Eskiden eşitsizlikler dendiğinde akla hemen Sahra-altı Afrika veya
Güneydoğu Asya ülkeleri gelir, eşitsizliklerin sağlık ve diğer çıktılar üzerine
etkileri analiz edilirken bu ülkelerden örnekler verilirdi (bkz: Whitehead, 1992).
Son yıllarda eşitsizliklere ilişkin literatürün odağında dramatik bir değişim yaşanıyor: Günümüzde eşitsizlikleri
inceleyen yazarlar dünyanın en zengin
ülkeleri üzerine yazmaya başladılar.
Geçtiğimiz günlerde İngiltere’de
dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer alan 30 ülkede (Kıbrıs ve Malta hariç
25 Avrupa Birliği ülkesi ve Kanada, Kore, Avustralya, Japonya ve Amerika Birleşik
Devletleri) ekonomik eşitsizliklerin etkilerini değerlendiren bir kitap daha
yayınlandı: Changing Inequalities and
Societal Impacts in Rich Countries. Thirty Countries' Experience (Nolan,
2014). Kuşkusuz eşitsizlikler konusunun odağına zengin ülkelerin yerleşmesinde
2007/2008 krizinin büyük bir payı var. Aradan 7 yıla yakın bir süre geçmesine
karşın krizin boyutları üzerine tartışmalar sona ermiş değil. Dahası kimileri
krizden çıkılmaya başlandığını söylerken, kimileri “yeni bir patlama”
bekliyorlar (bkz: Yıldızoğlu, 2014).
Daha ileri gitmeden önce birkaç uyarı
yapmak isterim: bu makalede üzerine konuşacağımız ülkelerin hepsi kapitalist, yani doğaları gereği eşitsiz ülkeler. Bu ülkelerde üretim araçları
üzerinde özel mülkiyete izin verildiği için, mülk sahibi insanlar, mülksüzlere
göre daha zenginler ve yine kapitalizmin doğası gereği zenginler daha
zenginleşirken, yoksullar daha yoksullaşmaya devam ediyorlar. Kuşkusuz
kapitalist ülkelerin hepsi için durum aynı
değil ve aralarında ülke içindeki eşitsizliklerin boyutu bakımından çok büyük farklılıklar var. Örneğin dünyanın en
eşitsiz ülkelerinden biri olan ABD, hemen kuzey komşusu Kanada ile
kıyaslandığında, Kanada eşitsizlikler bağlamında sütten çıkmış ak kaşık gibi
görünebiliyor. Oysa Kanada eşitsizlikler bağlamında İskandinav ülkeleriyle
kıyaslandığında kaşığın pek de temiz olmadığı hemen göze çarpıyor. Fakat
Kanada’nın da, Avrupa’nın en eşitlikçi ülkeleri olan İskandinav ülkelerinin de,
son tahlilde özünde eşitsizlikler üzerine kurulmuş ülkeler olduğunu unutmamak
gerekir.
İkincisi, kapitalist ülkelerde
doğaları gereği gördüğümüz eşitsizlikler geçen yüzyılda da vardı, fakat 20. yüzyılda
bu ülkelerin büyük çoğunluğu tarafından izlenen sosyal devlet (welfare) politikaları
nedeniyle bugün olduğu kadar görünür
değildi. Günümüzde eşitsizlikleri daha görünür hale getiren, eşitsizlik
uçurumunun inanılmaz boyutlara ulaşmış olmasıdır. Artık bu ülkelerde zenginler,
birçoklarımızın gerçekten aklının alamayacağı kadar zengin, yoksullar da aynı
şekilde birçoğumuzun kabullenemeyeceği kadar yoksul. Yaklaşık 50 yıl önce, 1965
yılında Amerika’nın en büyük şirketlerinin CEO’ları, ortalama bir çalışanın 24
katı kadar kazanıyorlardı. Bu rakam 1970’lerin başına kadar bir miktar
yükseldi, ancak sonraki dönemde, özellikle de 1980 sonrasında patlamaya
başladı. 1978 yılındaki 35 kattan sonra, 1989 yılında 81 kat yakalandı. Ekonomideki
patlama ve yeni ekonominin yükselmesi nedeniyle, 2000 yılında CEO ile ortalama
çalışan ücreti arasındaki fark 300’e ulaştı (Aksakal, 2007).
Eşitsizliğin
sağlık maliyeti
Ekonomik eşitsizliklerin sağlık
üzerine etkilerini ele alan en kapsamlı çalışmalardan biri de yine
İngiltere’den çıktı. Daha önce İNSEV tarafından dilimize kazandırılan Sağlığın
Sosyal Belirleyicileri kitabının editörlerinden ünlü İngiliz epidemiyolog
Richard G. Wilkinson ve meslekdaşı Kate Pickett editörlüğünde kaleme alınan The Spirit
Level: Why More Equal Societies Almost Always Do Better (Su Terazisi: Neden Daha Eşit Toplumlar
Daima Daha Başarılı) kitap 2009 sonunda yayınlandı (Wilkinson, 2009). Ne yazık
ki ülkemizde yeterince ses getirmeyen bu kitap, genellikle “yeni” yayınları
çevirmek moda olduğundan, en azından yakın gelecekte dilimize çevrilecek gibi
görünmüyor. Oysa yazarlar kitapta çok önemli konuları ele alıyorlar ve büyük
iddiaları var.
Yazarların en önemli iddialarından
biri şu: daha eşit toplumların, daha eşitsiz toplumlara göre daha iyi
olmalarının nedeni, daha eşit toplumlarda dezavantajlı bireylerin sayısının (ve
oranının), daha eşitsiz toplumlara göre daha az olması değildir! Eşitsiz toplumlarda eşitsizliğin zararını zenginiyle,
yoksuluyla bütün toplum çeker. Yani daha eşit toplumlarda insanlar zenginiyle,
yoksuluyla daha sağlıklı iken, eşitsiz toplumlarda insanlar zenginiyle,
yoksuluyla daha sağlıksızdır.
Şüphesiz yazarlar burada eşitlikçi
bir toplumdaki en alt tabakanın, eşitsiz toplumdaki en üst tabakadan daha sağlıklı
olduğunu iddia etmemektedirler. Yazarların anlatmak istediği, daha eşit bir
toplumdaki en yoksul katmandakilerin, daha eşitsiz bir toplumdaki en yoksul
katmandakilere ve daha eşit bir toplumdaki en zengin katmandakilerin, daha
eşitsiz bir toplumdaki en zengin katmandakilere göre ortalamada daha sağlıklı olduklarıdır.
Wilkinson ve Pickett dünyanın en
zengin ülkeleri ve ABD’nin 50 eyaletinde gelir eşitsizliğini inceleyerek, her
gelir düzeyinde daha eşitsiz toplumların şu sorunlardan mustarip olduklarını
kanıtlarıyla (birçoğu oldukça yakın zamanlarda yapılmış araştırmalar) ortaya
koyuyorlar:
• daha düşük yaşam beklentisi
• daha yüksek bebek ölüm hızı
• daha çok cinayet
• daha fazla kaygı (anksiyete)
• daha fazla mental hastalık
• daha çok ilaç ve alkol bağımlılığı
• daha fazla obezite
• daha yüksek mahkumiyet hızı
• daha az sosyal hareketlilik
• daha fazla çocuk hamileliği
• daha yüksek okul terk hızı
• okulda daha kötü performans
• daha fazla zorbalık (bullying)
Maddi yaşam standardı eşiği
İnsanlar binlerce yıldır yaşam
kalitelerini arttırmanın en iyi yolunun maddi yaşam koşullarını iyileştirmek
olduğuna inandılar ve yaşamları boyunca sürekli daha fazla kazanmayı
yaşamlarının neredeyse tek amacı haline getirdiler. Gerçekten de barınma ve
beslenme gibi temel gereksinimleri karşılanan insanların daha sağlıklı, daha
uzun ve daha kaliteli bir yaşam sürdürdükleri, kendilerini daha mutlu
hissettikleri kimse için bir sır değildi. Ancak bunun bir sınırı olduğu yirminci yüzyılda ortaya çıktı.
Yirminci yüzyıl, insanlık tarihinde
şimdiye dek görülmedik bir zenginleşmeye
tanıklık etti. Dünyanın en yoksul uluslarının dahi maddi yaşam koşullarında
geçen yüzyıllarla kıyaslanamayacak ölçüde büyük iyileşmeler sağlandı. Bu sayede
dünyanın bütün coğrafyalarında bebek ölüm hızlarında dramatik düşüşler
yaşanırken, buna paralel olarak yaşam beklentileri bir önceki yüzyılla dahi
kıyaslanamayacak ölçüde arttı. Fakat Grafik 1’e daha yakından bakıldığında
bütün bunların kişi başına düşen milli gelirin 10 bin dolar civarına erişmesiyle
birlikte duraklamaya girdiği görülmektedir. Bu noktadan sonra milli gelir ne
kadar artarsa artsın, maddi yaşam koşullarındaki iyileşme kendisini yaşam
beklentisinde artış olarak göstermemektedir. Hatta kişi başına düşen milli
gelirin 40 bin dolar olduğu Norveç ve Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD)
yaşam beklentisi, bu gelirin 30 bin dolar civarında olduğu Japonya, Avustralya,
İsveç ve Kanada gibi ülkelerin gerisinde kaldığı görülmektedir. Kuşkusuz çok
daha çarpıcı olan, ABD’nin yaşam beklentisinin, kişi başına düşen milli geliri
10 bin doların altında olan Küba ve Kosta Rika gibi yoksul ülkelerin gerisinde
kalmasıdır.
Grafik 1. Kişi başına düşen milli gelir ile yaşam beklentisi
arasındaki ilişki.
Kaynak: Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın 2006
İnsani Gelişme Raporu’ndan aktaran Wilkinson, 2009: 7.
Benzer bir durum mutluluk için de geçerlidir. İnsanlar binlerce yıldır mutluluk
düzeylerindeki iyileşmeyi de maddi durumlarının iyileşmesine bağlamışlardır.
Oysa aynı yaşam beklentisinde olduğu gibi mutluluk da, kişi başına düşen milli
gelir bir noktaya eriştiğinde sabit kalmaya başlamaktadır (Bkz Grafik 2).
Grafik 2. Kişi başına düşen milli gelir ile mutluluk
arasındaki ilişki.
Kaynak: Dünya Bankası’nın 2006 yılı Dünya Kalınma
Belirteçleri’nden aktaran Wilkinson, 2009: 9.
Dünya Bankası’nın mutluluk
araştırmalarında kişi başına düşen milli gelirleri ABD’nin onda birinden dahi
az olan bazı Afrika (Tanzanya, Mısır), Güneydoğu Asya (Vietnam, Endonezya) ve
Latin Amerika (El Salvador) ülkelerinde insanların Amerikalılardan daha mutlu
bulunması şaşırtıcıdır. Aynı yaşam beklentisinde olduğu gibi mutlulukta da
insanlar temel gereksinimleri (barınma, beslenme vb) karşılandığı andan
itibaren belli bir düzeye erişmekte, daha sonra bu düzey maddi yaşam
koşullarının daha da iyileşmesiyle artış göstermemektedir.
Bu durumu şöyle açıklamak mümkündür:
aç insan için bir somun ekmek her şeydir; fakat bir somun ekmeğe ulaşıp
açlığını giderdikten sonra on somun ekmeğe daha sahip olması mutluluk düzeyinde
anlamlı bir artış getirmemektedir. Aynı durum bütün maddi varlıklar (araba,
renkli TV vb) için de geçerlidir. Yani insanların daha sağlıklı ve uzun, daha
kaliteli ve mutlu bir yaşam sürebilmeleri için gerekli bir eşik vardır ve bu eşik aşıldıktan sonra maddi yaşam standardının
daha fazla yükselmesi insanların yaşamında fazla bir değişiklik
yaratmamaktadır.
Eşitsizliklerin rolü
Maddi yaşam koşullarının daha fazla
iyileşmesinin belli bir eşiğin üzerine çıkıldıktan sonra sağlık ve mutluluk
üzerine çok etkili olmadığı sonucuna, ülkeler arasındaki kıyaslamalardan ulaşılmıştır. Ancak ülkeler içindeki duruma bakıldığında gelir
eşitsizliklerinin ülkeler arasında olduğundan çok farklı bir eğilim içinde
olduğu görülür.
Dünyada gelir eşitsizliği bakımından
en önde gelen ülkeler arasında yer alan ABD’de, Amerikalıların oturdukları
semtler gelirlerine göre keskin sınırlarla birbirinden ayrılmıştır. Amerikalıların ikametgahlarının posta kodları
evlerin gelirlerine göre sınıflandırıldığında ölüm hızlarının semtler
yoksullaştıkça arttığı görülmektedir (Bkz: Grafik 3).
Grafik 3. Hane halkı gelir düzeyi ile ölüm hızları arasındaki
ilişki.
Kaynak: Wilkinson, 2009: 13.
Bu tablo gelir eşitsizliği bulunan
bütün toplumlarda görülmektedir, ancak gelir eşitsizliğinin ABD’deki gibi çok
yüksek olduğu toplumlarda grafiğin eğimi
Grafik 3’deki gibi oldukça dik iken,
daha eşitlikçi toplumlarda (İskandinav ülkeleri gibi) bu eğim daha yumuşaktır.
Ülkeler içinde insanların sağlığı ve mutluluğu gelirleriyle ilişkilidir. Daha zengin olanlar ortalama olarak aynı
toplumdaki yoksullardan daha sağlıklı ve daha mutludur. Oysa bu ilişki ülkeler arasında kaybolmaktadır. Amerikalı bir yoksul (yılda 12 bin dolar
kazanır) ve Ganalı orta sınıf birinin yaşam beklentileri karşılaştırıldığında,
Amerikalı yoksulun muhtemelen Ganalı orta sınıf bireyden (yılda 9 bin kazanır)
daha fazla maddi olanağa sahip olduğu görülür. Amerikalı yoksulun arabası, TV
seti, büyük bir dairesi ve diğer eşyaları varken, Ganalı orta sınıf bireyin
yoktur. Aslında dünya tek bir toplum olarak kabul edilse Amerikalı yoksul,
dünyanın orta sınıf insanı ve Ganalı orta sınıf birey (örneğin hekim), dünyanın
yoksulu olurdu. Fakat Amerikalı yoksulun yaşam beklentisi, bu gerçeğe karşın,
Ganalı orta sınıf bireyden daha (tam olarak iki yıl) kısadır (Navarro, 2004: 29
– 30).
Bu durumun akla yakın bir açıklaması
olabilir: zengin toplumlarda asıl sorun, gelir düzeyi ve yaşam standardı değil,
sizin kendinizi toplumdaki diğer insanlarla nasıl kıyasladığınız olabilir. Yani
örneğimizdeki yoksul Amerikalı kendisini uzaklardaki Ganalı hekimle değil,
yakınındaki diğer Amerikalılarla kıyaslamakta, Amerikan toplumundaki hiyerarşi
içinde bulunduğu yere bakmaktadır.
Yoksulluk mu? Eşitsizlik mi?
Bir dizi ülke Grafik 4’te gelir
dağılımındaki eşitsizliğin boyutuna göre sıralanmıştır. Ülke içinde gelir
eşitsizliğinin boyutu, o ülkedeki en zengin yüzde 20’lik dilimde yer alan
insanlarının gelirlerinin, en yoksul yüzde 20’lik dilimde yer alan insanların
gelirlerinin kaç katı olduğu hesaplanarak bulunmaktadır. Eşitlikçi toplumlarda
(örneğin Küba) toplumun bireyleri arasında böyle gelir eşitsizlikleri
bulunmazken, ABD’de en zengin yüzde 20’lik dilimin geliri, en yoksul yüzde
20’lik dilimin gelirinin 8 katından fazladır (Türkiye’de de durum buna
yakındır). Oysa Japonya ve kimi İskandinav ülkeler de eşitsiz toplumlar
olmalarına rağmen, vergi düzenlemeleri ve sosyal devlet uygulamaları yolu ile
zenginlerden yoksullara kaynak aktarılarak bu uçurum daraltılmaktadır (bu
konuda daha geniş bir tartışma için bkz: Akalın, 2014).
Grafik 4. Gelir eşitsizliği
Kaynak: Birleşmiş Milletler Kalkınma
Programı’nın 2006 İnsani Gelişme Raporu’ndan aktaran Wilkinson, 2009: 17.
Değerlendirme
Wilkinson ve Pickett’in çalışmasına
yönelik eleştiriler geniş bir yelpazeye yayılıyor. Kimi yazarlar çok haklı olarak Su Terazisi’nde sınıf yerine gelir değişkeninin esas alındığını, oysa gelir değişkeninin
insanların zenginlik ve statüleri hakkında fikir vermek konusunda yeterli
olmadığını ileri sürmektedirler (Goldthorpe, 2009: 733). Kimi yazarlar ise Su
Terazisi’nde olduğu gibi birçok sosyal sorunun bir nedene bağlanıp, bunların da
gelir dağılımında iyileştirmelerle düzeltilebileceği düşüncesinin sosyal
demokrat politikacıların çok hoşuna gidebileceğini, oysa Su Terazisi’nde yazarların
seçmecilik yaparak aksi kanıtlara yer vermediklerini iddia etmektedirler
(Sanandaji, 2010).
Aslında eleştirilere ve eleştirdikleri
konulara daha yakından bakıldığında, tartışmanın bilimsel olmaktan çok politik bir nitelikte olduğu açıkça
görülmektedir. Eşitlikçi düşüncelere sahip yazarlar kitabı överken, toplum
içindeki eşitsizliklerin “doğal”
olduğuna inanan yazarlar kitabın bulgularına şüphe düşürmeye çalışmaktadırlar. Bu
yönüyle tartışmanın, 19. yüzyılın ikinci yarısında Robert Koch’un tüberküloz
basilini keşfinden sonra başlayan bir tartışmanın günümüzdeki devamı olduğunu
söyleyebiliriz. Koch ve destekçileri tüberküloza tüberküloz basilinin neden
olduğunu ve bu nedenle tıbbın bu basille mücadele etmesi gerektiğini
savunurken; Rudolf Virchow ve destekçileri tüberküloz basilinin bir bireyde
tüberküloz hastalığının ortaya çıkması için gerekli
olduğunu fakat yeterli olmadığını,
nitekim her tüberküloz basili taşıyanda basilin hastalık oluşturmadığını,
basilin barınma ve beslenme koşulları iyi olmayan, vücut dirençleri düşük bireylerde
hastalık oluşturduğunu, bu nedenle tıbbın yalnızca basille değil, basilin hastalık ürettiği koşullarla da
mücadele etmesi gerektiğini savunmuşlardır.
“Toplumcu
tıp tarihi, sağlığı/hastalıkları belirleyen etmenleri doğa-üstü güçlerde
arayanlar ve biyoloji içinde hapsetmeye çalışanlarla, sağlığın/hastalıkların
toplumsal belirleyicilerini gün yüzüne çıkartmaya çaba gösterenler arasındaki
ardıcıl savaşımın tarihidir” (Akalın, 2013).
Akif Akalın
Kaynaklar
Akalın, MA. (2013). Toplumcu Tıbba Giriş. İstanbul:
Yazılama.
Akalın, MA. (2014). Yoksulluk Değil Eşitsizlik Hasta Ediyor.
İnsan Bu. 10 Ocak 2014.
http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1316
http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1316
Aksakal, A. (2007). Ceo’lar Makası Açıyor! Capital Online, 1 Aralık 2007.
Goldthorpe, JH. (2010). Analysing
Social Inequality: A Critique of Two Recent Contributions from Economics and
Epidemiology. European Sociological Review, 26 (6): 731 – 744.
Navarro, V. (2004). Inequalities are
Unhealthy. Monthly Review, 56(2): 26 – 30.
Nolan, B., Salverda, W., D. Checchi, I. Marx, A.
Mcknight, I. Gy. Tóth, H. G. van de Werfhorst (eds.) (2014),
Changing Inequalities and Societal Impacts in Rich Countries. Thirty Countries'
Experiences, Oxford: Oxford University Press.
Sanandaji, N., Malm, A. ve Sanandaji, T. (2010). The Spirit Illusion A critical analysis of
how “The Spirit Level” compares countries. www.taxpayersalliance.com.
Yıldızoğlu, E. (2014). Yine Bir Şey mi Olacak?
Cumhuriyet, 12 mart 2014.
http://www.qoshe.com/cumhuriyet/ergin-yildizoglu/yine-bir-sey-mi-olacak/128119
http://www.qoshe.com/cumhuriyet/ergin-yildizoglu/yine-bir-sey-mi-olacak/128119
Whitehead, M. (1992). Eşitlik ve Sağlık: Kavram ve
İlkeler. Ankara: TTB Yayını.
Wilkinson, R. ve Pickett, K. (2009). The Spirit Level:
Why More Equal Societies Almost Always Do Better. New York: Bloomsbury Press.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder