Translate

1 Şubat 2017 Çarşamba

149 numaralı ev

Cedalia sıkılmaya başlamıştı. İçinden “artık şu evlerden birini seçse de, işimize baksak” diye geçiriyordu. Aslında Pedro’nun da daha fazla dolaşacak gücü kalmamıştı. Henüz Atlantik okyanusu üzerinde neredeyse yirmi dört saati bulan uçuşun yorgunluğunu da üzerinden atamamıştı.


Sonunda Havana’nın on iki kilometre kadar batısında bulunan Atabey mahallesindeki 149 numaralı eve bir kez daha baktı. Bu ev gezdikleri evler arasında en uygun olanı gibi duruyordu. 180 metrekare kullanım alanı vardı. Havana’nın merkezine de çok yakındı. Sonunda yanındaki genç mimara dönerek, “burası olsun” dedi.

Şimdi sıra mimar Cedalia Cabrera’daydı. En kısa sürede bu evi kullanışlı bir laboratuvara dönüştürmesi gerekiyordu. Doktor Pedro López Saura nasıl bir şey istediklerini ana hatlarıyla anlatmıştı. Bir zamanlar Avrupa kökenli Kübalı burjuvaların oturduğu ve devrimden beri boş ve bakımsız bekleyen bu villa, artık bilime hizmet edecekti.

Pedro, meslektaşları Ángel, Victoria ve Silvio’yu eve çağırdı. Bir masanın başına toplanıp, neler yapacaklarını planlamaya başladılar. Akşam üzeri saat 4 ya da 5 gibi Fidel de 149 numaralı eve geldi. Selamlaştılar. Pedro, 36 yıl sonra o günü şöyle anlatacaktı:

“Görüşmemizde Fidel’in bize sorduğu kilit soru, Cantell gibi interferon üretip, üretemeyeceğimizdi. Birbirimize baktık ve hiçbirimiz ikirciklenmeden evet yanıtı verdik. Diğer önemli soru, günde kaç saat çalışmayı planladığımızdı. Yanıtımız açıktı: ne kadar gerekirse. Sonra detaylara geçildi. Fidel bize yandaki 150 numaralı evi de, dinlenme, yemek mekanı ve ofis olarak kullanmamız için verdi”.   

Böylece altı genç bilim insanının 149 numaralı evdeki 42 gün sürecek macerası başladı. Bu 42 günlük maratonda yalnızca Küba’nın değil, dünyanın kaderini değiştirecek bir rekor kırılacak, tarihi boyunca sömürgeciler tarafından iliği sömürülmüş bir üçüncü dünya ülkesi, artık dünya devleriyle başa güreşecekti.

DÖRT AY ÖNCE

1980 Kasım’ıydı. Fidel Castro, Amerikalı politikacı George Thomas "Mickey" Leland’ın, Texas’lı ünlü bir hekimle birlikte Havana’da olduğunu duyunca, konuklarla görüşmek istemişti.

Demokrat Parti’nin Temsilciler Meclisi üyesi Leland, öğrencilik yıllarından beri yoksulluk karşıtı eylemler içinde sivrilmiş bir politikacıydı. Eczacılık fakültesini bitirdikten sonra yoksul mahallelerde kapı – kapı dolaşarak, insanlara sağlık alanındaki yurttaşlık haklarını anlatmış, yoksul Afro-Amerikalıların desteğiyle Texas’tan Temsilciler Meclisi’ne girmişti.

Dr. Randolph Lee Clark ise uzun yıllar Houston’da MD Anderson Hastanesi’nin başhekimliğini yapmış, burada ABD’nin ilk Kanser Enstitüsü’nü kurmuştu. Kanser konusunda Başkan Nixon’a da danışmanlık yapmıştı. Şimdi enstitünün başkanlığını yürütüyordu.  

Bir araya geldiklerinde Fidel konuklarına Küba’nın 1959 yılından beri sağlık alanında gösterdiği çabaları anlattı. Küba’da herkese ücretsiz sağlık bakımı sağlandığını ve Küba’nın bilime ve tıbba çok önem verdiğini söyledi.

O yıllarda Küba nüfusunun yaşlanmaya başlamasıyla birlikte kanser vakaları artmaya başlamıştı. Kanser mücadelesine ilgi duyan Fidel, Clark’a ABD’de kanser mücadelesinin ne durumda olduğunu sordu. Profesör Clark, Fidel’e kanser mücadelesinde umut veren yeni bir ilaç (interferon) olduğunu ve kendilerinin bu ilaç üzerinde çalıştıklarını söyledi.

Fidel ilgi gösterince ayrıntılara giren Clark, ilacın Finlandiya’da geliştirildiğini, kendisinin de 1979 yılında Helsinki’ye giderek Kari Cantell’in laboratuvarını ziyaret ettiğini söyledi. Houston’daki merkezlerinde ilacın hastalığa yönelik araştırmalarda kullanıldığını anlattı.

Bunun üzerine Fidel, MD Anderson hastanesiyle interferon konusunda bilgi paylaşımının olanaklı olup olmadığını sordu. Clark, eğer hastanesine bir uzman gönderirse, yardımcı olabileceğini söyledi. Leland da bunun gerçekleşmesi için elinden geleni yapacağına söz verdi.

TEXAS’TA İKİ KÜBALI

Fidel’in Leland ve Clark’la bu görüşmesinden sonra, uzmanlar Houston’a gönderilmek üzere iki aday aramaya başladılar. Fidel işi sağlama bağlamak için bir değil, iki uzmanın gönderilmesini istemişti. O yıllarda Küba’da biyoteknoloji alanında uzmanlaşmış bir bilim insanı yoktu.

Konuyla ilgili uzmanların görüşü alındıktan sonra, Houston’a gönderilecek ekipte, Havana’da İçişleri Bakanlığı’na bağlı klinikte hematoloji uzmanı olarak görev yapan Dr. Manuel Limonta Vidal’in olmasına karar verildi.

Manuel Limonta Vidal 1943 yılında Santiago de Cuba’da doğmuştu. Tıp fakültesini bitirdikten sonra Küba’nın tıbbi enternasyonalizm programı çerçevesinde Tanzanya’nın Targa bölgesinde görev almış, Küba’ya döndükten sonra dahiliye alanında uzmanlık eğitimi almıştı. İmmünolojiyle ilgilenen Manuel, daha sonra hematoloji alanında uzmanlaşmıştı.

Manuel 1980 yılının Aralık ayında görev için seçildiğini öğrendiğinde çok şaşırdı. Fakat Fidel’in kendisini Devrim Sarayı’nda görüşmek için beklediği söylenince şaşkınlığı daha da arttı. Fidel görüşmede Vidal’e, Küba’nın interferonu elde etme kararlılığından söz etti ve Vidal’in yapacağı ziyaretin ilerideki çalışmalar için çok önemli olacağını söyledi.

Vidal, Castro’nun gönlünde kanser tedavisi için bir ilaç geliştirilmesi arzusunun ötesinde çok daha büyük bir proje yattığını anlamıştı: Kübalı araştırmacılar için yeni bir ufuk açmak. Castro kanser tedavisinde umut olabilecek bir ilacın araştırılması sürecinin, ülkede araştırmacılar için yeni bir çalışma dinamiği yaratacağını ve Küba’nın bu yoldan teknolojik atılımda yeni bir yola gireceğini umuyordu.

Manuel, Fidel ile görüştükten üç gün sonra, Houston’a, İçişleri Bakanlığı kliniğinde mesai arkadaşı olan biyokimya uzmanı Dr. Victoria Ramírez Albajés ile birlikte gideceklerini öğrendi. Hazırlıklarını tamamlayan iki genç bilim insanı, 14 Ocak 1981’de Houston’a (Texas) uçtular.

Kübalı hekimler Houston’da geçirdikleri bir hafta boyunca kanser merkezindeki bütün sağlık bakımı ve araştırma departmanlarını ziyaret ettiler, interferonla yapılan çalışmaları incelediler. Ülkelerinde kullanmak için hastaneden birkaç ampul interferon almak istediler, ancak hastanede çok sınırlı sayıda bulunduğundan alamadılar.

Manuel ve Victoria Küba’ya döner dönmez Fidel ile bir toplantı yaptılar. Fidel’e Houston’da interferonun kanser tedavisinde kullanımı için ciddi bir çalışma yürütüldüğünü anlattılar, fakat interferon elde etmek isteniyorsa, Finlandiya’ya, Helsinki’deki profesör Kari Cantell’in laboratuvarına gidilerek, eğitim alınması gerekiyordu. Ancak bu şekilde insan lökositlerinden nasıl interferon elde edildiğini öğrenebileceklerdi.

İNTERFERON

İnterferonlar bağışıklık sistemi hücreleri tarafından bakteri, virüs, parazit ve tümör hücrelerine karşı yanıt olarak üretilen doğal proteinlerdi. İlk kez 1950’li yılların ikinci yarısında keşfedilen interferon, antiviral, bağışıklık sistemini düzenleyici ve hücre çoğalmasını baskılayıcı işlevleriyle dikkat çekmişti. 

İnterferonun özellikle kanser tedavisinde kullanılma potansiyeli, bu maddenin elde edilmesine yönelik çalışmaları kamçılamış fakat denemeler başarısızlıkla sonuçlanmıştı. İnterferonu ilk kez Helsinki’de Ulusal Sağlık Enstitüsü’nden Kari Cantell, 15 yıllık bir uğraşın sonunda, 1972 yılında elde etmeyi başarmıştı. Daha sonra seri üretime geçilince, ABD, Sovyetler Birliği, İsveç, Fransa ve Finlandiya gibi ülkelerin tıp dergilerinde interferon üzerine makaleler çıkmaya başlamıştı.

Kari Cantell, kapitalizmin (burjuva ideolojisinin) henüz en temel insani değerleri tamamen yok edemediği, para kazanmayı yaşamın tek amacına ve parayı en yüce değere dönüştüremediği bir çağın son temsilcilerinden biriydi. Yöntemi için patent talep etse, akıl almaz paralar kazanabileceğini biliyor, fakat yöntemini isteyen “herkesle” paylaşıyordu. Oysa herkes gibi onun da paraya ihtiyacı vardı ve ancak 53 yaşından sonra doğduğu kentte bir “yazlık” ev yaptırabilmişti. Bugün inanmak gerçekten çok güç fakat 1980’lerde kapitalist ülkelerde de insani değerlerini korumayı başarabilen aydınlar vardı.

CANTELL’İN LABORATUVARINDA

Fidel genç akademisyenlerle görüştükten sonra, hekimi profesör Eugenio Selman’dan, Cantell ile ilişki kurmasını ve eğer kabul edilirse, Helsinki’ye interferonun nasıl elde edildiğini öğrenmek için bir ekip gönderilmesini örgütlemesini istedi.

Birkaç gün sonra Küba’nın Finlandiya büyükelçisi Carlos Alonso Moreno ile Kübalı bir akademisyen, Kari Cantell’in odasındaydı. Cantell o günü şöyle anımsıyor:

“1981 başında Küba’nın Finlandiya büyükelçisi ve bir Kübalı profesör laboratuvarımı ziyaret ederek interferon hakkında birçok soru sordular. Açıkçası konu onları çok ilgilendiriyordu ve beni dikkatle dinledikten sonra, lökosit interferonun nasıl üretildiğini ve saflaştırıldığını öğrenmek üzere Küba’dan bir ziyaretçi ekibi kabul edip, edemeyeceğimi sordular. Çok meşguldük ve ancak sınırlı sayıda ziyaretçiyi 1 hafta için kabul edebileceğimi söyledim. Açıkçası bu ziyaretin tam bir zaman kaybı olacağını düşünüyordum fakat ‘açık kapı politikamızı’ boşlamak istemedim”.

Haberi alan Selman, Texas’a giden iki bilim insanıyla birlikte Helsinki’ye gidecek bilim insanlarını belirledi. Ekibe Küba Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi’nden (CENIC) dört hekim daha katılacaktı: Ángel Aguilera Rodríguez, Pedro Antonio López Saura, Eduardo Pentón Arias ve Silvio Barcelona Hernández.

Pedro, 26 Eylül 1947’de Havana’da doğmuştu. 1961 yılında henüz lise öğrenimini sürdürürken, Küba devriminin ülke çapında yürüttüğü okuma – yazma öğretme kampanyasına öğretici olarak katılmıştı. 1963 yılında girdiği tıp fakültesini 1969’da bitirmiş, biyokimya alanında 1973’de yüksek lisansını, 1978’de doktorasını tamamlamıştı. 1979’da CENIC’de Biyokimya departmanının başına getirilmiş olan Pedro görev için hazırdı.

Silvio üniversitede viroloji uzmanı olarak çalışıyordu. CENIC’e biyolojik bilimler üzerine doktorasını tamamlamak için gelmişti. Doktorasını bitirdikten sonra fakültesine öğretim üyesi olarak geri dönmek ve kariyerine devam etmek istiyordu. Silvio gibi bir viroloji uzmanı olan Ángel’in kafası karışıktı. Tıp fakültesinden sonra temel bilimlere yönelmiş olmasına rağmen, CENIC’den ayrılıp jinekoloji uzmanlık eğitimine başlamayı planlıyordu. Proje, Silvio gibi Ángel’in de yaşamını değiştirdi.   

Ekibin son üyesi Eduardo 5 Nisan 1945’de Havana’da doğmuştu. Aslında mimar olmak istiyordu, fakat tıp bir aile geleneği olduğundan hekimliği seçmişti. Zamanla tıbbı da sevdi, özellikle araştırmacılığı.  1969’da Havana Tıp Fakültesini bitirdikten sonra, 1974’de biyokimya yüksek lisans eğitimini tamamlamış, 1977’de doktorasını almıştı. Göreve seçildiğinde CENIC’de İmmünoloji departmanının yöneticiliğini yapıyordu.   

Ekiple 1981 Mart’ı içinde göreve ilişkin birkaç toplantı yapıldı. Toplantılarda yalnızca bilimsel konular değil, Finlandiya’nın soğuk iklimi de konuşuldu. Hayatlarında hiç kar görmemiş Kübalıların, Helsinki’ye uygun giysilere gereksinimi vardı. 28 Mart’a kadar bütün hazırlıklar tamamlandı ve ekip 24 saatlik bir uçak yolculuğuyla Helsinki’ye ulaştı. Başkent’teki Hotel Presidente’ye yerleştiklerinde şehir karlarla kaplıydı.

Geçtiğimiz yıl yaşama gözlerini yuman Dr. Pedro López Saura, o günlere ilişkin anılarını şöyle anlatıyordu:

“30 Mart Pazartesi sabahı saat sekizde Kari Cantell’in odasına girdik. Daha sonra hemen laboratuvara gittik. Gruplara ayrıldık. Virologlar Ángel ve Silvio, interferon indüksiyon işlemi ve titrasyonunu izlemeye gittiler. Biyokimyacılar Victoria, Eduardo ve ben arıtmayı izlemeye gittik. Hematoloji uzmanı Limonta da her iki gruba katılıyor, ayrıca ekibin liderliğini yapıyordu”.

“Cantell’in bizim interferonları çalmak için oraya gittiğimizden korkarak ürünlerin saklandığı bütün dolapların kilitlenmesini emrettiğini biliyorduk. Cantell de bunu daha sonra anılarında itiraf etti. Yine anılarında ziyaretimizin bir zaman kaybı olduğundan emin olduğunu, çünkü Küba’da bu ürünü elde etmeyi başaramayacağımızı düşündüğünü de anlatıyordu. Hafta içinde bu güvensizlik dağıldı ve saygılarını kazandık”.

Projedeki tek kadın bilim insanı olan Victoria da o günleri şöyle anlatıyordu:  “8, 12 ve 15 yaşlarındaki üç çocuğumu, yine bir araştırmacı olan eşimle Küba’da bıraktığım için kaygılı olmama rağmen Finlandiya’da kendimi iyi hissettim. Çünkü yararlı bir iş yapıyorduk. Benim gibi bütün ekip, hemen sonuç almak gerektiğini anlamıştı ve görevi yerine getirebilecek bir ekip olduğumuzu düşündükleri için gurur duyuyorduk. Finlandiya’daki çalışma iyi yapılandırılmıştı. Bize sürecin bütün adımlarını ve aşamalarını gerçekleştirmeyi öğrettiler, fakat işleri onların uzmanları yapıyor, biz onlara eşlik ediyor ve gözlemliyorduk”.

Eduardo bu konuyu çok dert etmiyordu. “Aslında Finlandiya’da işlemlere elimizi sürmek zorunda değildik, çünkü zaten tekniği özümsemek için gerekli bilgiye sahiptik” demişti. 

Ekibe işlemi öğrenmek için Helsinki’de bir buçuk hafta kalmak yetmişti. Ángel, Silvio, Victoria ve Pedro, Küba elçiliğinin de desteğiyle Helsinki’deki işlerini tamamladıktan sonra, 10 Nisan’da Küba’ya uçtu ve 11 Nisan’da sabahın erken saatlerinde Havana’ya ulaştılar. Eduardo ve Manuel, interferon üretmek için gerekli donanımı satın almak için bir süre daha Helsinki’de kaldılar.

Yıllar sonra emekli olduğunda anılarını kaleme alan Cantell, anılarında o günlere ilişkin şu notları düşmüş:

“30 Mart Pazartesi günü dahiliye uzmanı Manuel Limonta liderliğinde 6 kişilik bir virolog, immünolog ve biyokimyacı ekip laboratuvarıma geldi. Çok yorgun ve jet-lag yaşıyor olmalarına rağmen hemen çalışmaya başladılar. Süreçleri izlediler ve notlar aldılar”.

“Küba Büyükelçisi, eşim Aila ve beni Rom ve Küba danslarının izlediği bir akşam yemeğine davet etti. Yemekte bana Fidel Castro’nun selamlarını ve interferon talebini iletince şüphelenmeye başladım. Bunun ardında ne vardı? Castro veya bir yakını kansere mi yakalanmıştı, interferona ilginin nedeni bu muydu? Laboratuvardaki içinde interferon bulunan bütün soğutucuları kilitlemeye karar verdim. Sonra bunun aşırı bir tepki olduğunu düşündüm”.

42 GÜNLÜK MARATON

Maratonun tarihi 2.500 yıl önce Atinalıların Perslere karşı kazandığı zaferi, Attika’daki Maraton’dan Atina’ya kadar “42 kilometre” koşarak gelip haber veren Yunanlı askere uzanır. 2.500 yıl sonra dünyanın tam öbür ucunda Kübalı bilim insanları, bu kez 42 gün sürecek bir bilim maratonuna çıkmıştır.

Cedalia’nın olağanüstü gayretleriyle 149 numaralı ev kısa zamanda bilim insanlarının istediği gibi küçük bir laboratuvara dönüştürülmüştü. İşi bütün hafta gece gündüz çalışarak tamamlamışlardı. İnterferon üretmek için ülkenin farklı eyaletlerindeki kan bankalarından lökosit teminini sağlayacak ulusal bir ağ oluşturulmuştu.

Ángel “başlangıçta lökositler otogara veya havaalanına termoslar içinde geliyordu. Arabayla gidip termosları alıyor, merkeze getiriyorduk” demişti. Fidel de ekibin çalışmalarıyla yakından ilgileniyordu. Hemen her gün 149 numarayı ziyaret emesi, genç araştırmacılar için de sıra dışı bir motivasyon kaynağıydı.

Victoria 149 numarada gece gündüz çalıştıklarını anımsıyordu: “Çok yorucu fakat keyifliydi. Çünkü bu antiviralin ne kadar gerekli olduğunu biliyorduk. Dahası Fidel kah sabahın üçünde, kah öğleden sonra üçte eve geliyordu. Bir gün ona ‘dün sizi görmedik’ dedik. Fidel “ben sizi gördüm’ dedi. Hepimiz uyuyormuşuz”.

Victoria’nın eşi Dr. Antonio González Griego da karısıyla çok gururlanıyordu: “Onun güzel bir kız ve iyi bir dansçı olduğunu biliyordum. Onun diğer özelliklerini keşfettiğimde, çok disiplinli ve çalışkan biri olduğunu anladım. Yaşamın önüne koyduğu bütün hedeflere azim ve cesaretle ulaştı".

Arada küçük sürprizler de oluyordu. Ekip üç haftadır dünya ile ilişkisini kesmiş, harıl harıl çalışıyordu. Fakat “dışarıda” hayat devam ediyordu ve Anneler Günü gelmişti. Ángel o günü şöyle anımsıyordu: “1981 Mayıs’ının ikinci pazarı Anneler Günü’ydü. Cedalia, Fidel’in bize annelerimize yollamamız için hediyeler gönderdiğini söyledi. Fidel kumaş göndermişti. Bunu asla unutmayacağım”.

11 Nisan 1981’de başlayan maraton, kırk ikinci gün interferonun elde edilmesiyle sona erdi. Ekip Finlandiya’dan döndükten 6 hafta sonra ilk lökosit interferonu elde etmeyi başarmış, maraton 28 Mayıs’ta ürünü ilk gören Ángel’in, 2.500 yıl önce Yunan asker Philippides’in “sevinin kazandık” nidası gibi, “işte interferon!” diye bağırmasıyla tamamlanmıştı.

Eduardo o günü şöyle anlatıyor:

“Fidel geldiğinde 150 numaralı evdeydik. Ona söylediğimizde ‘ve daha bira içmediniz, öyle mi?’ dedi. Biraları açtık. İnterferonu kırk ikinci günde üretmiştik”.

