Bu makalede Türkiye’de hekimlerin proleterleşme süreci ve bu sürecin hekim hareketi üzerine olası etkileri ele alınacaktır. İlk olarak proleterleşme sürecinden ne anlaşıldığı ve bu sürecin Türkiye’de nasıl işlediğine göz atılacak, daha sonra bu sürecin hekim hareketi üzerine olası etkileri tartışılacaktır.
Proleterleşme Süreci Offe ve Keane
1984 yılında yayınlanan Refah Devletinin Çelişkileri isimli çalışmalarında
proleterleşme sürecini incelemişler ve bu süreci pasif ve aktif proleterleşme
olarak iki aşamalı bir süreç olarak tanımlamışlardır: Pasif proleterleşme geçim
kaynaklarının kuruması ve mülksüzleşmeye, aktif proleterleşme ise
mülksüzleşenlerin ücretlileşmesine (işçileşmesine) karşılık gelir.
Türkiye’de hekimlerin proleterleşmesi
bu çerçevede incelendiğinde, 1960’lara kadar kendi hesabına muayenehane
hekimliği yapan hekimlerin, muayenehane gelirlerinin giderek azalması (pasif
proleterleşme) süreci yaşadıkları, 1960’lardan itibaren ise kamu sektöründe
ücretli hekimlerin sayısının hızla arttığı (aktif proleterleşme)
gözlenmektedir.
1990’lardan itibaren hekimlerin, sağlıkta
özelleştirme politikalarının doğrudan etkisiyle, kamu sektörü yanında özel
sektörde de ücretli olarak çalışmaya başladıkları görülmektedir. 2000’li
yıllarda özel sektörde ücretli çalışan hekimlerin sayısı, kamuda ücretli
çalışan hekimlerin sayısını geçmeye başlamıştır.
Kuşkusuz burada okurun da fark ettiği
gibi, bugünden yarına değişimler değil, bir hekimin mesleki ömrünü aşan
süreçler söz konusudur. Örneğin Marx ve Engels, 1848 yılında kaleme aldıkları
Komünist Manifesto’da burjuvazinin, “doktoru da, hukukçuyu da, rahibi de, şairi
de, iktisatçıyı da, kendi ücretli emekçisi haline getirdiğini” yazdıklarında,
bir sürecin yönünü tarif ediyorlardı.
Türkiye’de de hekimlerin
proleterleşmesi süreci akşamdan sabaha bir süreç değildir. Ancak bugün, Türkiye’deki
hekimlerin çok büyük bir çoğunluğu için pasif proleterleşme aşaması
tamamlanmıştır diyebiliriz. Gerek eski hekimler ve gerekse yeni mezunlar için
özel sektörde ya da kamuda ücretli çalışmak, hekimlerin çok büyük bir çoğunluğu
için geçimlerini sağlayabilmenin zorunlu bir koşulu haline gelmiştir. Bugün
hiçbir ücret geliri olmadan, sadece bağımsız muayenehane hekimliği yaparak
geçimlerini sağlayan hekimlerin sayısı, toplam hekim sayısı içinde ihmal
edilebilir bir seviyeye inmiştir.
Türkiye’de hekimlerin aktif
proleterleşme süreci oldukça sancılı bir süreç olarak yaşanmaktadır. Hekimler
uzun bir süre ücretli çalışmanın yanında bağımsız muayenehane hekimliğini de
sürdürmüşler, muayenehane gelirlerinin göreli olarak azalmaya başladığı 1990’lı
yıllarda ise işyeri hekimliği, bir ya da daha fazla gelir getiren ek işler
yapmak hekimler arasında yaygınlaşmaya başlamıştır. 2000’li yıllarda ise
muayenehanelerin, hekimler için bir yük haline gelmeye başladığını ve
hekimlerin önce özel polikliniklerde toplandıklarını, daha sonra
muayenehanelerini kapatmaya başladıklarını görüyoruz. Sürecin yönü, birkaç on
yıl içinde muayenehane hekimliğinin tarihe karışması ve hemen bütün hekimlerin
ücretli hale gelmesi olarak tanımlanabilir.
Proleterleşme Sürecinin Hekim
Hareketi Üzerine Olası Etkileri
Proleterleşme sürecinin hekimlerin
bilinci üzerinde ve dolayısıyla hekim hareketi üzerinde nasıl bir etkide
bulunacağı güncel bir tartışma konusudur. Hekimlerin bir kısmı bu sürecin
hekimler arasında bir radikalleşmeye yol açacağını ve hekimlerin
sendikalaşacaklarını düşünmektedir. İstanbul Tabip Odası Özel Hekimlik
Komisyonu’nda güçlü bir şekilde kendini gösteren bu eğilim, özellikle
geçtiğimiz yıl bu konuda ciddi bir çalışma içine girmiştir.
Tarihe baktığımızda ise proleterleşme sürecinin her zaman proleterleşenlerin bilincinde birden radikalleşemeye yol açmadığını görüyoruz. Örneğin Fransa’da proleterleşme süreci radikalleşmeye yol açarken, Almanya’da böyle olmamıştır. Sosyal bilimciler bunu Fransa ve Almanya’da proleterleşenlerin geçmiş deneyimlerine bağlamakta ve Fransa’daki radikalleşme üzerinde geçmiş ortaklaşmacı kültürün, Almanya’daki tutuculaşma üzerinde ise geçmiş kiliseye bağımlılık kültürünün etkili olduğunu düşünmektedirler.
Bu çerçevede Türkiye’de hekimlerin
proleterleşmesinin bilinçlerine nasıl bir etkide bulunacağı incelendiğinde,
açıkçası İTO Özel Hekimlik Komisyonu’ndaki bazı arkadaşlarımız kadar ümitli
olamıyoruz. Türkiye’deki hekim hareketinin tarihine baktığımızda (Dr. Şükrü
Güner’in İTO Kısa Tarihi kitabı önemli bir kaynaktır), hekimlerin İstanbul’un
işgali yıllarında örgütlenme girişimleri olduğunu, meslek örgütünün ise örneğin
İngiltere’de ve birçok batı ülkesinde olduğu gibi hekimlerden gelen talepler
sonucu değil, devletin korporatist zihniyetinin bir ürünü olduğunu görüyoruz.
Yani Türkiye’de hekimler, kendi mesleki ortamlarını düzenlemek için
kendiliklerinden bir araya gelmemişler, devlet bu alanı düzenlemek için bir
yasa çıkartarak meslek örgütünü kurmuştur.
Hekimlerin, meslek örgütlerinin
korporatist yapısını değiştirerek, bu alana gerçekten müdahil olmaları için
1970’li yıllara kadar beklemek gerekmiştir. Kuşkusuz bu döneme kadar hekimler
meslek örgütlerinde zaman zaman özlük haklarına ve ekonomik haklarına ilişkin
sorunlarını tartışmışlar, hatta 1970’lerde kısa süreli de olsa bir sendikalaşma
girişimleri olmuş, fakat bu girişimler dar bir hekim kitlesi içinde sınırlı
kalmıştır.
12 Eylül sonrası toparlanma döneminde
hekimler de diğer toplum kesimleri gibi 12 Eylül ile budanan haklarını yeniden
elde edebilmek için yasaların izin verdiği ölçüde bir araya gelme eğilimine
girmişlerdir. Bu dönemde kamu çalışanlarına sendikalara üye olabilme hakkı
verilmesine karşın, hekimlerin büyük çoğunluğu sağlık işkolunda örgütlü
sendikalarda örgütlenmek yerine meslek kuruluşlarının sendikal taleplerine
sahip çıkmasını istemişlerdir.
Özellikle 1990’ların başında TTB
neredeyse bir sendika gibi faaliyet göstermeye başlamış, hatta sağlık işkolunda
örgütlü sendikalar TTB’ni kendilerini baskılamakla eleştirmişlerdir. Ancak,
hekim eylemlerinin doruğuna çıktığı dönemlerde dahi (beyaz eylemler) hekimlerin
büyük çoğunluğunun ekonomik sorunlarını kendi başlarına çözmek eğiliminde
oldukları gözlenmiştir. Örgütlü mücadele ile bütün hekimler için hak mücadelesi
yerine, bireysel olarak gelirlerini arttırmak için çaba göstermek eğilimi öne
çıkmıştır. Bu süreçte işyeri hekimliği birçok hekim tarafından bir mesleki alan
olarak değil, ek bir gelir kaynağı olarak benimsenmiştir. Gelirlerini arttırmak
için ikinci, üçüncü işler, hatta hekimlik dışında işler yapmak hekimler
arasında yaygınlaşmıştır.
Türkiye’de hekimlerin bilinç düzeyine
ilişkin bir saptama yapmak noktasında Sağlık Bakanlığı’nın halen Türkiye’nin
bazı illerinde yürütmekte olduğu Aile Hekimliği uygulamasının önemli bir
referans olduğuna inanıyoruz. Bu uygulama ile Sağlık Bakanlığı hekimlere,
gelirlerini yaklaşık 2 – 2.5 katına çıkartmak karşılığında iş güvencesi
haklarından vazgeçerek, sözleşmeli personel olmalarını teklif etmektedir. Her
ne kadar pilot illerde Aile Hekimliği’ni seçen hekimler özel bir yasa ile
şimdilik iş güvencesi haklarını yitirmiyor olsalar da, birçok hekimin bugün
eline geçecek daha yüksek gelir için, kendilerinin ve çocuklarının geleceğini
riske atma eğiliminde olduğu görülmektedir.
Benzer bir durum, özellikle
İstanbul’da, özel sektöre hükümet tarafından doping yapıldığı son yıllarda, bir
çok hekimin gözlerini karartarak, her şeylerini riske atıp, sırf gelirlerini
arttırmak için istifa ederek özel sektöre geçmesiyle yaşanmıştır. Gerek bu
hekimler, gerekse Aile Hekimliği’ni seçen meslekdaşlarımızla görüştüğümüzde, bu
insanların 3 – 5 yıl gibi kısa sürede çok büyük paralar kazanacaklarına
inandıkları ve bu kazancın kendilerinin ve çocuklarının geleceklerini garanti
altına alacağını düşündüklerini hayretle öğrendik. Bu verinin ülkemizde
hekimlerin bilinç seviyesine ilişkin önemli bir referans olduğunu düşünüyoruz.
Sonuç
Bu veriler bize Türkiye’de hekimlerin yaşamakta olduğu proleterleşme sürecinin, hekim kitlesinde bir radikalleşmeye yol açma olasılığının zayıf olduğunu göstermektedir. Bu yargımızı destekleyen diğer bir veri de, özellikle Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından hekimlere getirilen ve doğrudan mesleğe müdahale niteliğinde olan kısıtlamalara (reçete düzenleme, rapor verme vb) hekimlerden hiçbir ciddi tepki gelmemesidir. Bugün SGK Türkiyeli hekime her onbeş günde bir yayınladığı tebliğlerle, “ben senin okuldan aldığın bilgileri, meslek örgütünün/uzmanlık derneğinin tavsiyelerini, mesleki deneyimlerini tanımıyorum; bundan böyle hekimlik uygulamanı benim bu tebliğimde yazdığım şeylere göre yapacaksın” demekte ve hiçbir ciddi tepkiyle karşılaşmamaktadır.
Benzer biçimde, aslında yıllardır gerek Sağlık Bakanlığı, gerekse eski SSK, idari düzenlemeler adı altında hekimlerin hekimlik pratiklerine müdahale etmiş, bir hekim olarak hastalarına nasıl, hangi koşullarda, ne kadar zaman ayırarak hizmet edebilecekleri noktasında dayatmalarda bulunmuş, hekimlerin ise buna ciddi bir karşı çıkışı olmamıştır. Bu noktada hekimlerin aldığı en “ileri” tutum, eğer olanakları elveriyorsa istifa ederek serbest çalışmak olmuştur. Bu örneklerde ise en uç durum askeri hekimliktir. Kendilerine “siz önce asker, sonra hekimsiniz” denen askeri hekimlerin bugüne kadar bu duruma en küçük bir tepkileri duyulmuş değildir, hatta bu durum hekimlik ortamlarında hiç sorgulanmamaktadır.
Bütün bunlar birleştirildiğinde Türkiye’de hekimlerin bilinçlilik düzeylerinin, proleterleşme sürecinin bir radikalleşme ile sonuçlanması beklentisinin çok gerçekçi olmadığını, arkadaşlarımızın zamanlarını ve değerli emeklerini bu beklenti doğrultusunda harcamalarının çok rasyonel olmadığı düşündürmektedir. Bunun yerine, kuşkusuz hekimleri bilinçlendirmek için etkinlikleri yoğunlaştırarak sürdürmek yanında, hekim sendikası gibi yeni yapılar arayışına girmeden, eldeki mevcut olanakları hekim hareketi için daha iyi nasıl değerlendirebileceğimizi tartışmanın daha yararlı olacağını düşünüyoruz.
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder