Geçen yılın ilk aylarında kaleme
aldığımız yazılarda, pandeminin faturasının emekçilere çıkacağından endişe
ettiğimizi belirtmiştik.
Maalesef endişelerimizin gerçekleştiği Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (UÇÖ)
pandeminin çalışma yaşamı üzerine etkilerini değerlendirdiği son raporunda
açıkça ifade edildi.
Rapora göre dünyada emekçilerin yüzde
94’ü “kapanma” süreçlerinden etkilendi ve milyonlarca emekçi işlerini yitirdi. Emekçiler
2020 yılının ilk üç ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 10,7 gelir
kaybı yaşadılar. Emekçiler arasında en çok kol gücüyle çalışan emekçiler ve
kadın emekçiler etkilendi.
Pandeminin çalışma yaşamı üzerindeki en önemli etkilerinden biri de, işverenlerin fırsattan istifade ederek emekçiler için çalışma koşullarını ağırlaştırması oldu. Gerçi dünyanın hemen her yerinde emekçiler 1990’lardan beri büyük hak kayıpları yaşıyorlardı, fakat pandemi bunların üzerine sözcüğün tam anlamıyla “tüy dikti”.
HAK KAYIPLARI
2020 yılında emekçiler için
güvencesiz çalışma, düşük ücret ve sosyal haklardan yoksunluk “kural” haline
gelmeye başladı. Geçmişte daha çok geri bıraktırılmış ülkelere özgü olduğu
düşünülen bu koşullara, artık metropollerde de rastlamak şaşırtmıyor.
UÇÖ geçtiğimiz Ekim’de yayınladığı
başka bir raporda,
dünya nüfusunun yalnızca yüzde 45’inin “bir şekilde” sosyal güvenceye sahip
olduğunu, yüzde 55’inin, diğer bir ifadeyle 4 milyar insanın hiçbir sosyal
güvencesi bulunmadığını açıkladı. Dahası “kağıt üzerinde” sosyal güvenceye
sahip görünen insanların bir kısmı, pratikte bu haklarını kullanamıyorlar.
Bugün dünyada çocuk yardımından
yalnızca üç çocuktan biri yararlanabiliyor. Doğum yapan kadınların (lohusa) yalnızca
yüzde 41’i doğum yardımı, beş işsizden sadece biri işsizlik aylığı alabiliyor. Dört
engelliden ancak birine engelli aylığı bağlanıyor.
İşçi sınıfının uzun mücadeleler
sonucu kazandığı “emeklilik hakkı”, henüz diğer haklar kadar erozyona uğramadı.
Dünyada hala üç emekçiden ikisi emekli aylığı alabiliyor, fakat emekli aylıkları
son yıllarda yaşam pahalılığı karşısında önemli ölçüde eridi. Dünyanın birçok
ülkesinde emekliler geçinebilmek için yeniden çalışma yaşamına girmek zorunda
kalıyor.
Yukarıdaki rakamlar bize dünyada
çalışma koşullarının emekçiler için hızla 19. yüzyıldaki çalışma koşullarına
döndüğünü anlatıyor ve pandemi bu süreci daha da hızlandırdı.
21. yüzyılın işçisi, 19. yüzyıl
işçisi gibi Maslow piramidinin “tabanına” sıkıştı. Asgari ücret yalnızca
Türkiye’de değil, dünyanın birçok ülkesinde “ortalama ücret” haline geldi.
Artık işçilerin çoğu yirminci yüzyıldaki gibi daha iyi bir ev, araba,
çocuklarına daha iyi eğitim için değil, aç karınlarını doyurmak, başlarını bir
dam altına sokmak ve sağlık hizmetine erişim için mücadele ediyor.
Bu durum işçilerin ruh sağlığında da
kendisini göstermeye başladı. Umutsuzluk içindeki emekçiler aynı 19. yüzyıl
işçileri gibi madde ve alkol bağımlılığı, akıl sağlığı sorunları ve
intiharlarla boğuşuyor. Öyle ki son yıllarda literatüre yeni bir kavram girdi: “umutsuzluk
hastalıkları / ölümleri” (deaths of despair).
UMUTSUZLUK HASTALIKLARI / ÖLÜMLERİ
ABD’de 21. yüzyılın ilk on yılında
orta yaş ve üzeri “beyaz” işçilerde alkol / uyuşturucu madde ve intihar
kaynaklı ölümlerin hızla artması araştırmacıların dikkatini çekti. 1995 yılında
bu nedenlerden ölümlerin toplamı yılda 65 bin iken, 2018’de 158, 2019’da 164
bine çıktı. Araştırmacılar umutsuzluk ölümlerinin pandemi sürecinde yüzde 10 –
60 düzeyinde arttığını belirtiyor.
ABD’de intihar hızı 1990’da yüz binde
10,5 iken, 2018’de yüzde 35 artarak 14,2’ye yükseldi. 2017 yılında 47.173 ABD’li
intihar ederek yaşamına son verdi ve ABD’de intiharlar en sık görülen ilk 10
ölüm nedeni arasına girdi.
Japonya’da da 2018 yılında 13.850
kişi intihar ederek yaşamına son verdi. Araştırmacılar pandemi sürecinde Temmuz
– Ekim ayları arasında intihar hızının yüzde 16 arttığını tespit ettiler.
14 Ocak 2021’de Vancouver Sun’da
yayınlanan bir makale, Kanada’nın British Columbia eyaletinde 2020 yılında
1.550 erkek işçinin yaşamını aşırı uyuşturucu kullanımı nedeniyle yitirdiğini
yazdı.
Maalesef elimizde Türkiye’deki “umutsuzluk
ölümlerine” ilişkin veri yok. Ancak bu konuda Türkiye’de durumun dünyanın geri
kalanından çok farklı olabileceğini düşünmüyoruz. 2000’li yılların başında
yılda ortalama 2 bin kişi yaşamına intihar ederek son verirken, bu rakam 2017
yılında 3.168’e yükselmişti. Pandemi sürecine ilişkin verilere ancak önümüzdeki
yıl ulaşabileceğiz.
İŞÇİ SINIFI KÜLLERİNDEN YENİDEN DOĞABİLİR Mİ?
Şüphesiz bu gelişmelerin yaşanmasında
bireyci ideolojileri benimseyen dünya emekçilerinin “örgütsüzlüğünün” rolü
büyük. 21. yüzyılda, yirminci yüzyılın sermayeyi tir tir titreten sendikaları
yok. Örneğin Türkiye’de 1970’lerde meydanları “DGM’yi ezdik, sıra MESS’de” diye
inleten işçileri artık ancak eski Yeşilçam filmlerinde görebiliyoruz.
O günler geri gelebilir mi, yirminci yüzyılda
kazanılan haklar yeniden kazanılabilir mi? İşçi sınıfı küllerinden yeniden
doğup, sermayeyi yirminci yüzyıldaki gibi tavizler vermeye, emekçilerin çalışma
ve yaşam koşullarını iyileştirmeye zorlayabilir mi? Bunlar yanıtlanması oldukça
zor sorular.
Belki de bu sorulardan önce şu soruya
yanıt aramak gerekiyor: Dünyada ve Türkiye’de işçiler ve emekçiler 1970’lerden
itibaren neden sendikalara ve emekten yana siyasi partilere sırtlarını döndüler?
Neden dünyada 1910 – 1970 arasında yüzde 6’dan 60’lara yükselen sendikalaşma
hızı, 1970’lerden sonra hızla gerileyerek yeniden 1910’lardaki düzeylere indi? Neden
20. yüzyılda dünyanın birçok coğrafyasında sol partileri iktidara taşıyan
işçiler, şimdi Erdoğanların, Trumpların, Putinlerin peşinden gidiyor?
Hekimlikte bir deyiş vardır: “teşhis
tedavinin yarısıdır”. Bir hastalığı tedavi edebilmek için önce teşhis etmeniz
gerekir. Bu nedenle emekçilerin sola, sendikalara, kooperatiflere neden sırt
çevirdiği sorusunun yanıtını bulamazsak, işçilerin küllerinden yeniden doğuşunu
görmek için korkarım çok uzun yıllar beklemek zorunda kalacağız.
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder