kadar kalın olursa olsun, bir gün mutlaka kalkacak. Geriye sadece biat eden üniversitelerin, sözde bilim kurullarının utancı kalacak.


Akif Akalın


https://www.yurtseverlik.com/halk-sagligi-uzmani-dr-akif-akalin-yazdi-kayihan-pala-gercegi-universiteler-artik-bilim-yuvasi-degil.html 

  



2 yorum: