Translate

15 Kasım 2023 Çarşamba

Nerede hata yaptık?

 


Bugün Gazze’de dünyanın gözleri önünde bir soykırım yaşanıyor. Büyük bir bölümünü kadınlar ve çocukların oluşturduğu ölümlerin 11 bini aşmasına rağmen, kırk gündür yalandan dahi bir “ateşkes” çağrısı yapıl(a)madı. Yirminci yüzyılın başta Birleşmiş Milletler olmak üzere bütün uluslararası kurumları çaresizlik içinde soykırımı seyrediyor. Ütopyalar tarihe karışırken, distopyalar gerçekleşiyor.

 

Oysa daha elli, bilemediniz altmış yıl öncesinde 2000’li yıllar pırıl pırıl görünüyordu. Hemen herkes 2000’li yıllarda dünyaya barışın egemen olacağından, yirminci yüzyılın bütün hastalıklarının iyileştirileceğinden emindi. Uygarlığı Ay’a, Mars’a, Venüs’e taşıyacacağız derken, kendimizi kapitalist ortaçağ karanlığına gömülü bulduk. Peki, nerede hata yaptık?

 

İKİ, ÜÇ, DAHA FAZLA VİETNAM

 

Türkiye İşçi Partisi’nden Meclis’e giren Çetin Altan, 1966 yılında Payel Yayınları tarafından yayınlanan “İnsanlığı Nasıl Bir Gelecek Bekliyor?” başlıklı bir kitap için yazdığı önsözde, kendisinden çok emin, şu cümleleri kuruyordu:

 

“Aslında bu sorunun cevabı çoktan verilmiştir. İnsanı insanın sömürmesinin sona ereceği, bütün emek potansiyelinin emekçiler yararına dönük olarak planlanacağı, sınıf ve şart farklarının ortadan kalkacağı, her türlü tutku, saplantı ve yabancılaşmalardan arınmış, yücelme yönünde alabildiğine özgür, sosyalist bir gelecek bekliyor insanlığı”.

 

Çetin Altan’a göre yirminci yüzyıl sona ermeden kapitalizmin sonu gelecek “ve yirmibirinci yüzyıl çağımızın büyük mücadelelerini saygıyla anacak ve çağımızda bu mücadeleye kendini adamış olanların heyecanını ve duygusunu kendi varlığı içinde yaşatmaya devam edecekti”.

 

Çetin Altan bu düşüncelerinde yalnız değildi. Che Guevara da bir yıl sonra, 1967 yılında Üç-kıta Konferansı’na gönderdiği mesajda “iki, üç, daha fazla Vietnam yaratacağız” diyecekti. Gerçekten de artık sömürge imparatorlukları çöküyor, dünya halkları bağımsızlıklarını kazanıyor ve sosyalist kalkınma yoluna giriyorlardı. 

 

 

ROYAUMONT DİYALOĞU

 

Meteliksiz Aşıklar kitabının yazarı Zaver Biberyan tarafından dilimize çevrilen “İnsanlığı Nasıl Bir Gelecek Bekliyor?” başlıklı kitap, dünyanın birçok ülkesinden 1961 Mayıs’ında Fransa'da, Paris yakınlarındaki Royaumont Manastırı’nda bir araya gelen aydınların konu üzerine tartışmalarından oluşuyordu.

 

Kimler yoktu ki toplantıda. Birkaç yıl sonra Pink Floyd’un müziğiyle dolduracağı salonlarda aralarında John Desmond Bernal, Josue de Castro, Roger Garaudy, Georges Gurvitch, Alexander Sobolev gibi dönemin elliden fazla önde gelen aydını Royaumont Diyaloğu’nu inşa ediyordu.

 

Sosyalist ülkeler de diyaloğa güçlü bir kadro ile katılmışlardı: SSCB Bilimler Akademisi’nden Arzumanyan, Frantsev, Joukov, Porchnev, Nobel ödüllü Semenov, ayrıca Bulgaristan’dan Kamenov  ve Ochavkov, Çekoslovakya’dan Kolman ve Stoll ile Romanya’dan Gulian ve Ralea.

 

KÜBA DEVRİMİYLE BÜYÜYEN UMUTLAR

 

Çiçeği burnunda Küba devriminin toplantının genel havası üzerindeki etkisi çok büyüktü. Amerika Birleşik Devletleri’nin burnunun dibinde ufacık bir ada ülkesi emperyalizmi alt edebildiyse, gelecekten umutlu olmamak için hiçbir neden olamazdı.

 

Henri Claude, daha da ileri gidiyor ve kapitalist coğrafyanın ilki 1917 ve ikincisi 1944 – 1949 olmak üzere iki dalga halinde daraldığını, şimdi “Demokrat Kuba Cumhuriyeti’nin doğuşu(nun) ... kapitalizmin üçüncü bir geri çekilme hareketinin başlangıcı” olabileceğini söylüyordu.

 

“Kapitalizmin coğrafi bakımdan bu gerilemeleri basit bir tesadüf, tarihi özel koşulların rasgele bir sonucu sayılabilir mi?” diye soran Claude, “Bir noktaya dikkat etmek gerekir: sosyalizmin kurulduğu hiçbir ülkede kapitalizm geri gelmemiştir” diyordu.

 

Oysa bu iddialı cümlelerin kurulmasından yalnızca 17 yıl sonra, 1978 yılında Çin kapitalizme geri dönüş yoluna girecek, 30 yıl sonra diğer sosyalist ülkeler de Çin’i izleyeceklerdi.

 

CAN ÇEKİŞEN KAPİTALİZM

 

André Barjonet de Claude gibi düşünüyordu. Barjonet de Claude kadar kendinden emin, “yirminci yüzyılın ikinci yarısında, genel olarak ilerlemenin kesin etkeni gerçekten sosyalizm olmaktadır. Niçin? Çünkü sosyalizm, üretim ve mübadele araçlarının özel mülkiyette bulunmasıyla meydana gelen etkenleri yıkma olanağını veren tek sistemdir” diyordu.

 

Çekoslovakyalı felsefeci Arnošt Yaromirovich Kolman, Barjonet’yi destekliyordu. Kolman’a göre sosyalist ülkelerde emekçiler, kapitalist ülkelerdeki emekçiler gibi bilimsel – teknik gelişmelerden korkmuyorlardı, çünkü kapitalist ülkelerde “otomasyon, işçilerin üçte birini ... üretim işinin dışında bırak(ır), ... satınalma gücü çök(er) ... kriz patlak verir ... güçsüz olan teşebbüsler iflas eder ... güçlü olanlar, ötekileri monopole alır, amansız bir rekabet başlar, yeni pazarlar ararlar, artık kuvvete başvurmaktan başka çare kalmaz (ken)”, sosyalist ülkelerde “günlük çalışma 7 ve 6 saatten 5 saate, 4 saate ... inecektir, aynı zamanda, gerçek ücret artacaktır, işçi, boş vakitlerini kendi kendini eğitmeye hasredecektir”.

 

Ne yazık ki Kolman’ın beklentileri gerçekleşmedi. Gerçi Kolman bir konuda çok haklıydı. Daha 1960’lı yıllarda dahi emek verimliliğindeki artış sosyalist ülkelerde günlük çalışma süresinin 4 saate indirilmesinin koşullarını yaratmıştı. Fakat çok ağır ve tehlikeli işler dışındaki sektörlerde mesai saatleri asla 4 saate indiril(e)medi.

 

ÇAĞIMIZ KAPİTALİZMDEN SOSYALİZME GEÇİŞ ÇAĞIDIR

 

İnsanlar içinde bulundukları çağı adlandırırlarken, çağın önemli karakteristiklerine vurgu yaparlar. Yirminci yüzyıl ise bu karakteristikler bakımından çok zengindir. Dünyanın sonunu göz açıp kapayıncaya kadar getirebilecek nükleer silahlara bakıp çağımız “atom çağı” denebilirdi elbette. Fakat daha iyimser olanlar ay yolculuğunun yollarını döşeyen roketlere bakarak, çağımız “uzay çağı” diyorlardı.

 

Benzer şekilde 1871 Paris Komünü’nü izleyen sosyalist devrimlere bakılarak, çağımızı “kapitalizmden sosyalizme geçiş çağı” olarak tanımlamak da mümkündü. İnanmayan pekala radyosunda haberleri dinleyebilir ve neredeyse her gün sosyalizmin dünyanın yeni bir köşesinden gelen zafer haberlerini duyabilirdi.

 

Ekonomist Claude ise “Son elli yılın dünya tarihine genel olarak bakar(ak), şu gözlemlere varı(yordu):

 

- Çağdaş tarihin ilerleyişi tek bir yönde gelişmektedir ki, bu da sosyalizm yönüdür;

 

- Bu tarih akımı, sosyal ve politik gelişmenin bu ilerleyişi, son derece hızlıdır: sosyalizm, otuz yıldan daha kısa bir zaman içinde bir dünya sistemi haline geldi. Oysa 15. yüzyılda kapitalist üretim şeklinin ortaya çıkması ile 19. yüzyılda bütün dünyayı kapsayan tam gelişmiş bir kapitalist ekonominin teşekkül etmesi arasında aşağı yukarı dört yüz yıl geçmiştir”.

 

YA SOSYALİZM, YA BARBARLIK

 

Sosyalizmin en azılı düşmanları dahi, yirmi birinci yüzyılın sosyalizmden kapitalizme dönüş çağı olacağına ihtimal vermezken, sosyalist ülkeler büyük bir hızla ve geriye pek bir şey bırakmadan tarih sahnesinden çekildiler.

 

Gerçekten de bugün eski sosyalist ülkeleri ziyaret ettiğinizde, yalnızca doğu Avrupa ülkelerinde değil, sosyalizmin 74 yıl iktidarda olduğu Rusya’da dahi bir zamanlar buralarda sosyalizmin egemen olduğuna ilişkin iz bulmakta zorlanıyorsunuz. Bit pazarlarına düşmüş nişanlar, madalyalar, eski asker kıyafetleri ve semboller hüzünden başka bir şey vermiyor.

 

Rosa Luksemburg’un “ya sosyalizm, ya barbarlık” kehaneti bugün Gazze’de bir kez daha doğrulanırken, içimiz yanıyor.

 

Yeniden başlayabilmek için önce nerede hata yaptığımızı bulmamız gerekiyor. Sosyalizmin yıkılışından bu yana 32 yıl geçtiği halde hala nerede hata yaptığımızı bulamamış olmanın dayanılmaz yükü altında hep birlikte eziliyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder