“5. Uluslararası ve 23. Ulusal Halk
Sağlığı Kongresi” bu hafta pandemi nedeniyle internet üzerinden
gerçekleştiriliyor. Kongre ana temasını “Değişen Dünyanın Öncelikleri: İklim
Krizi, Afetler, Göçler, Eşitsizlikler ve Toplumsal Dirençlilik” olarak belirlemiş.
Kongre başkanı Prof. Dr. Bülent Kılıç
bu seçimin gerekçesini şöyle açıklıyor: “21. yüzyılın halk sağlığı alanındaki
en önemli sorunları giderek derinleşen iklim krizi, afetler, savaşlar, göçler,
artan eşitsizlikler, kronik hastalık epidemileri ve yeni/yeniden ortaya çıkan
bulaşıcı hastalıklardır”.
Bu durum hiç şaşırtıcı değil, çünkü bu konular “Halk Sağlığı” disiplininin varlık nedenleri. Halk Sağlığı, 18. yüzyılın sonunda “yoksulluğu” ve 19. yüzyılda “çalışma ve yaşam koşullarının” sağlık üzerine etkilerini tartışarak tıp içinde bir disiplin haline geldi.
Halk Sağlığı disiplininin kurucusu
olarak kabul edilen Alman hekim Johann Peter Frank’ın 1790 yılında Pavia
Üniversitesi’nde düzenlenen bir mezuniyet töreninde yaptığı “De populorum
miseria: morborum genitrice” (Halkın sefaleti: hastalıkların anası) başlıklı
konuşması, tarihte ilk kez yoksulluğun hangi mekanizmalar üzerinden
hastalıklara ve vakitsiz ölümlere yol açtığını ortaya koydu.
Halk Sağlığı bir tıp disiplini
olmasına rağmen, kendisini asla hastanelerle ve laboratuvarlarla sınırlamadı.
Daima “sosyal adalet” ve “insan hakları” kavramları ile iç içe oldu. Rudolf
Virchow’un “Der Arzt ist der natürliche Anwalt der Armen” (Hekim yoksulların
doğal avukatıdır) öğüdüne uyarak, “tıbbın vicdanı” oldu.
Aydınlanmacı gelenek ve 1789 Fransız
İhtilali, tıp içinde bir Halk Sağlığı disiplini oluşmasına beşiklik etti. Bunu
Halk Sağlığı’nın daha emekleme dönemlerinden itibaren kendisine Avrupa’nın
yoksul mahallelerini ve fabrikaları “çalışma alanı” olarak seçmesinde apaçık
görmek mümkün. Buralarda yaşayan ve çalışan insanların diğerlerinden daha kısa
ve daha sağlıksız bir ömür sürmeleri Halk Sağlığı’nı her zaman rahatsız etti.
Halk Sağlığı disiplininin en temel
ilkesi “eşitliktir”. Halk Sağlığı için sağlıkta eşitsizlikler asla ve hiçbir
gerekçeyle kabul edilemez. Halk Sağlığı bugünlerde bu nedenle Afrikalı
yoksulların da COVID 19 aşısına erişebilmesi için, pandemiden yoksulların ve
toplumların dezavantajlı kesimlerinin daha fazla zarar görmemesi için mücadele
ediyor.
Halk Sağlığı disiplininin diğer bir ilkesi
de, sağlığı bir “hak” olarak görmesidir. Buna göre her insanın sağlıklı bir
yaşam sürdürmeye, potansiyellerini sonuna kadar kullanmaya hakkı vardır. Daha
sonra çeşitli toplumsal hareketler bu yaklaşımı “sağlık hakkı” mücadelesi
biçiminde örgütleyerek, sosyal mücadelenin bir parçası haline getirdiler.
Sağlık hizmeti önündeki engellerin
kaldırılarak, herkesin sağlık hizmetlerine eşit ve ücretsiz erişiminin
sağlanması, başından beri Halk Sağlığı disiplininin sahiplendiği ve yaşama
geçirilmesi için mücadele ettiği bir çabadır.
Halk Sağlığı her şeyi “eşitlik”
terazisinde tartar ve sağlıkta eşitsizliklere yol açan, açabilecek her şeyin
karşısında durur. İklim krizinden afetlere, savaşlardan göçlere, kronik
hastalık salgınlarından bulaşıcı hastalıklara bütün felaketlerden toplumun
yoksul ve dezavantajlı kesimlerinin daha fazla (eşitsiz) etkilenmelerine, zarar
görmelerine itiraz eder. Yoksulların bu felaketlerden neden “orantısız”
etkilendiklerini araştırır ve çözümler üretmeye çabalar.
Şüphesiz Halk Sağlığı’nın iki yüzyılı
aşan tarihinde kimi karanlık sayfalar da var.
Bunlardan birincisi, Halk Sağlığı
disiplininin Avrupa’da etkisini hissettirmeye başladığı dönemde ortaya çıkan
“gericilik yıllarında” yaşandı. Bu dönemde sağlığın sosyal belirleyicilerine
vurgu yapan Virchow gibi aydın hekimler sürgünlere maruz kalırken, tıp ortamına
“mikrop kuramı” ile birlikte gelişen “magic bullet” (sihirli mermi)
epidemiyolojisi hakim oldu.
Halk Sağlığı disiplini, hastalıkların
etiyolojisinde insanların çalışma ve yaşam koşullarına gözlerini yuman ve
sağlığa biyomedikal yaklaşımı egemen kılan sihirli mermi epidemiyolojisine
karşı, “çok – faktörlü” epidemiyoloji yaklaşımını geliştirdi. Bu mücadelenin
sonucunda, sağlığı yalnızca hastalık ve sakatlığın yokluğu değil, aynı zamanda
bedensel, ruhsal ve sosyal bakımdan tam bir iyilik hali olarak gören anlayışın
kabul edilmesi sağlandı.
Halk Sağlığı tarihindeki ikinci
karanlık sayfa, 20. yüzyılın dünyaya “bireyci ideolojilerin” egemen olduğu son
çeyreğinde yaşandı. Bu dönemde egemen olan “risk faktörü” epidemiyolojisi ve yirmi
birinci yüzyılda “moleküler” epidemiyoloji, sağlığı yine sosyal boyutundan
soyutlamaya çabaladı.
Halk Sağlığı disiplini bu saldırıları
da, risk epidemiyolojisinin bütün varsayımlarını çürüterek, moleküler epidemiyolojinin
yetersizliklerini ortaya koyarak ve 1990’lardan itibaren “sağlıkta eşitsizlikler”
temasını öne çıkartarak, 21. yüzyılın başlarında Dünya Sağlık Örgütü’nde
Sağlığın Toplumsal Belirleyicileri Komisyonu’nu örgütleyerek püskürtmeyi
başardı.
Elbette bugün mücadele sona ermedi.
Halk Sağlığı’nın yoluna “tıbbın vicdanı” olarak devam etmesi için mücadele
edenler, dün olduğu gibi bugün de “sosyal adalet” ve “insan hakları” kavramlarına
dört elle sarılıyor, güçlerini ve toplumsal meşruiyetlerini bu kavramlardan
alıyorlar.
Kongre’yi düzenleyen ve Türkiye’de her
şeye rağmen Halk Sağlığı’nda Virchowcu geleneği yaşatmaya çabalayan Halk
Sağlığı Uzmanları Derneği’ni (HASUDER) selamlıyorum.
Sağolasın Akif. Halk sağlığının işlevi ancak bu kadar doğru şekilde anlatılabilirdi.Seni kongremizde görmek, dinlemek bize yeni ufuklar kazandırdı. Sevgiler
YanıtlaSilSayenizde hocam. Çok teşekkür ederim.
Sil