“Üretimimizin kalitesinin bağımsız bir otorite tarafından onaylanması gerekiyordu. Ürünü Finlandiya’ya Kari Cantell’e gönderdik. Cantell ürünün Finlandiya’da elde edilen interferonla benzer kalitede olduğunu, biyolojik olarak denk olduğunu, önemli bir fark bulunmadığını onayladı. Bu onay bizim ürünü Küba’da kullanabileceğimize işaret ediyordu. O andan itibaren sistematik üretime başladık”.

Pedro arkadaşlarının sözlerine şunları ekledi:  "Cantell’in de kabul ettiği gibi, Kübalılar laboratuvarını ziyaret ettikten sonra, lökosit interferon elde etmekteki hızlarıyla bir ‘dünya rekoru’ kırmışlardı”.

Haziran ayında ilk Küba interferonu test edilmek üzere Finlandiya’ya gönderildiğinde Cantell gerçekten çok şaşırmıştı. Yaptığı testlerin sonucunda ürünün laboratuvarının talep ettiği bütün nitelikleri taşıdığı gördü. Cantell, o günleri anılarında şöyle anlatıyordu:

“Ekip Küba’ya döndü ve Mayıs başında Limonta’dan interferon laboratuvarlarının kurulduğuna ilişkin bir mektup aldım. Hükumetleri adına eşim Aila ve beni Temmuz’da Küba’yı ziyaret ederek laboratuvarı görmeye ve bir tatil yapmaya davet ediyordu. Gitmeye çok istekli değildim fakat Helsinki’deki Küba elçiliği çok ısrar edince meslektaşım Sinikka Hirvonen’e gitmesini tavsiye ettim. Hirvonen gitmek istiyordu fakat yine interferon laboratuvarımızda görevli olan oğlu Tapio’nun da kendisiyle gitmesini istedi. Kübalılar bundan memnun oldular ve anne – oğul Küba’ya gittiler”.

“Sinikka döndüğünde öyküsü beni şaşkına çevirdi. Havana’nın bir banliyösündeki evden bozma laboratuvarda interferon üretimi tam kapasiteyle başlamıştı. Dahası Deng ateşi üzerinde interferonun denendiği klinik çalışmalar başlamıştı. Sivrisineklerle bulaşan Deng ateşi bu dönemde Küba’da büyük bir salgına neden olmuştu. Sinikka da Havana’da sivrisinekler tarafından sokulmuştu ve döndükten kısa bir süre sonra ciddi biçimde hastalandı. Bu klasik bir deng ateşi vakasıydı. Sinikka’ya interferon verdim ve kısa zamanda iyileşti. Ancak bunun interferona bağlı olup olmadığından emin değildik”.

BİLİM İNSANININ AHLAKI 

Ekip interferonu elde etmeyi başarmıştı fakat yeni ilacın kullanılmadan önce insanlar üzerinde denenmesi gerekiyordu. Bilim insanları arasında yeni keşiflerini önce “kendileri” üzerinde denemek ahlaki bir sorumluluktu. Tarihte birçok bilim insanı bu deneylerde yaşamını yitirmiş, fakat gelenek bozulmamıştı.

İlacı ekibin en zayıf ve en kilolu üyeleri üzerinde denemeye karar verdiler. Pedro bu anısını şöyle aktarıyor: “Şimdi ürünü insanlar üzerinde deneme zamanı gelmişti. Grubumuzda bir zayıf (ben), bir de şişman (Eduardo) vardı. Ürünü önce birkaç gün kendi üzerimizde denedik. Bu ahlaki bir sorumluluktu”.

Eduardo deneyin sonuçlarına ilişkin şunları söylemişti:  "İlacın yan etkileri vardı fakat tolere edilebiliyordu: hafif ateş ve genel bir rahatsızlık hissi. Bunlar hafif grip belirtileriydi ve organizma interferon ürettiğinde ortaya çıkardı. Şimdi dışarıdan interferon verildiğinde de aynı belirtiler oluşuyordu. Eğer bu belirtiler görülmeseydi, ürünümüzün işe yaramadığı veya dozun yeterli olmadığı anlamına gelecekti”.

ASIL İŞ ŞİMDİ BAŞLIYOR

Silvio ilk olarak 1 litrelik bir üretim yaptıklarını söyledi. O sırada uluslararası pazarda ürünün 1 mililitresi 90 dolardı: "Bir litre ürünün değeri 90 bin dolar ediyordu. Bu aynı zamanda bilimsel çabalarımızın ülkemiz için büyük bir gelir kaynağı olduğu anlamına da geliyordu”.

Aslında kullanılan kan miktarına bağlı olarak iki yoldan interferon üretilebiliyordu. Cantell’in Helsinki Ulusal Sağlık Enstitüsü’ndeki laboratuvarında işlem başına 150 ünite kan kullanılırken, Hanna-Lenna Kaupinnen’in başında olduğu Helsinki Kan Bankası’nda 600 ünite kullanılıyordu. Kübalı uzmanlar 149 numaralı evde, mekanın yetersiz olması nedeniyle, 150 ünitelik işlemi gerçekleştirebilmişlerdi.

Pedro durumu Fidel’e anlattı: “Fidel bunun için yeni bir mekan inşa edilmesi gerektiğine karar verdi. Evden dışarı çıktı, birkaç metre yürüdü ve yeri seçti. Burası o zaman otlar ve birkaç meyve ağacıyla kaplıydı. Şimdi orada Biyolojik Araştırma Merkezi (CIB) var. Mimar Osmany Cienfuegos işin başına getirildi”.

İNTERFERON KÜBALILARIN GEREKSİNİMLERİ İÇİN KULLANILIYOR

1981 yılında Küba’da çocukların yaşamını tehdit eden bir salgın kol geziyordu: Kanamalı Deng ateşi. Ülkede elde edilen interferonun bu hastalığa karşı kullanılmasına karar verildi. Böylece aynı zamanda interferon dünyada Deng ateşine karşı ilk kez kullanılmış olacaktı. Çalışmaya 300’den fazla hasta alındı. Çalışma sonunda interferon alfanın çocuklarda erken dönemde kullanılması halinde kanama komplikasyonlarını önleyebileceği görüldü.

Ardından Pedro Kourí Tropikal Tıp Enstitüsü, in-vitro olarak virüsün interferon alfa ve gammanın antiviral etkinliğine duyarlı olduğunu gösterdi. Bunu dünya üzerindeki diğer araştırmacılar ancak 19 yıl sonra gösterebildiler.

1981 yılında Küba’da bir salgın daha vardı: kanamalı konjonktivit. İnterferonun bu hastalığın görüşü bozabilecek bir komlikasyonu olan keratiti önleyebileceği düşünülerek, bu konuda da bir çalışma başlatıldı. Bu konuda da başarılar elde edildi ve uluslararası kongrelerde sunuldu. Eylül 1981’de San Francisco, California ve 1982’de Miami, Florida’da düzenlenen uluslararası interferon kongrelerinde Küba’daki interferon uygulamaları sunuldu. Bu sunumlar interferonun bu hastalıklara karşı ilk kez kullanımını yansıtıyordu.

Sonraki yıllarda şiddetli akut hepatit B, kronik aktif hepatit B, laringeal papillomatozis, semptomsuz hepatit B taşıyıcıları ve meme kanseri gibi hastalıklara yönelik araştırma protokolleri oluşturuldu.

İNTERFERONDAN BİTOTEKNOLOJİYE

Küba’nın mevcut yöntemle interferonu viral hastalıklara karşı ulusal kampanyalarda kullanabileceği kadar üretebilmesi olanaksızdı. Silvio bunu şöyle ifade ediyordu:

"Fidel ve biz ülkenin bütün yurttaşları kanlarını bağışlasalar dahi kanser ve viral hastalıklara yakalanan bütün hastaları tedavi etmeye yeterli interferon üretemeyeceğimizi biliyorduk. Bir şeyler yapmak gerekiyordu. Fidel’e genetik mühendisliği üzerinden her tür maddenin üretilebileceği yeni bir yöntem olduğunu söyledik. O sırada CENIC’de Dr. Luis Herrera Martínez moleküller üzerinde genetik manipülasyonlar deniyordu. Fidel hemen Martínez’le görüşmek istedi”.

İnterferon ekibi Finlandiya’dan dönerken, Martínez de, rekombinant interferonun nasıl elde edildiğini öğrenmek için Fransa’ya gidiyordu: “Fransa’da gerekli bilgiyi edindim ve Küba’ya döndüğümde, havaalanında bekleyenler Fidel’in beni görmek istediğini söylediler. Doğruca Fidel’in yanına gittim. Söylediği tümceyi unutmuyorum: ‘adamımız Paris’ten geldi’ dedi. Aylar sonra Biyolojik Araştırma Merkezi (CIB) oluşturuldu ve genleri klonlamaya başladık. Önce beta, sonra alfa elde ettik. İşte Küba’da genetik mühendisliği böyle başladı”.

Bu başarılardan cesaret alan Küba hükumeti, Haziran 1981’de Küba Bilimler Akademisi’nde bir “Biyoloji Cephesi” kurulmasına karar verdi. Akademi ülkedeki bütün bilimsel kurum ve grupların biyoloji ve biyoteknolojiyle ilişkili çalışmalarını bu Cephe ile eşgüdümleyecekti.

1980’li yıllarda Kübalı araştırmacılar interferonla yaptıkları 90’dan fazla çalışmanın sonuçlarını uluslararası planda kongrelerde sundular veya yayınladılar. Tarihte hiçbir geri bıraktırılmış ülke bilim alanında bu hacimde ve bilimsel düzeyde bir çalışma gerçekleştirmemişti. Fakat daha önemlisi, bu dönemde interferonu kullanmaya başlayan hiçbir sanayileşmiş ülke de, ülke nüfusuna oranı bakımından Küba’daki kadar geniş ölçekli bir klinik çalışma yürütememişti. Bu nedenle Küba’nın interferon uygulaması bilgisine katkısı uluslararası planda büyük önem taşıyordu. Bu prestij sayesinde dünyanın en önemli bilim kurumlarının ve laboratuvarlarının kapıları Kübalı araştırmacılara açıldı.

VEFA

Küba’nın biyoteknoloji dünyasına girmesini sağlayan interferon deneyimi, Finlandiyalı bilim insanı Kari Cantell’in “karşılıksız” katkılarıyla mümkün olmuştu ve Fidel, Cantell’e vefa borcunu ödemek istiyordu. Cantell’in Küba’yı ziyaret etmesi için çok ısrar etti.

Gerisini Cantell’den dinleyelim:

 “Birkaç davet daha alınca eşim Aila ve ben ertesi yıl Küba’ya gitmeye karar verdik. Devlet konuğu muamelesi yapıldı. Birinci sınıfta yolculuk yaptık, muhteşem bir beyaz villada kaldık ve her yere siyah bir Mercedes Benz limuzinle gittik. “Sinikka’nın Evi” adı verilen ilk interferon laboratuvarını (149 numaralı ev) ziyaret ettik ve yakınında inşa edilen yeni İnterferon Enstitüsü’nün açılışına katıldık. Benden mavi kurdeleyi kesmem ve bir konuşma yapmam istendi. Fidel Castro ve ülkenin önde gelen liderleri oradaydı. Birlikte binayı gezerken TV geziyi kaydetti. Daha sonra Castro ile görüştüm. Bilimler Akademisi’nde interferon üzerine iki ders verdim. TV benimle röportaj yaptı”.

“Castro’nun kardeşi Ramon ve eşiyle de tanıştık. Ramon hayat dolu, kaygısız, canlı biriydi. Tarım uzmanıydı ve bize heyecanla Küba’nın bu alandaki başarılarını anlattı. Bir gece villamızda bir parti verdik. İnterferon ekibi dışında çok sayıda başka davetli de geldi ve aralarında Fidel Castro’nun doktoru profesör Eugenio Selman da vardı. Kalabalık bir ailesi, yanlış anımsamıyorsam 10 çocuğu vardı ve Castro ile birlikte her yere gidiyordu. Daha sonra Castro da sürpriz yaparak partiye geldi. Bize bazı hediyeler verdi”.

“Küba’nın inferferon ilgisinin ardında ne vardı? Açıkçası ilginin ardında bizzat Castro’nun kendisi vardı. Bu sayede bu küçük, yoksul adada en nitelikli cihazlarla donatılmış muhteşem bir enstitü inanılmaz bir hızla inşa edilebilmişti. ABD ambargosu nedeniyle araçların çoğu, değerlerinin çok üstünde fiyatlarla ‘aracılardan’ sağlanmıştı. En nitelikli uzmanlar işlerinden alınarak interferon araştırmasında görevlendirilmişlerdi ve genç ve parlak bilim insanları bu alanda eğitilmeye başlandı”.

“Öyküleştirilmiş makalemiz, öğrencilerinden ve araştırmalarından kopartılmaya çalışılan sosyalist bilim insanı dostlarımıza ithaf edilmiştir”.



İLGİLİ YAZILAR




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder