Translate

10 Eylül 2024 Salı

Madencilik ve sağlık

 


(Bu yazı 9 – 10 Eylül 2024 tarihlerinde Çanakkale ve Kepez’de düzenlenen “Kazdağlarında Madencilik Gerçeği: Madenciliğin Tarım, Çevre ve İnsan Sağlığı Üzerindeki Etkileri” panelleri için hazırlanmış olup, PPT sunumla birlikte değerlendirilmiştir.)

İnsanın dünya üzerindeki serüveni içinde madenciliğin tarihi 43 bin yıl öncesine kadar uzanıyor. Bilimsel analizler Afrika kıtasının güneyinde (Esvatini’de) bulunan bir mağaranın, tarihteki ilk maden ocağı olabileceğine işaret ediyor. Atalarımız burada oksitlenmiş demir cevherinden kırmızı boya elde etmişler.

Coğrafyamızda madenciliğin geçmişi ise günümüzden 9 bin yıl öncesine kadar uzanıyor. Diyarbakır’a bağlı Ergani ilçesi sınırları içinde bulunan Çayönü bölgesinde, bilinen ilk bakır madeninin işletildiğini görüyoruz.

İnsanlık yer kabuğundan maden çıkartmanın sağlık üzerine etkilerini de en az 2 bin 500 yıl önce fark etmiş. Hipokrat MÖ 400 yıllarında maden ocaklarında çalışanlarda görülen kurşun zehirlenmesini, hemen hemen günümüzde tıp kitaplarında anlatıldığı gibi tanımlamış.

Yine günümüzden 2 bin yıl kadar önce Roma’da Yaşlı Plinus, maden çıkartma süreçlerinde açığa çıkan tozların işçilerde solunum sistemi rahatsızlıklarına yol açtığını, bunu önlemek için maden işçilerinin maske takmaları gerektiğini yazmış.

1700’lü yıllara gelindiğinde ise madenlerin insan sağlığı üzerine etkilerinin artık tıp eğitimine girdiğini ve Ramazzini’nin hekimlere, hastalarının mesleklerini sormalarını tavsiye ettiğini görüyoruz. Madencilik çalışmalarında ortaya çıkan tozların ve çeşitli metallerin insan vücuduna girdiğinde yarattığı sorunlar en az 300 yıldır belgeleniyor.

Yani madenciliğin insan sağlığı üzerindeki etkilerini, bunlardan korunmak için neler yapmak gerektiğini çok uzun zamandır biliyoruz. Ancak bu bilgilerimizden yeterince yararlanabildiğimizi ve madenciliğin insan sağlığı üzerine olumsuz etkilerinden korunabildiğimizi söyleyebilmek çok güç.

Tabii birçokları bu konunun Kösedere domatesi, Ezine peyniri, Bayramiç beyazı gibi tarımsal ürünleriyle, Truva antik kentiyle, Assos’un serin sularıyla tanınan Çanakkale için anlam ve önemini değerlendiremeyebilir. Oysa Çanakkale’nin maden haritasına bakıldığında, Bozcaada hariç bütün ilçelerinde çeşitli madenler bulunduğu görülür. Çanakkale’de çok sayıda maden işletmesi faaliyet gösteriyor.

Madenciliğin insan sağlığı üzerindeki etkileri kabaca iki başlık altında ele alınabilir. Bunlardan birincisi İşçi Sağlığı ve Güvenliği çerçevesinde, madenciliğin madenlerde çalışan işçilerin sağlığı üzerine etkileridir. Ancak biz burada daha çok Çevre Sağlığı çerçevesinde, madenciliğin maden bölgesinde yaşayan insanların sağlığı üzerindeki etkilerini ele alacağız.

Genellikle kömür, uranyum veya altın madenciliği gibi belirli madencilik etkinliklerinin insan sağlığı üzerinde diğer madencilik çalışmalarına göre daha olumsuz etkileri olacağı düşünülür. Bu düşünce bir ölçüde doğrudur, ancak aslında bütün madenler insan sağlığı üzerinde yıkıcı ve ölümcül etkilere sahiptir. Nitekim yasalar maden işletmelerini, çıkartılan maden türünden bağımsız olarak, “en tehlikeli” iş yerleri olarak tanımlıyor.

Türkiye’de 4 Haziran 1985 tarihinde kabul edilen ve 15 Haziran 1985’te Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 3213 sayılı Maden Kanunu, madeni “yer kabuğunda ve su kaynaklarında tabii olarak bulunan, ekonomik ve ticarî değeri olan petrol, doğal gaz, jeotermal ve su kaynakları dışında kalan her türlü madde” olarak tanımlıyor.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi bütün madencilik etkinlikleri, söz konusu madenin türünden bağımsız olarak insan sağlığı üzerine ölüme kadar varan etkiler ortaya koyar. Bu etkiler madencilik faaliyetinin “bütün aşamalarına” yayılmıştır.

Madenciliğin ilk aşaması “maden arama” çalışmalarıdır. Bu kapsamda yapılan jeolojik çalışmalar sürecinde sondajlar gerçekleştirilir. Geçtiğimiz yıllarda Ayvacık ilçesinde uranyum madeni için yapılan sondajlar, bölge sakinlerini çok telaşlandırmıştı. Sondajlar sırasında açığa çıkabilecek Radon gazının akciğer kanserine yol açabildiği biliniyor. İnsanlar çok haklı olarak yaşadıkları yerde sondajlar yapılmasını istemediler.

Yine “hazırlık sürecinde” yer altı madenlerinde galeriler hazırlanması ve açık ocak madenlerinde çalışma alanının yüzeyindeki bitkisel toprağın alınması için delme - patlatma veya özel kazı yöntemleri kullanılır.

Madencilik jargonunda “ekonomik değerinin olmadığına” inanılan toprak ve kayalara “pasa” denir ve maden yakınlarındaki “boş” alanlara taşınarak depolanır. Daha maden işletmeye tam olarak açılmadan gerçekleştirilen bu “hazırlık” çalışmaları dahi, madene yakın bölgelerde yaşayan insanların sağlıkları için ciddi tehlikeler barındırırlar.

Hazırlık çalışmalarından sonra cevher bulunduğu yerden çıkartılır, kullanılabilir hale getirmek için hazırlanır ve gerekirse zenginleştirilir. Son olarak kullanılacağı veya satılacağı yere taşınır.

Cevheri parçalarken kullanılan yöntemler toz çıkmasına, gürültüye, hava şokuna ve vibrasyona yol açar. Bunların her biri insan sağlığına zararlı fiziksel etkilerdir. Yine cevher hazırlama işlemleri de (kırma, öğütme, eleme, sınıflandırma, katı - sıvı ayrımı), insan sağlığı için zararlı etkiler üretir.

Madencilik oldukça “gürültülü” bir etkinliktir. Gürültüye uzun süre maruziyet birçok sağlık sorununa yol açar. 90 dB üzerindeki gürültüye uzun süre maruz kalmak işitme kaybıyla sonuçlanabilir. Yine maden yakınlarında yaşayanların madenden gelen gürültüye uzun süre maruz kalmaları, başta uyku bozuklukları ve dikkat kaybı olmak üzere çeşitli psikolojik sorunlara yol açar.

Bazı cevherler fiziksel (ayırma, ayıklama vb), kimyasal, fizikokimyasal (flotasyon, flotulasyon vb) ve biyokimyasal yöntemlerle (siyanürleme, liç uygulamaları vb) “zenginleştirilirken”, sağlığa zararlı süreçler ortaya çıkar.

Son olarak cevher elde edildikten sonra “geriye kalanlar”, yani “atıklar”, madenciliğin neden olduğu en önemli halk sağlığı sorunlarından birini oluşturur. Artık cevher içermeyen, fakat insan sağlığı için birçok zararlı madde içeren atıklar, başta bölgede yaşayanlar olmak üzere bütün insanların sağlığı için yıllarca sürecek tehdit oluştururlar.

Bunun bölgemizdeki canlı örneklerinden biri Balıkesir – Balya’daki kurşun madenidir. 1868 yılında hizmete açılıp, 1940 yılında faaliyetine son verilen maden ocağının atıkları, maden ocağının kapanması üzerinden 84 yıl geçmiş olmasına rağmen hala bölgede yaşayan insanların sağlığını tehdit etmeye devam ediyor. Maden atıklarına kuş uçuşu 51 kilometre uzakta bulunan Manyas gölü, hala bu atıklardan süzülmeye devam eden ağır metallerle kirleniyor.

Bu noktada özellikle Asidik Maden Gölleri üzerinden insan sağlığına etkilerin altı çizilmelidir. Madenlerden çıkartılan topraklarda bulunan sülfitlerin oksitlenmesiyle oluşan sülfürik asitli sular, kendi başlarına sağlığa zararlı oldukları gibi, aynı zamanda toprak içinde bulunan ağır metallerin de serbestleşmesine ve sulara karışmasına neden olurlar. Ağır metaller çeşitli yollarda insan vücuduna girdiklerinde ciddi sağlık sorunları yaratırlar.

Örneğin Kadmiyum, böbreklerde, dolaşım ve solunum sistemlerinde sorunlar yaratır, akciğer ve prostat kanserlerinde artışlara ve ani ölümlere yol açar. Kurşun özellikle çocuklarda zekâ geriliği, öğrenme güçlüğü, konsantrasyon bozukluğu, davranışsal bozukluklar, sindirim sistemi sorunları yaratır. Arsenik de çocuklarda kalp hastalıklarına, kan hücrelerinde hasara, kanserlere ve şeker hastalığı görülme sıklığında artışa neden olur.

Bütün madencilik etkinliklerinin en önemli olumsuz etkisi olan toz emisyonu, en çok patlatma, sökme, kazıma, yükleme, boşaltma, nakil, kırma - eleme ve depolama süreçlerinde ortaya çıkar ve mikronla ölçülebilecek kadar küçük toz parçacıkları atmosfere yayılır. Yine patlamalar sırasında toprakta bulunabilen kurşun, cıva, nikel, kadmiyum, arsenik, antimon gibi ağır metaller de tozlarla birlikte atmosfere karışır.

Ekskavatörler, kamyonlar, yükleyiciler, greyder, silindir gibi makineler ve donanımların tükettiği yakıtlar da, madencilik çalışmaları nedeniyle hava kirliliğine neden olan NOx, SOx ve CO emisyonlarının başlıca kaynağıdır.

Başta solunum ve dolaşım sistemleri üzerine olmak üzere bütün vücudu etkileyen önemli hastalıklara ve kanserlere yol açan toz maruziyeti, madenciliğin en önemli sorunudur.

Madencilik faaliyetleri sonucu toprakta biriken ağır metaller (kurşun, kadmiyum, cıva, arsenik gibi), bitkiler tarafından büyüme süreçlerinde kökleri aracılığıyla su ve besin maddeleri ile emilirler. Emilen ağır metaller yapraklara, meyvelere diğer bitki kısımlarına taşınırken, bazı metaller bitkide birikebilir. Ağır metallerin biriktiği bitki kısımları insanlar veya hayvanlar tarafından yenildiğinde, bu metaller besin zinciri yoluyla insan vücuduna geçer. Aynı zamanda, bu bitkilerle beslenen hayvanların et, süt ve yumurta gibi ürünleri de ağır metaller içerebilir.

Bu süreç, insan sağlığı açısından ciddi riskler taşıyabilir. Ağır metallerin vücutta birikmesi, sinir sistemi hasarı, böbrek fonksiyon bozuklukları, bağışıklık sistemi sorunları ve kanser gibi çeşitli sağlık sorunlarına yol açabilir. Örneğin kadmiyum, pirinç bitkisinin kökleri tarafından emilir ve tanelerinde birikir. Yenildiğinde insan vücudunda birikebilir ve böbrek hasarına, kemik erimesine ve kansere neden olabilir. Marul, ıspanak gibi yeşil yapraklı sebzeler, kurşunu topraktan emerek yapraklarında biriktirir. Kurşun içeren sebzelerin yenmesi, özellikle çocuklarda nörolojik gelişim sorunlarına, öğrenme güçlüklerine ve davranış bozukluklarına yol açabilir.

Maden işletmecilere bu kaygılarınızı dile getirdiğinizde, genellikle “geçmişten ders aldıklarını” ve artık yeni teknolojiler kullanarak madenlerin çevrede yaşayan insanlara verdiği zararın yok denecek düzeylere indirildiğini söylerler. Oysa çevre düzenlemeleri ve bu düzenlemelerin uygulama ve denetiminin Türkiye’ye göre çok daha iyi olduğu bilinen ABD’de, 2017 yılında ABD Kongresi için hazırlanan bir raporda (US Gold Mines: Spills and Failures Report) ABD’deki altın madenlerinin “hepsinde” en az bir sızıntı yaşandığını ve bu sızıntılardan yüzde 74’ünün kontrol altına alınamayıp, çevreye zarar verdiği belirtiliyor.

Maalesef elimizde Çanakkale bölgesindeki madencilik etkinliklerinin Çanakkalelilerin sağlığı üzerine etkilerini ortaya koyan bilimsel çalışmalar yok. Ancak Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan sağlık istatistikleri, oluşmaları ve gelişmelerinde çevresel faktörlerin büyük rol oynadığını bildiğimiz kanserler, solunum ve dolaşım sistemi hastalıkları nedeniyle ölümlerin Çanakkale’de, Türkiye ortalamasının çok üzerinde görüldüğünü gösteriyor.

Geçmişte Çanakkale İl Sağlık Müdürlüğü’nün Ayvacık ilçesinin köylerinde yaptığı bir araştırma da, bu ilçeye bağlı bazı köylerde kanser ölümlerinin Türkiye ortalamasının iki katına eriştiği görülüyor.

Sağlık Bakanlığı’nın 2024 yılında yayınlanan Sağlık İstatistikleri Yıllığı’nda, Çanakkalelilerin kişi başına yılda 11,1 kez hekime başvurduklarını ve bu oranın da Türkiye ortalamasının çok üstünde olduğunu görüyoruz.

Elbette bunları Çanakkale’deki madencilik etkinliklerine doğrudan bağlamak mümkün değil, fakat en azından Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda ciddi bir araştırma yapması gerekmediğini de kimse söyleyemez.

Son olarak 13 Şubat 2024 tarihinde yaşadığımız İliç maden “faciasını” anımsayalım. Erzincan İliç’te 13 Şubatta Anagold Madencilik liç sahasında toprak kayması yaşanmış, 9 işçi toprak altına kalarak “işçi cinayetine” kurban verilmiş ve tonlarca siyanür ve sülfürik asit Fırat havzasına karışmıştı.

Bu faciada ölen işçilerin bir iş kazası sonucu değil, cinayet ile öldürüldüğünü düşündüren gelişmeler yıllar öncesine uzanıyor:

Kayıtlara bakıldığında 2010 yılında Anagold Madenciliğe 34 milyon tonluk bir liç alanı için ruhsat veriliyor, ancak şirket dört yıl sonra kapasitenin iki katından fazla arttırılmasını talep ediyor. Şirketin talebi kabul edilerek liç alanı kapasitesi 73 milyon tona çıkartılıyor, fakat şirket 2021 yılında tekrar kapasitenin arttırılmasını talep ediyor ve kapasite 85,3 milyon tona yükseltiliyor.

Bu arada 21 Haziran 2022’de siyanür taşıyan boru patlıyor ve şirketin faaliyeti 6 gün durdurularak, 16 milyon TL ceza veriliyor. Türk Tabipleri Birliği (TTB) şirket hakkında 11 Temmuz’da suç duyurusunda bulunarak şirketin ruhsatının iptal edilmesini talep ediyor. Savcılık 30 Kasım’da “kovuşturmaya yer yok” diyor.

Birkaç ay sonra şirket 2023 başında yine liç alanının kapasitesinin arttırılmasını talep ediyor. Meslek kuruluşlarının bütün itirazlarına rağmen liç kapasitesinin arttırılması için “Çevre Etki Değerlendirmesi” gerekli değil deniyor ve yine onay veriliyor. Bu arada liç tepesi 250 metreye ulaşıyor.

TMMOB ve TTB karara itiraz ediyor ve “kayma riski var, faaliyet durdurulsun” diyor. Erzincan İdare Mahkemesi, Valilik ve Bakanlık uyarıları dikkate almıyor ve 13 Şubat 2024’te toprak kayıyor, 9 işçi yaşamını yitiriyor ve tonlarca siyanür ve sülfürik asit Fırat havzasına karışıyor.

Madenciliğin çevre ve insan sağlığı üzerine etkileri çok iyi biliniyor fakat “ne yapmalı” sorusunun yanıtını kimse bilmiyor.

Ancak ne yapmalı sorusuna tatminkar bir yanıt bulunana kadar en azından bütün madenler kamulaştırılmalı ve kâr amacı güden şirketlere madencilik faaliyetleri yasaklanmalıdır. Yine kamusal madencilik faaliyetlerinin planlanmasından örgütlenmesine, uygulanmasından denetlenmesine kadar bütün aşamalarında “toplum katılımı” sağlanmalıdır. 

 

MADENCİLİK VE SAĞLIK PPT SUNUM 

VİDEO SUNUM 

YEREL BASINDA PANEL 









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder