Geçtiğimiz
günlerde Taylan Kara’nın “Edebiyatla Ahmaklaştırma Felsefeyle Çökertme”
dizisinin dördüncü cildi Bulut Yayınları’ndan yayınlandı ve okurlarına ulaştı.
Geçen yılın sonuna doğru Yurtseverlik.com’da yayınlanan Genetiği Değiştirilmiş Sol başlıklı makalemizde Kara’nın kitap dizisinin ilk üç cildinden, özellikle “sosyal nanoteknoloji” kuramından örnekler vermiştik. Kara dördüncü ciltte de sermayenin sol düşünceyi nasıl kuşatma altına alarak kendi gereksinimleri doğrultusunda şekillendirdiğini, iğdiş ettiği sol düşünceyi işçi sınıfı için toplumsal kurtuluş mücadelesinde bir kılavuz olmaktan nasıl çıkardığını anlatıyor.
MARX BU KADARINI KASTETMEMİŞTİ
Muhtemelen kültürlü
okurlarımız, Marx’ın zaten Alman İdeolojisi’nde egemen sınıfın düşüncelerinin
bütün çağlarda egemen düşünceler olduğunu, toplumun maddi güçlerini yöneten
sınıfın, aynı zamanda entelektüel güçlerini de yönettiğini ve maddi üretim
güçlerini elinde tutan sınıfın aynı zamanda zihinsel üretimi de denetlediğini
yazdığını, Taylan Kara’nın “yeni” bir şey söylemediğini düşüneceklerdir.
Doğrudur. Kara’nın
iddiası Alman İdeolojisi’nde ve daha sonra birçok Marksist yazarın
çalışmalarında ayrıntılı biçimde ifade edildi. Sermaye ideolojisinin, üretimin
sosyal ilişkilerinde aile, eğitim ve sağlık kurumları da içinde hayatın bütün
alanlarındaki insan ilişkilerinde kendisini nasıl “yeniden ürettiğini” çok iyi
biliyoruz.
Ancak Taylan
Kara bunların çok ötesine geçerek, günümüzde sermaye ideolojisinin, sermaye
egemenliğini “yıkmak” amacıyla örgütlenmiş kurumlarda kendisini nasıl “yeniden
ürettiğini” gösteriyor, ki Marx, Alman İdeolojisi’nde çağa egemen olan düşünceler
egemen sınıfın düşünceleridir derken herhalde bu kadarını da kastetmemişti.
Gerçekten de bugün
sermaye ideolojisi, adlarında komünist, sosyalist, sol, devrimci, işçi, sosyal
veya halk olan partilerde, emekten yana olduklarını iddia eden sendika ve
meslek örgütlerinde, dergi çevrelerinde ve derneklerde her gün “yeniden
üretiliyor”.
FABRİKA VE BÜRODA “HUZUR”
Taylan Kara’ya
göre son on yıllarda “düşünce” dünyasında (1) yaygın akılsızlaşma, aklın
küçümsenmesi ve akıldışılığın büyütülmesi, (2) dogmalara eğilim, yaygın ve
sistematik bir dinselleş(tir)me, siyasette ve toplumda doğaüstü referansların
merkeze konması ve (3) dinin siyasallaşması şeklinde özetlenebilecek bir
“dönüşüm” yaşandı ve müslümanlar “islamcılaşırken”, Marksistler “liberalleşti”.
Yazar bu
dönüşümün “kendiliğinden” olmadığını, “fabrika ve büro huzuru için” sermayenin
bilinçli, planlı ve ısrarlı çabaları (sol jargonla ardıcıl mücadelesi de
diyebilirsiniz) sonucu gerçekleştiğini savunuyor.
Kendisi de bir
devrimle (Fransız İhtilali), aristokrasiyi devirerek iktidara gelen sermaye
sınıfı, devrimciler yok edilse bile devrimci düşüncelerin asla yok
edilemeyeceğini bizzat kendi pratiğinden bilmektedir. O halde sermaye sınıfı aristokratların
kaderini paylaşmak, iktidarı işçi sınıfına kaptırmak istemiyorsa, tek tek
devrimcilerle uğraşmaktan çok “devrim düşüncesini” ortadan kaldırmaya
çalışmalıdır.
SERMAYENİN SOL İÇİNDEKİ TRUVA ATLARI
Kara’ya göre her
düşüncenin üzerinde yükseldiği bir “kavram seti” vardır ve bunları kontrol eden
düşünceyi, dolayısıyla bu düşünceden etkilenen insanları ve hareketleri de
kontrol edebilir. Marksist düşüncenin temel varsayımlarının kabaca, tarihin
motorunun sınıf savaşımı (günümüzde emek – sermaye çelişkisi) ve devrimci
öznenin dünyayı veya zihinden bağımsız olan nesnel gerçekliği anlayabileceği ve
dünyayı değiştirebileceği olduğunu savunan Kara, sermayenin bu temellere
saldırarak sol düşünceyi iğdiş ettiğini savunuyor.
Sermaye sınıfının
ideologları, ortalama bir solcunun Marksizmin temel varsayımlarına “sağdan”
gelecek eleştirileri ciddiye almayacağını bilecek kadar zekidir. Oysa bu
eleştiriler “truva atları” ile solun içinden geldiğinde çok daha etkili
olacaktır. Örneğin hiçbir solcu, bir sağcının sınıf mücadelesini reddetmesini
ciddiye almaz. Fakat “akrabası” sandığı Foucault’nun “ortada bir proletarya –
burjuvazi mücadelesi yok, herkesin birbiriyle savaşıyor” veya Baudrillard’ın “proletarya
gerçek bir sınıf değil” demesinden muazzam etkilenir.
Kuşkusuz “sınıf”
kavramını rafa kaldırmak tek başına yeterli değildir. Solcuların eline toplumsal
yaşamda gizlenmeleri mümkün olmayan çelişkileri, eşitsizlikleri,
adaletsizlikleri “açıklayabilmeleri” için yeni kavram setleri vermek gerekir.
Ancak “sınıfın” yerine gelecek yeni kavram(lar)ın, sermayenin sınıfsal egemenliğini
de tehdit etmemesi gerekir.
Son yıllarda
sermayenin yine truva atları ile sol içine yerleştirdiği ırk, toplumsal cinsiyet
ve etnisite gibi kavramlar, sermaye egemenliğini tehdit etmeyen kavram
setleridir. Artık solcular çelişkileri “emek ile sermaye” arasında değil
ırklar, cinsiyetler ve etnik gruplar arasında arayacaklardır. Sınıf mücadelesi
kimlik mücadelesine, emek-sermaye çelişkisi kadın-erkek çelişkisine, sermayenin
tahakkümü patriarkanın tahakkümüne dönüştürülecektir. Sermaye tahakkümü
patriarka tahakkümünün ardına gizlendiğinde, solcuların partiarkaya karşı
mücadelesi hoş görülebilir hatta cömertçe fonlanabilir.
DÜNYAYI DEĞİŞTİREMEZSİN, KENDİNİ DEĞİŞTİR
Sol kavram
setinin sermaye açısından en tehlikeli diğer ögesi “dünyanın
değiştirilebileceği” düşüncesidir. Sermaye için “başka bir dünyanın mümkün
olduğu” düşüncesinden daha tehlikeli bir düşünce yoktur.
Neden? Çünkü
bugün içinde yaşadığımız dünya, yüzde
bir bütün servetin yüzde 56’sına el koyarken, yüzde 55’in servetin sadece yüzde
1’ini paylaştığı, akıl almayacak kadar “adaletsiz” bir dünyadır ve her an bir
yerden insanlar arasında servetin daha adil dağıtılması talebi patlayabilir.
İnsanlar bu
durumun “doğal” veya “normal” olduğuna inandırılabilirse, kimse mevcut servet
paylaşımındaki adaletsizliği sorun etmeyecektir. Fakat bu hiç de kolay
değildir. Din kurumu dahi insanları dünyadaki adaletsizliklere bir dereceye
kadar razı edebilmektedir.
İşte tam da bu noktada
K. Popper, “yeryüzünü cennete çevirme çabaları her zaman ortaya cehennemi
çıkartır” diyerek Foucault’nun yanında yerini alır ve sermayeyi büyük bir
dertten kurtarır. Tamam, içinde yaşadığınız düzen pek de iyi bir düzen
değildir, fakat her zaman gelen gideni aratır ve bu düzenin yerine getireceğiniz
yeni düzen daima bugünkünden çok daha beter olacaktır.
Tabii, Popper’ın
düşüncesi bu haliyle bırakılırsa insanları depresyona sokar. O halde nasıl
solculara çelişkileri açıklayabilmeleri için “sınıf” yerine ırk, toplumsal
cinsiyet ve etnisite gibi yeni kavramlar verildiyse, insanlara da içinde
bulundukları umutsuz durumdan kurtulabilmeleri için değiştirebilecekleri bir
şey verilmelidir: “kendileri”!
Evet, dünyayı
değiştirmeye kalkmak iyi bir fikir olmayabilir, ama “kendinizi” pekala değiştirebilirsiniz.
Örneğin sağlıklı beslenmek istiyorsanız gıda tekellerini dize getirmek belki hayal
olabilir, fakat neden yoğurdunuzu evde yapmayasınız? Kim mutfağınızda ekşi maya
ekmek yapmanızı engelliyor? Sizin sigarayı bırakmanız, tütüne karşı toplumsal
mücadeleden daha kolay değil mi? Evet, kapitalizm doğayı kitletiyor, ama önce
siz evinizdeki atıkları ayırın!
Böylece bilincinde
“düzenin asla değişmeyeceği” yargısı inşa edilen insan, sosyalist öğretinin
“adaletsiz düzene karşı çıkma” önerisini “anlamsız” bulacak ve enerjisini
“düzene daha iyi uyum sağlama” yönünde kullanmayı tercih edecektir.
TAYLAN KARA NE YAPMAYA ÇALIŞIYOR?
Bugün solun
eleştirilere her zamankinden çok daha kapalı olduğunu, değil Taylan Kara’nınkiler
gibi “acımasız” ve “sert” eleştirilere, en küçük hatasının bile yüzüne
vurulmasına tahammül gösteremediğini biliyoruz. Yine bugün sol içinde, 1980’li
yıllar öncesinde neredeyse rutin hale gelmiş olan ideolojik / kuramsal
tartışmalara rastlayabilmek de olanaksız. Herkes birbirine kulaklarını tıkamış,
yalnız “önüne” bakıyor.
Dahası nüfusu 85
milyona dayanmış bir ülkede “sola” hitap eden bir kitabın en çok bin adet basılabildiği
ve bu bin kitabın bile yıllarca raflarda kaldığı, sola hitap eden kitapların “solcular”
tarafından okunmadığı bir dönemden geçiyoruz.
Böyle bir
ortamda Taylan Kara’nın, kendi ifadesiyle “toplumda özellikle sömürülen
sınıflara hakim olan düşünsel belirsizliği ve oryantasyon bozukluğunu bir nebze
olsun azaltmayı”, sömürülenlere içinde bulundukları “ideolojik kuşatmayı
göstermeyi” amaçlayan çabası takdir edilmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder