Öncelikle tarihte işçi sağlığı
hizmetleri ve işyeri hekimliğinin sınıf mücadelesinin ürünleri olarak doğduğunu
ve geliştiğini belirtmekle başlayalım. İşyeri hekimliği ancak emek – sermaye
ilişkileri bağlamında ele alındığında anlaşılabilir. İşyeri hekimliğinin bu
karakterini anlayamazsak, işyeri hekimliğinin genel hekimlik hizmetlerinden
farkını da anlayamayız.
İşyeri hekimliğini genel hekimlikten
ayıran en önemli özellik şudur: işyeri hekimliğinin konusu önlenebilir veya kaçınılabilir sağlık sorunlarıdır. İşyeri
hekimliğinin babası olarak kabul edilen Ramazzini bu durumu 1713 yılında
yayınlanan ünlü kitabına De Morbis Aritificium Diatriba (On Artificially Caused Diseases),
yani “yapay hastalıklar” başlığını
vererek ifade etmiştir. Virchow da maden ocaklarında patlak veren bir salgını
incelediği ünlü Yukarı Silezya Tifüs Salgını Raporu’nda kullandığı “yapay salgın” ifadesiyle bu
hastalıkların önlenebilir hastalıklar olduğunu vurgulamıştır.
Kuşkusuz işyeri hekimliğinin kökleri
İmhotep veya Hipokrat’a kadar gerilere götürülebilir, fakat çağdaş anlamıyla
işyeri hekimliği Fransız Devrimi’yle ete kemiğe bürünmüştür. Gerçekten de
işçilerin yaptıkları işler nedeniyle kas iskelet sistemi rahatsızlıklarına
yakalandıklarına ilişkin veriler Ebers Papirüsünde vardı. Hipokrat kurşun
zehirlenmesinin belirtilerini mükemmel bir şekilde tanımlamıştı, fakat işçilerin
bu sorunlara karşı korunması için ilk somut adımlar Fransız Devrimi sonrasında
atılmaya başladı.
Kadınların ve çocukların çalışma ortamlarının sağlık üzerindeki olumsuz etkilerinden korunmalarına ilişkin ilk yasal düzenlemeler, çalışma saatlerinin kısaltılması, işçilerin çalışacakları işe sağlık bakımından uygun olup olmadıklarını değerlendirmek için yapılan işe giriş muayeneleri ve belirli aralıklarla sağlık kontrollerinden geçirilmesi gibi temel işyeri hekimliği uygulamaları sanayi devrimiyle birlikte gelişmiş kapitalist ülkelerde yaygınlaştı.
Kadınların ve çocukların çalışma ortamlarının sağlık üzerindeki olumsuz etkilerinden korunmalarına ilişkin ilk yasal düzenlemeler, çalışma saatlerinin kısaltılması, işçilerin çalışacakları işe sağlık bakımından uygun olup olmadıklarını değerlendirmek için yapılan işe giriş muayeneleri ve belirli aralıklarla sağlık kontrollerinden geçirilmesi gibi temel işyeri hekimliği uygulamaları sanayi devrimiyle birlikte gelişmiş kapitalist ülkelerde yaygınlaştı.
Bu sayılanlar ve diğer birçok işçi
sağlığı ve güvenliği uygulaması işçi sınıfının yaşam ve çalışma koşullarının
düzeltilmesi talebiyle yükselttiği mücadele sürecinde kazanılmış haklardır.
Dayanılmaz çalışma ve yaşam koşullarına tepkilerini 1848 ayaklanmalarıyla
ortaya koyan Avrupalı işçiler 1871 Paris Komünü’yle sermaye egemenliğini tehdit
etmeye başlayınca, Almanya’da Bismarck hükumeti hastalık sigortasını getirerek
işçilere “düzeni değiştirmeden” de çalışma ve yaşam koşullarını
iyileştirebilecekleri mesajı vermek zorunda kaldı.
Almanya’da sigorta kurumu işçilere
sağlık hizmeti sunmak üzere işyerlerinde sağlık birimleri ve hastaneler açmaya
ve bu kurumlarda hekim istihdam etmeye başladığında işyeri hekimliğinden emeğin
ve sermayenin farklı beklentileri
olduğu ortaya çıkmıştır. Emek işyeri hekimliğinden kendisini önlenebilir sağlık
sorunlarına karşı korumasını beklerken, sermaye işyeri hekimlerini işçilerin
sağlık sorunlarını mümkün olduğunca işyerinde çözerek kendisine işgücü
tasarrufu sağlayan elemanlar olarak görmek eğiliminde olmuştur. Ücretlerini
işverenlerden alan işyeri hekimlerinin genellikle kendilerine işverenin biçtiği
rolü benimsediklerini söylemek abartı olmayacaktır.
Tarihte modern anlamıyla işyeri
hekimliği uygulamasının ilk örneği 1917 Ekim Devrimi’yle kurulan SovyetlerBirliği’nde görülür. Sovyet hükumeti diğer kapitalist ülkelerde olduğu gibi
işçiler için ayrı bir sağlık örgütlenmesine gitmek yerine işyeri hekimliğini
ulusal sağlık sisteminin omurgası halinde örgütlemiş ve 1924 yılında kurduğu “Hijyen”
tıp fakültelerinde, mezun olduklarında fabrika sağlık birimlerinde görev alacak
hekimler yetiştirmeye başlamıştır. Bu hekimler işyerlerinde yalnızca koruyucu işyeri hekimliği
hizmetleri sunmakta, hasta işçiler tedavi hizmetleri için ikametgahlarına yakın
birinci basamak kurumlarda “Genel” tıp fakültelerinden mezun pratisyen
hekimlere başvurmaktadır.
İkinci paylaşım savaşı sonrası
sosyalizm yoluna giren ülkeler işyeri hekimliğinde Sovyet modelini benimserken,
gelişmiş Batılı ülkelerde Bismarck modeli yaygınlaşmıştır. 1997 yılında Avrupa
Tıp Uzmanları Birliği (European Union of Medical Specialists) bünyesinde İşyeri
Hekimliği Uzmanlığı bölümü oluşturulmuştur. Dünya Sağlık Örgütü 2000 yılında
işyeri hekimleri için yeterlilikler tanımlayarak bu alanda bir standartlaşma
getirmiştir. İşyeri hekimliği, işçilerin sağlığının değerlendirilmesi; çalışma
koşulları ve süreçlerinin işçilerin sağlığı ile ilişkilendirilmesi; tüm çalışan
nüfusun sağlık, beceri ve çalışma kapasitesinin yönetimine yardımcı olunması;
çalışma yetisi ve üretim bağlamında vaka yönetimi ile ilgili tıp uzmanlığıdır. 2002
yılında İşyeri Hekimliği Uzmanlığı eğitiminin asgari koşulları belirlenerek (1)
eğitim süresinin asgari 4 yıl olması kararlaştırılmıştır.
Bu süreçler Türkiye’de nasıl gelişti?
Osmanlı imparatorluğunda işçi
sağlığına ilişkin ilk düzenleme Zonguldak bölgesindeki kömür ocaklarında
çalışan işçiler için işyerlerinde hekim bulundurma zorunluluğu getirilmesidir.
Açıkçası 1865 Dilaver Paşa Nizamnamesi ve 1869 Maadin Nizamnamesi’nde yer alan
bu hükmün gereğinin yerine getirilip getirilmediği, getirildiyse istihdam
edilen hekimin işletmede neler yaptığına ilişkin elimizde veri yok. Ancak 1913
yılında Dr. Reşat Rıza tarafından kaleme alınan Veremi Herkes Bilmelidir başlıklı bir broşürde “amele rutubetli,
havasız, karanlık, ahır gibi yerlerde çalıştırılıyor; amelenin sıhhati için
lazım olan tertibata aldırış bile edilmiyor” tümcesinin yer aldığını biliyoruz.
Yani hekimlerimiz daha bu yıllarda Almanya’da oldukça gelişmiş olan işçi
sağlığı çalışmalarından haberdarlar.
Cumhuriyet döneminde işçi sağlığına
ilişkin ilk düzenleme 1930 yılında kabul edilen Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda
(Genel Sağlığı Koruma Yasası) yapılmış. Burada işyeri ve çevresinin sağlığa
uygunluğunun sağlanması, 50’den fazla işçi çalıştırılan işyerlerinde işçilere
tıbbi bakım sağlanması ve sağlık birimlerinin kurulması gibi hükümler var. 1946
yılında yayınlanan Sendika Gazetesi nüshalarında işyeri hekimliğine ilişkin
yazılar vardır; bu yazılardan birinde “müesseselerin hekim bulundurmayı sırf
bir kanuni formalite icabı olarak telakki” ettikleri, çoğu kez işyeri hekimi
bile tutmayıp emekli hekimlerin diplomalarını kiralayarak işyerinde hekim
varmış gibi gösterdikleri belirtilmektedir.
Bir başka yazıda “İngiltere, Amerika, Fransa, Belçika ve sair ileri sanayi memleketlerinde olduğu üzere bu sahada çalışacak doktorların ayrı kurslara tabi tutulmaları; bunlara verilecek hıfzıssıhha, sosyal hijyen, hayati kimya, bakteriyoloji malumatının arttırılması şarttır” ifadesi vardır. Yani Türkiye işyeri hekimliğinin bir “uzmanlık alanı” olduğunu (2) daha 1950’li yıllarda biliyormuş... Dr. M. Hulusi Dosdoğru tarafından kaleme alınan bir makalede ise Alman kaynaklardan yararlanılarak toplumcu tıbbın tanımı yapılmakta, “sosyal tababetin ana davası insanları hastalandırmadan yaşatmak imkanlarını önceden sağlamaktır” denilmektedir.
Bir başka yazıda “İngiltere, Amerika, Fransa, Belçika ve sair ileri sanayi memleketlerinde olduğu üzere bu sahada çalışacak doktorların ayrı kurslara tabi tutulmaları; bunlara verilecek hıfzıssıhha, sosyal hijyen, hayati kimya, bakteriyoloji malumatının arttırılması şarttır” ifadesi vardır. Yani Türkiye işyeri hekimliğinin bir “uzmanlık alanı” olduğunu (2) daha 1950’li yıllarda biliyormuş... Dr. M. Hulusi Dosdoğru tarafından kaleme alınan bir makalede ise Alman kaynaklardan yararlanılarak toplumcu tıbbın tanımı yapılmakta, “sosyal tababetin ana davası insanları hastalandırmadan yaşatmak imkanlarını önceden sağlamaktır” denilmektedir.
Özetle üzerinde yaşadığımız
coğrafyada işçi sağlığı 1860’lı yıllardan beri bilinmekte fakat uygulanmamaktadır.
1960’lı yıllara kadar işçi sınıfının mesleki ve siyasi örgütleri yasaklanmış ve
talepleri zorla bastırılmıştır. 1961 Anayasası’nın sağladığı göreli demokratik
ortamda işçi sınıfı talepleri etrafında örgütlenebilmeyi başarabilmişse de,
önce 12 Mart ve daha sonra 12 Eylül darbeleriyle yine sindirilmiş ve sonunda
yine örgütsüz bırakılmıştır. Bütün bu süreçler boyunca işçi sağlığı işverenler
için “kanuni formalite icabı”, işçiler için rahatsızlandıklarında veya reçete
yazdırmaları gerektiğinde gidilecek bir yer, hekimler için “ek bir gelir”
kaynağı olmayı sürdürmüş, tıp eğitimi dışında tutulmuş, üniversitelerin, siyasi
partilerin ve sendikaların gündemine girememiştir.
TTB’nin bu konuda etkinlikleri neler oldu?
TTB’nin işçi sağlığı konusunu gündemine
alması oldukça yenidir. Bilindiği gibi TTB esas olarak devletin hekimlik
faaliyetlerini düzenlemek ve denetlemek amacıyla örgütlediği korporatist bir
kurum; ancak 1960’larda Türkiye’de sınıf mücadelesinin ivme kazanmasıyla
birlikte hekimler arasındaki ilerici unsurlar TTB’ni bir mevzi olarak görmüş ve
bu örgütün yönetimine gelmek için çaba göstermeye başlamışlardır.
1970’li yılların sonlarına doğru TTB
sınıf mücadelesinde bir mevzi haline gelmiş ve işçi sınıfının mücadelesine omuz
vermeye başlamıştır. TTB’nin bu alandaki ilk somut faaliyeti 1978 yılında
düzenlediği Ulusal İşçi Sağlığı Kongresi’dir. Bu Kongre’de TTB’nin işçi
sağlığına emekten yana bir yaklaşım sergilediğini görüyoruz. İşyeri
hekimlerinin görevlerini layıkıyla yerine getirebilmeleri için ücretlerinin
işveren tarafından ödenmemesi, yasal yükümlülüklerini yerine getirmeyen
işverenlerin daha ağır cezalara çarptırılması gibi taleplerin de
dillendirildiği Kongre Türkiye’de gerçek anlamda işyeri hekimliği faaliyetleri
için bir milat sayılabilir.
Bu gelişmeler iki yıl sonra 12 Eylül
faşist askeri darbesiyle sekteye uğramış, TTB kapatılarak yöneticileri
tutuklanmıştır. 1984 yılında TTB’nin faaliyetine yeniden izin verildiğinde
yönetime sosyal demokrat hekimler gelmiştir. 1980’li yılların sonlarına doğru
kendilerini sosyal demokrasinin daha solunda tanımlayan hekimlerin TTB
yönetiminde ağırlık kazanmalarına karşın TTB bir daha asla 1970’lerin sonundaki
çizgisine erişememiştir. Bu farklılık ikincisi 1988 yılında toplanabilen Ulusal
İşçi Sağlığı Kongresi, 1978 yılında gerçekleştirilen ilk Kongre ile
karşılaştırıldığında açıkça kendisini göstermektedir. 1978’lerde ortama egemen
olan işçilerin üretim üzerinde söz ve karar sahibi olmaları gibi talepler,
egemen sınıfların hiç değilse kendi çıkarttıkları yasalara uymaya davet
edilmesine gerilemiştir.
Bu dönemde TTB İstanbul’da ilk İşyeri
Hekimliği Sertifika Programı’nı açarak bu alana müdahil olmuştur. TTB yasasını ve işyeri hekimliğine ilişkin
mevzuatı kullanarak Çalışma Bakanlığı ve işverenler üzerinde baskı oluşturmuş
ve yalnızca TTB’den sertifika alan hekimlerin işyeri hekimi olarak
yetkilendirilmeleri talep edilmiştir. Kuşkusuz Türkiye’de işyeri hekimliğinin
tarihine bakıldığında TTB’nin attığı bu adım çok değerli ve önemlidir, fakat
tıp içinde ayrı bir uzmanlık alanı olan işyeri hekimliğinin gerektirdiği bilgi
ve becerilerin bu kurslarda kazandırılmasının olanaksızlığı da ortadadır. Bu
kurslar yalnızca hekimlere tıp içinde böyle bir uzmanlık alanının da
bulunduğunu anlatma ve işyeri hekimliği içinde yer alan hekimlik etkinliklerini
tanıtma işlevi görmüşlerdir.
1990’lı yıllar Türkiye’de maaş ve
ücretle çalışan hekimlerin oldukça yoksullaştıkları ve gelirlerini
arttırabilmek için çırpındıkları yıllardır. Bu dönemde bir yanda hekimlerin
ilerici unsurları Beyaz Eylemler örgütleyerek ekonomik demokratik mücadeleyi
yükseltmeye çabalarken, diğer yanda büyük çoğunluk “kendisini kurtarma”
çabasına girmiş, işyeri hekimliği birçok hekim için “ek bir gelir kapısı”
olarak görülmeye başlamıştır. TTB üzerinde daha fazla kurs açması ve daha fazla
hekime işyeri hekimliği sertifikası sağlaması yönünde baskılar artmış, popülist
TTB yöneticileri bu baskılara boyun eğerek oldukça kısa bir süre içinde 30 bin kadar
hekime işyeri hekimliği belgesi düzenlemiştir.
Kuşkusuz TTB içinde bu gelişmelere
karşı çıkan ilerici hekimler de olmuştur, ancak solun ideolojik ve politik
olarak ezildiği 80 sonrası yıllarda bu kesimlerin sesi fazla duyulamamıştır.
2000’li yıllara gelindiğinde işyeri hekimliği artık kelimenin tam anlamıyla bir
“ek gelir” kapısıdır. İşyeri hekimliği yapan hekimlerin büyük bir kısmı
fabrikalarda yalnızca işverenlerin talebi doğrultusunda poliklinik hizmeti
vermekte ve bu hizmet karşılığında TTB tarafından belirlenen asgari ücret
tarifesine göre ücretlendirilmektedir. Kuşkusuz işyeri hekimleri arasında
mesleğini gereği gibi yerine getirme çabası içinde olan hekimler de yok
değildir, fakat bunların sayısı genel toplam içinde gerçekten ihmal edilebilir
düzeydedir.
2000’li yıllar Türkiye’de emek
güçlerinin bütün tarihsel kazanımlarını yitirdiği yıllardır. Bu süreçte
sigortasız çalışan emekçi sayısı sigortalı sayısını aşmış, sendikalaşma
oranları sendikaların yasaklandığı 1946 yılının dahi gerisine düşmüş ve çalışma
ortamına kelimenin tam anlamıyla kölelik koşulları hakim olmuştur. Böyle bir
ortamda işverenlerin talepleri doğrultusunda işyeri hekimliği üzerindeki TTB
etkinliğine tamamen son verilmiştir. TTB için hem önemli bir maddi gelir
kaynağı olan, hem de hekimler ile organik bağlar kurmasına aracılık eden işyeri
hekimliği kursları düzenleme tekeli TTB’nin elinden alınarak kurslar özel
dershanelere açılmıştır.
Son olarak birkaç cümleyle 2012
yılında kabul edilen yeni 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ve buna
bağlı çıkartılan yönetmeliklerle işyeri hekimliği alanında yaşanan değişimden
bahsedebiliriz. Bu düzenlemelerin esas olarak iki amacı vardır: birincisi
işveren üzerindeki TTB asgari ücret tarifesi baskısını kaldırarak işyeri
hekimliği hizmetlerini daha da ucuzlatmak ve ikinci olarak olası meslek
hastalıkları ve iş kazaları karşısında işveren sorumluluğunu işyeri hekimleri
ve iş güvenliği uzmanlarına pay ederek hafifletmek. Nitekim daha yasal
düzenlemelerin yürürlüğe girmesi üzerinden çok kısa bir süre geçmesine karşın
işyeri hekimi ücretleri hızla azalmaya başlamış, fakat buna karşılık hekimlerin
işyerlerinde geçirmeleri zorunlu olan süreler de çok azaltılarak, işyeri
hekimlerinin eski gelirlerine kavuşabilmesi için aynı anda çok daha fazla
sayıda işyerine hizmet sunmasının önü açılmıştır.
Sonuç olarak bugün TTB’nin işyeri
hekimliği bağlamında tamamen dışlandığını ve bu alanın tamamen serbest piyasa
mekanizmalarına terkedildiğini söyleyebiliriz. Türkiye’de işyeri hekimliğinin
kaderini diğer ülkelerde olduğu gibi sınıf mücadelesinin düzeyi
belirleyecektir.
Akif Akalın
1. http://www.who.int/occupational_health/regions/en/oeheuroccmedicine.pdf.
2. Türkiye’de bu yazının kaleme
alındığı 2013 yılında dahi işyeri hekimliği hala bir uzmanlık alanı değil,
hekimlere özel dershaneler tarafından verilen 220 saatlik “kurslarla” işyeri
hekimi olunabiliyor.
KAYNAK: http://insanbu.com/a_haber.php?nosu=1266
Bu makale TIP BUDUR başlıklı kitap içinde yayınlanmıştır:
Bu makale TIP BUDUR başlıklı kitap içinde yayınlanmıştır:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder