Sağlık Bakanlığı’nın her konuda olduğu gibi COVID 19 aşısında da işleri karıştıracağı daha baştan belliydi. Şimdi aşıda işler giderek arapsaçına dönüyor ve Sağlık Bakanlığı’nın bu gidiş karşısında hiçbir hazırlığı olmadığını görüyoruz.
Sağlığın ve hastalığın en önemli sosyal belirleyicisi, işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyidir - Akif Akalın
Sağlık Bakanlığı’nın her konuda olduğu gibi COVID 19 aşısında da işleri karıştıracağı daha baştan belliydi. Şimdi aşıda işler giderek arapsaçına dönüyor ve Sağlık Bakanlığı’nın bu gidiş karşısında hiçbir hazırlığı olmadığını görüyoruz.
Bu hafta Lancet dergisinin online nüshasında İngiltere’nin Ulusal Sağlık Araştırmaları Enstitüsü’nden bilim insanları bir makale yayınladılar (*). SARS-CoV-2 delta (B.1.617.2) varyantının, enfekte aşılı ve aşısız bireylerde bulaşma ve viral yük kinetiklerini araştıran bilim insanları, delta varyantına maruz kalanlarla aynı evde yaşayanlarda İkincil Atak Hızı’nın tam aşılılarda yüzde 25, aşısızlarda yüzde 38 olduğunu buldular.
Geçtiğimiz haftalarda medyaya birbiri
ardına aşı karşıtı hekimlere ilişkin haberler düştü. Aslında “aşı karşıtı” ve
“hekim” asla yan yana gelemeyecek iki sıfat. Tam bir oksimoron. Fakat bu
sıfatların sık sık birlikte anılmaya başlaması kimseyi şaşırtmıyor. Kimse “bir
hekim nasıl aşı karşıtı olur?” diye sormuyor. Neden acaba?
Örneğin COVID 19 nedeniyle yaşamını yitiren patoloji uzmanı bir hekimin, salgına “inanmadığı” ve aşı için de “emperyalist oyun” dediği söyleniyor. Bunlar gerçekten ne anlama geliyor?
Sağlık Bakanlığı dünden beri durduk yere herkesin kafasını karıştırdı. Hani kaş yapayım derken göz çıkartmak diye bir deyim vardır, yani Sağlık Bakanlığı gerçekten aşının gözünü çıkarttı.
Dün Marmara’yı teslim alan ve
Çanakkale boğazını geçip Ege’ye doğru ilerleyen deniz salyası (musilaj) sorunu
için bir “bilim kurulu” oluşturulduğu açıklandı.
Tabii bilim kurulu dendiğinde aklımıza pandemi için kurulan “bilim” kurulu geldiği için hepimiz çok korktuk. Acaba müsilaj da pandemi gibi mi yönetilecek (veya daha doğrusu yönetilmeyecek)?
Bir süredir çeşitli odakların
salgınla mücadelede aşıyı eldeki “tek silah” olarak öne çıkartarak, bunun
üzerinden kendi çaplarında politikalar üretmeye çalıştıklarını görüyoruz.
Salgınla mücadelede kanıtlanmış “en
etkili” bilimsel yöntem olan izolasyon ve karantina tedbirlerine, üretimi
aksatacağı ve dolayısıyla sermaye birikimi sürecini olumsuz etkileyebileceği
endişesiyle uzak duran sermaye çevrelerinin, aşıyı “tek silah” olarak
göstermesi ve dikkatleri halk sağlığı tedbirlerinden uzaklaştırmaya çalışmaları
çok anlaşılabilir bir tutumdur.
Ancak kendilerini siyasi yelpazenin solunda tanımlayan ve emekten yana olduklarını iddia edenlerin de aşıyı, sermaye çevreleri gibi salgınla mücadelenin “tek silahı” olarak göstermeleri ve sorunu “patent” meselesine indirgemeleri kesinlikle anlaşılabilir bir tutum değildir.
Kitap Bölümü: İlaca Toplumcu Yaklaşım
Eczacılık Bu Değil: İlaç Hastaya “İlaç” mı? İçinde.
Editör: Yakup Ercan
İthaki Yayınları, 2016
Bugün 379 yıl önce yitirdiğimiz İtalyan
bilgin Galileo Galilei’nin ölüm yıldönümü. Galileo’yi Katolik Kilisesi’ne karşı
sürdürdüğü “bilim mücadelesi” ile tanıyoruz. Engizisyon mahkemesinde Kilise
doğmalarına kafa tutarak, “dünya dönüyor” diyen Galileo, bu davranışıyla otoriteler
karşısında yaşamı pahasına “bilimi savunan” bilim insanlarının sembolü oldu.
Bugün Kilise (din kurumu) ortaçağdaki etkinliğini yitirdi, artık engizisyon mahkemeleri kalmadı. Ancak bilim insanlarının bilimi kendi hizmetlerine koşmaya çalışan sermayeye ve siyasi iktidarlara karşı mücadelesi sürüyor. Pandemi sürecinde Türkiye’de ve dünyanın birçok coğrafyasında yeni Galeileo’ler çıktığına ve bilim için mücadele ettiklerine tanık olduk.
Hafta sonu tam herkes artık aşılama sürecine giriyoruz, her şey yolunda gidiyor, tünelin ucunda ışık göründü derken, Sağlık Bakanlığı’nın aniden yayınladığı bir yönetmelik ortalığı yeniden karıştırdı.