Translate

23 Mayıs 2017 Salı

İş(çi) cinayetlerinde aydın ihanetinin rolü

İleride bugün yaşadığımız günlerin tarihi yazılırsa, en büyük konu başlıklarından biri muhtemelen “aydın ihaneti” olacaktır. Dünya emekçilerinin Fransız Devrimi’nden beri elde ettiği bütün kazanımlarını yitirmekte olduğu yirminci yüzyılın son çeyreğinden günümüze uzanan sürecin her adımında aydın ihanetinin izlerine rastlamak mümkündür.


Ve bu durum yalnızca bilim, eğitim ve aydınlanma alanları için değil, kültür ve sanat için de geçerlidir. Yirminci yüzyılın ilk yarısında emekçilere bilinç taşıyan bilim insanları, aydınlar ve sanatçılar, 1970’lerin sonlarından itibaren sermayenin güdümüne / hizmetine girmiş ve emekçilerden kopmuşlardır.

Şüphesiz emeğin yanında konumlanmış bilim insanları, aydınlar ve sanatçılar tamamen tükenmiş değildir. Ancak sayılarının toplam içinde oldukça az olduğunu ve giderek de azaldıklarını teslim etmek gerekir. Yirmi birinci yüzyıl ilk 17 yılında bir tane Curie, Gorki veya Brecht çıkartabilmiş midir?

İŞ(Çİ) CİNAYETLERİ

İş(çi) cinayetleri Türkiye’de emekçilerin en önemli sağlık sorunlarından biridir. Bu alanda Avrupa birincisi ve dünya üçüncüsü olan Türkiye, her yıl binlerce emekçisini iş(çi) cinayetlerine kurban vermektedir.

İş(çi) cinayetleri sermayenin neoliberal saldırıyla emeği küresel ölçekte teslim almasıyla birlikte hızla artmaya başlamıştır. Yeni dünya düzeninde özellikle kirli ve tehlikeli sanayilerin “doğuya” kaymasıyla birlikte, uzak doğunun başta Çin olmak üzere birçok merkezinde iş(çi) cinayetleri, Türkiye’de olduğu gibi sıradanlaşmış ve gündelik yaşamın bir parçası haline gelmiştir.

KAZA KURAMLARI

Bugün dünyada ve Türkiye’de iş(çi) cinayetleriyle sonuçlanan iş kazalarına belirli kuramlarla yaklaşılmakta ve iş(çi) cinayetlerine karşı bu kuramlara dayanılarak tedbirler alınmaktadır. Kuramlar kazaların nedenleri arasında “insan hatasını” öne çıkarttığından, tedbirlerde bu hataları azaltmaya yönelik eylemlere (eğitimler, kişisel koruyucu donanımlar vb) odaklanmaktadır.

Kaza kuramlarına yakından bakıldığında, bu kuramların iki “ortak” noktasının olduğu açıkça görülebilir. Bunlardan birincisi, kuramların kazaların asıl nedenini ve sorumluluğunu “emekçinin” üzerine yıkması, ikincisi de kazada üretim ilişkilerinin rolünü gizleme çabasıdır.

Aslında kaza kuramlarının tamamen işverenlerin çıkarlarını yansıtıyor olmasına rağmen, kuramları üreten ve yeniden üreten akademisyenlerin, sendikacıların ve profesyonellerin, bu kuramlara dayanan tedbirleri sanki “emeği” koruyormuş gibi göstermeleri, derslerinde bu kuramları eleştirmeden aktarmaları, sözcüğün tam anlamıyla “aydın ihaneti”dir.

Emekçiler işçi sağlığı ve iş güvenliği alanındaki aydın ihanetinin farkındadır, ancak işçi sınıfı kendi “organik” aydınını yaratamadığından, bu alanda kapsamlı bir mücadele örgütlenememektedir. İş(çi) cinayetleri ile üretim ilişkileri arasındaki bağları gizleyerek, işçi sağlığı ve iş güvenliği “eğitimlerinde” işçilerin zekasına hakaret eden profesyoneller, bu hizmetleri karşılığında işverenlerce cömertçe ödüllendirilmektedir.

DİKKATSİZ, İŞGÜZAR, BECERİKSİZ, İHMALKAR… İŞÇİ

Kaza kuramlarına bakıldığında, bu kuramların çoğunun “işçiye” odaklandığı ve işçilere ilişkin birtakım temelsiz varsayımlara dayandığı görülebilir. Son zamanlarda üretilen kuramlardan bir kısmı iş kazalarında enerjiyi veya sistemi öne çıkartsa da, sonuçta mutlaka bir insan (işçi) hatası vardır ve dramatik sonuçlar bu hatadan kaynaklanır. Dünyada en yaygın kullanılan kuramlardan biri olan “domino” kuramında da kilit unsur işçidir.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği bilimi 1920’li yıllardan beri Herbert W. Heinrich tarafından inşa edilmiş bir “kurama” dayanmaktadır. Bir sigorta şirketi çalışanı olan Heinrich’in kuramını, 75 bin sanayi kazasını inceleyerek oluşturduğu öne sürülmektedir. Bu çalışmanın hiçbir “bilimsel” değeri ve “iddiası” olmamasına rağmen, akademi tarafından hiç sorgulanmadan benimsenmiş olması herhalde yirminci yüzyıl biliminde “ilklerden” biridir.

Heinrich’e göre iş kazalarının yüzde 88’i “işçilerin” güvenliksiz davranışlarından, yüzde 10 kadarı ise çalışma ortamından kaynaklanmaktadır.

Üretim ilişkilerinin hiçbir şekilde tartışılmadığı kaza kuramları, kazaların nedenini “işçiye” bağladığından, tedbirler içinde de “eğitim” öne çıkmaktadır. Buna göre eğer işçiler eğitilirse daha bilinçli davranacaklar, daha az hata yapacaklar ve dolayısıyla daha az kaza meydana gelecektir.

SİZ PATRONLARI EĞİTİN

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği profesyonelleri (iş güvenliği uzmanları, işyeri hekimleri vb) belirli eğitim programlarından geçmekte ve yukarıda özü anlatılmaya çalışılan kuramları öğrenmektedir. Profesyonellerin sahadaki uygulamalarını, eğitimleri sırasında edindikleri bilgi ve becerilere göre şekillendirmeleri doğaldır.

Nitekim şimdi bütün işyerleri için zorunlu kılınan “risk analizleri” de yukarıda anlatılan kuramlara dayanmaktadır. Dolayısıyla işçi sağlığı ve iş güvenliği profesyonellerini mesleklerini icra ederken hatayı işçide arayan kuramlar yönlendirmektedir.

Birçok iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi işçileri “eğitirken” işçilerin “kös dinlediğini” fark etmiştir. Eğer işçiye gerçekten işten atılma tehlikesi olmadan konuşma hakkı verilirse, işçilerin çoğu anlatılanları zaten bildiklerini, profesyonellerin “asıl patronları eğitmesi gerektiğini” söyleyecektir.

Birkaç yıl önce İstanbul’da yapılan bir iş güvenliği toplantısında her zaman olduğu gibi işçilerin eğitimi üzerinde yoğunlaşılmış, söz alan profesyonel ve akademisyenlerin hemen hepsi eğitimin önemi üzerine konuşma yapmıştır. Toplantı sonunda söz alan bir tersane işçisi akademisyen ve profesyonellere şu yanıtı vermiştir:

“Ben aptal değilim. Güvenlik tedbiri almadan yükseğe çıkarsam düşüp, ölebileceğimi biliyorum. Bana bunu anlatmayın. Fakat yükseğe çıkmayı reddedersem bu kez de işimden olup, açlıktan öleceğim. Bana işverenin gerekli güvenlik tedbirleri almadığı koşullarda verilen işi yapmak istemediğimde işten atılırsam ne yapabileceğimin eğitimini verin”. 

MÜLKİYET HATASI: İŞ KAZALARININ GERÇEK NEDENİ

İş kazalarının gerçek nedeni “insan” (işçi) hatası değil, “mülkiyet” hatasıdır.

“Mülkiyet hatası” kavramıyla, üretimin toplumsallaşmasına karşılık, üretim araçlarının özel ellerde toplanmasını, diğer bir deyişle üretim araçları üzerindeki “özel mülkiyeti” kast ediyoruz.

İş kazalarının asıl nedeni üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet ve pazara yönelik, rekabete dayalı, kar amaçlı üretimdir. Eğer kaza analizleri “üretim ilişkileri” dikkate alınarak yapılırsa, bütün kazaların kök nedenlerinin “mülkiyet hatasına” uzandığı görülecektir.

Kuşkusuz bu durum, üretim araçlarının toplumsallaştırılması ve üretimin gereksinim temelinde örgütlenmesi durumunda iş kazalarının “sıfırlanacağı” anlamına gelmez. Nitekim bu koşulları sağlamakta en başarılı ülke olan Küba’da da iş kazaları sıfırlanamamıştır. Ancak kapitalist ülkelerle kıyaslandığında, sosyalist ülkelerde çok daha az sayıda iş kazası meydana geldiği ve bunların da gerçekten çok küçük bir bölümünün yaralanma ve ölümle sonuçlandığı görülür.

İronik bir şekilde Heinrich’in tanımladığı “insan” (işçi) hatası, “mülkiyet” hatasının ortadan kaldırılmasıyla asgariye indirilebilir. Çünkü Heinrich’in “insan” hatası olarak tanımladığı özelliklerin çoğu aslında mülkiyet hatasından kaynaklanmaktadır. İşçinin ihmalkarlığına, beceriksizliğine, dikkatsizliğine yol açan etkenlerin kökleri üretim ilişkilerindedir.

Kar yerine gereksinimin ve rekabet yerine işbirliğinin egemen olduğu sosyalist çalışma koşullarında üretim, işçilerinde aktif katılımıyla (söz ve karar yetkisi) örgütlenmektedir. Küba’nın Sınıfın Sağlığı’nda daha önce yayınlanmış olan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Yönetmeliği, üretimin işçilerin sağlığı ve güvenliği öncelenerek nasıl örgütlenebileceğine mükemmel bir örnektir.

Akif Akalın


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder