Hemen her gün medyada, sağlık konusunda “bildiğiniz her şeyi unutun” diye başlayan cümleler duymaya alıştık. Bir programdaki akademisyen, “zinhar falanca gıdayı evinize sokmayın” derken, muhtemelen aynı anda diğer kanalda başka bir akademisyen, o gıdayı kameraya bakarak yiyip, “sofranızdan eksik etmeyin” diyor.
Bakıyorsunuz, akademisyenlerin ikisi de konuştukları alanda Türkiye’deki birkaç elit uzmandan biri, ikisi de prestijli tıp fakültelerinde hocalık yapıyor, asistan yetiştiriyor, ikisi de bugüne kadar binlerce hastasını başarıyla tedavi etmiş. Bu programları yalnız sıradan vatandaşlar değil, hekimler de izliyor ve taban tabana zıt iddialar karşısında hekimlerin de aklı karışıyor.
İşin belki de daha ilginç yanı, bu tartışmaların “asla” bir sonuca bağlanamaması. İzleyici hiçbir zaman, “filancanın dediği doğruymuş” diyemiyor. Bunun yerine toplum “taraftarlaşmaya” başlıyor. Tanıdıklarım arasında “fanatik” Karataycılar var.
İnanç ile bilim arasındaki en belirgin farkın, inançlarda “yorum” farklılıkları nedeniyle gruplaşmaların olabileceği (Katolik–Protestan veya Sünni–Alevi gibi), fakat bilimde yorum farkı olamayacağından, böyle gruplaşmaların mümkün olmadığı söylenir. Acaba bu da mı yanlış? Artık dahiliyeciler veya ürologlar da kendi aralarında bölünecekler mi?
Modaya uyup biz de konuya bir şaşırtmacayla başlayalım: akademisyenlerin “hepsi” doğru söylüyor. O birbirlerine taban tabana zıt önerilerin “hepsi” doğru. Peki, bu nasıl mümkün oluyor?
ETİNE DOLGUNLAR MI, SLİM BEDENLER Mİ UZUN YAŞAR?
Fazla kilo iyi mi, kötü mü? Bir akademisyen çıkıyor, “fazla kilolarınızı verin daha uzun yaşayın” diyor, diğeri “boşuna kendinize eziyet etmeyin, faydası yok” diyor. Literatürde gerçekten de her ikisini de destekleyen kanıtlar var. Hem de sıradan kanıtlar değil…
Yakınlarda yayınlanan bir makalede Flegal ve Zadeh, az sayıda olsa da, kilosu “biraz fazla” olanların daha uzun yaşadığını gösteren gözlemsel çalışmalar olduğunu yazmışlar. Nerede yazmışlar? ABD’deki The Obesity Society’nin yayın organı Obesity dergisinde. Üstüne üstlük makaleye çok sayıda atıf yapılmış (1).
Lewis ve arkadaşları, Beden Kitle İndeksi ile mortalite (ölüm) arasındaki ilişkiyi araştıran ve kimi yukarıdakinin aksine fazla kilo yaşamı kısaltır, kimi yaşam süresini etkilemez diyen çeşitli çalışmaları değerlendirmişler ve sonuçların fazla kilonun yaşamı kısalttığını iddia etmeye “yeterli olmadığını” söylemişler. Hem de bunu Amerikan Kalp Birliği yayınlarından Circulation’da söylemişler. Üstüne üstlük Amerikan Kalp Birliği makaleyi üyelerine “bilimsel tavsiye” üst başlığıyla yayınlamış. (2)
Bir de ABD’deki Ulusal Kanser Enstitüsü’nden 33 (otuz üç) uzmanın imzasıyla yayınlanmış 1,46 milyon kişiyi kapsayan 19 çalışma üzerine yazılmış bir makale var. Onlar da fazla kilolular daha kısa yaşıyor diyor. Bu da dünyadaki en prestijli tıp dergilerinden The New England Journal of Medicine’da yayınlanmış (3).
Biri fazla kilo yaşamı kısaltır, biri uzatır, biri de etkilemez diyor.
Bizim akademisyenlerimiz muhtemelen, her biri diğerinden kıymetli bu yayınlardan birini okuyor, sonra televizyona çıkıp, “kilo verirseniz uzun yaşarsınız” diyor. Yalan mı söylüyor? Hayır. Peki, “kilo vereceğim diye kendinize eziyet etmeyin, faydası yok” diyen akademisyenler yalan mı söylüyor? Yine hayır. Nasrettin hocanın “sen de haklısın” demesine benzedi, fakat durum budur.
Peki, durum yalnız fazla kiloda mı böyle? Hayır. Bugünlerde çok güncel bir tartışma konusu olan tereyağında durum ne? Gerçi Türkiye’de nüfusun yarısından çoğunun tereyağı alabilecek parası yok, fakat yine de bakalım.
TEREYAĞI YEMELİ Mİ, YEMEMELİ Mİ?
Oakland Araştırma Enstitüsü’nden Siri-Tarino ve arkadaşları, 214.182 kişiyi kapsayan 16 çalışmayı değerlendiren bir meta-analiz yapmış ve diyette alınan doymuş yağların kalp-damar hastalığı riskini arttırdığını gösteren bir kanıt “yok” demişler (4).
The American Journal of Clinical Nutrition’da Mart 2010’da yayınlanan bu makaleyi okuyan Wageningen Üniversitesi’nden Kromhout ve arkadaşları, Kasım 2010’da “karşı makale” yazmışlar (2011’de yayınlamış). Yazarlar, Siri-Tarino ve arkadaşlarının çalışmalarda doymuş yağ yemekle, serum kolesterol düzeyi arasında ilişki görmemesinin “sürpriz” olmadığını, doymuş yağların “tek başlarına” değil, “bütün diyet” içinde değerlendirilmesi gerektiğini söylemişler (5).
Bu tartışmalar üzerine Cambridge, Harvard, Oxford ve diğer kalburüstü tıp otoritelerinden 14 bilim insanı yan yana gelmiş ve 2014 yılında, 512.420 kişiyi kapsayan 32 çalışmayı değerlendirdiklerini ve kanıtların ne yüksek çoklu doymamış yağ asidi yemeyi, ne de doymuş yağları az yemeyi tavsiye eden “kardiyovasküler rehberleri” (yani doktorlara kalp-damar hastalıklarına ilişkin tavsiyelerde bulunan rehberler) desteklemediğini ifade etmişler (6).
Yağ konusunu son olarak burjuva medyasının muhtemelen “şok, şok, şok” manşetiyle vereceği bir araştırmayla kapatalım. İsveçli iki yazar makalelerinde, az tereyağı yiyen erkeklerde merkezi obezite gelişme riskinin, çok tereyağı yiyenlere göre daha “yüksek” olduğunu bulduklarını yazmışlar (8). Muhtemelen burjuva basını bunu “tereyağı yiyerek zayıflıyorlar” diye duyururdu…
Okurların kaynaklarımıza bakıp, bu çalışmaların hepsinin birbirlerine çok yakın tarihlerde yapıldığını, yani daha yeni çalışmanın “yeni ortaya çıkmış” bir bilgiyi yansıtmadığını not etmesinde fayda var. Yani mesele, “eskiden öyle sanılıyordu, şimdi şöyle olduğu keşfedildi” meselesi değil.
BİLİM İNSANLARININ ÜZERİNDE UZLAŞTIĞI KONU VAR MI?
Bildiğim kadarıyla bugüne kadar bilim insanlarının üzerinde uzlaştığı tek konu, sigaranın sağlığa zararlı olduğu. Şimdiye kadar ne sigaranın sağlığa yararlı olduğunu söyleyen bir makale okudum, ne de bunu söyleyen bir bilim insanı duydum. Fakat sigara dışında aklınıza gelebilecek hemen hemen bütün konularda birbirine 180 derece zıt görüşleri savunan makaleler ve bilim insanları görebilirsiniz.
Tuzun zararlı olduğuna ilişkin “uzlaşma” var mı? Yok (8). Peki, yeşil çay mide kanserini önler mi? Çinli bilim insanlarına göre “evet” (9), Japon bilim insanlarına göre “hayır” (10). Harvardlı bilim insanlarına göre kadınların “orta” düzeyde alkol alması kalp krizi geçirme risklerini azaltır (11), Columbiya profesörü tersini söylüyor (12). Çilek yemek kalp krizi riskini azaltır mı? İngiliz araştırmacılara sorarsanız evet (13), Amerikalı araştırmacılara sorarsanız hayır (14). Listeyi sayfalarca uzatmak mümkün.
SAĞLIK OKURYAZARLIĞI
Aslında ortada zihin karıştıracak bir şey yok. Bilim insanları çeşitli konularda araştırmalar yapıyor ve elde ettikleri “sonuçları” yayınlıyorlar. Burada sorun meseleyi kim daha iyi biliyor veya hangisi doğru söylüyor sorunu değil. Yazının başında da belirttiğimiz gibi “herkes” doğru söylüyor, daha doğrusu, herkes kendi araştırmasında “ne bulduysa” onu söylüyor.
Burada sorun, toplum içinde “sağlık okuryazarlığı” düzeyinin oldukça düşük düzeylerde olması sorunudur. Sağlığı “nelerin” belirlediğini biliyorsanız, sorunun asla tereyağına indirgenemeyecek kadar basit olmadığını bilirsiniz ve televizyonlara çıkıp tereyağı yiyin veya yemeyin diyenleri adlarının önünde hangi unvan olursa olsun “ciddiye almazsınız”.
Ne kadar sağlıklı ve uzun yaşayacağınız üzerinde birçok faktörün etkisi vardır. Bunlar arasında beslenmenizin rolü, temiz hava ve suya, egzersiz yapabileceğiniz yeşil alanlara erişiminiz gibi “çevresel” etmenlerle birlikte yüzde 10 düzeyinde etkilidir. Yani tereyağının faydası varsa da, yoksa da, gerçekten devede kulak kalır. Oysa örneğin anne–babanızdan aldığınız genetik materyal, sağlığınızı “tek başına” yine yüzde 10 düzeyinde etkiler.
Ne kadar sağlıklı ve uzun yaşayacağınız üzerinde sosyoekonomik durumunuzun rolü yüzde 40 (yüzde 50 diyenler de var) düzeyindedir. Çünkü sağlıklı besinlere, suya, temiz havaya veya egzersiz olanaklarına erişebilmeniz, her şeyden önce “gelirinize” (veya varlıklılığınıza) bağlıdır. Bütün bunlar dururken sanki sağlığınız tereyağı yemenize veya yememenize bağlıymış gibi tartışmak, en hafifinden “geyik muhabbetinden” öteye gidemez.
Akif Akalın
KAYNAKLAR
2. https://www.ncbi.nlm.gov/pubmed/19506107/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder