Translate

14 Mart 2014 Cuma

Eşitsizlikler zenginlerin de sorunu

Eskiden eşitsizlikler dendiğinde akla hemen Sahra-altı Afrika veya Güneydoğu Asya ülkeleri gelir, eşitsizliklerin sağlık ve diğer çıktılar üzerine etkileri analiz edilirken bu ülkelerden örnekler verilirdi (bkz: Whitehead, 1992). Son yıllarda eşitsizliklere ilişkin literatürün odağında dramatik bir değişim yaşanıyor: Günümüzde eşitsizlikleri inceleyen yazarlar dünyanın en zengin ülkeleri üzerine yazmaya başladılar. 



Geçtiğimiz günlerde İngiltere’de dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer alan 30 ülkede (Kıbrıs ve Malta hariç 25 Avrupa Birliği ülkesi ve Kanada, Kore, Avustralya, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri) ekonomik eşitsizliklerin etkilerini değerlendiren bir kitap daha yayınlandı: Changing Inequalities and Societal Impacts in Rich Countries. Thirty Countries' Experience (Nolan, 2014). Kuşkusuz eşitsizlikler konusunun odağına zengin ülkelerin yerleşmesinde 2007/2008 krizinin büyük bir payı var. Aradan 7 yıla yakın bir süre geçmesine karşın krizin boyutları üzerine tartışmalar sona ermiş değil. Dahası kimileri krizden çıkılmaya başlandığını söylerken, kimileri “yeni bir patlama” bekliyorlar (bkz: Yıldızoğlu, 2014).

Daha ileri gitmeden önce birkaç uyarı yapmak isterim: bu makalede üzerine konuşacağımız ülkelerin hepsi kapitalist, yani doğaları gereği eşitsiz ülkeler. Bu ülkelerde üretim araçları üzerinde özel mülkiyete izin verildiği için, mülk sahibi insanlar, mülksüzlere göre daha zenginler ve yine kapitalizmin doğası gereği zenginler daha zenginleşirken, yoksullar daha yoksullaşmaya devam ediyorlar. Kuşkusuz kapitalist ülkelerin hepsi için durum aynı değil ve aralarında ülke içindeki eşitsizliklerin boyutu bakımından çok büyük farklılıklar var. Örneğin dünyanın en eşitsiz ülkelerinden biri olan ABD, hemen kuzey komşusu Kanada ile kıyaslandığında, Kanada eşitsizlikler bağlamında sütten çıkmış ak kaşık gibi görünebiliyor. Oysa Kanada eşitsizlikler bağlamında İskandinav ülkeleriyle kıyaslandığında kaşığın pek de temiz olmadığı hemen göze çarpıyor. Fakat Kanada’nın da, Avrupa’nın en eşitlikçi ülkeleri olan İskandinav ülkelerinin de, son tahlilde özünde eşitsizlikler üzerine kurulmuş ülkeler olduğunu unutmamak gerekir.

İkincisi, kapitalist ülkelerde doğaları gereği gördüğümüz eşitsizlikler geçen yüzyılda da vardı, fakat 20. yüzyılda bu ülkelerin büyük çoğunluğu tarafından izlenen sosyal devlet (welfare) politikaları nedeniyle bugün olduğu kadar görünür değildi. Günümüzde eşitsizlikleri daha görünür hale getiren, eşitsizlik uçurumunun inanılmaz boyutlara ulaşmış olmasıdır. Artık bu ülkelerde zenginler, birçoklarımızın gerçekten aklının alamayacağı kadar zengin, yoksullar da aynı şekilde birçoğumuzun kabullenemeyeceği kadar yoksul. Yaklaşık 50 yıl önce, 1965 yılında Amerika’nın en büyük şirketlerinin CEO’ları, ortalama bir çalışanın 24 katı kadar kazanıyorlardı. Bu rakam 1970’lerin başına kadar bir miktar yükseldi, ancak sonraki dönemde, özellikle de 1980 sonrasında patlamaya başladı. 1978 yılındaki 35 kattan sonra, 1989 yılında 81 kat yakalandı. Ekonomideki patlama ve yeni ekonominin yükselmesi nedeniyle, 2000 yılında CEO ile ortalama çalışan ücreti arasındaki fark 300’e ulaştı (Aksakal, 2007).

Eşitsizliğin sağlık maliyeti

Ekonomik eşitsizliklerin sağlık üzerine etkilerini ele alan en kapsamlı çalışmalardan biri de yine İngiltere’den çıktı. Daha önce İNSEV tarafından dilimize kazandırılan Sağlığın Sosyal Belirleyicileri kitabının editörlerinden ünlü İngiliz epidemiyolog Richard G. Wilkinson ve meslekdaşı Kate Pickett editörlüğünde kaleme alınan The Spirit Level: Why More Equal Societies Almost Always Do Better (Su Terazisi: Neden Daha Eşit Toplumlar Daima Daha Başarılı) kitap 2009 sonunda yayınlandı (Wilkinson, 2009). Ne yazık ki ülkemizde yeterince ses getirmeyen bu kitap, genellikle “yeni” yayınları çevirmek moda olduğundan, en azından yakın gelecekte dilimize çevrilecek gibi görünmüyor. Oysa yazarlar kitapta çok önemli konuları ele alıyorlar ve büyük iddiaları var.

Yazarların en önemli iddialarından biri şu: daha eşit toplumların, daha eşitsiz toplumlara göre daha iyi olmalarının nedeni, daha eşit toplumlarda dezavantajlı bireylerin sayısının (ve oranının), daha eşitsiz toplumlara göre daha az olması değildir! Eşitsiz toplumlarda eşitsizliğin zararını zenginiyle, yoksuluyla bütün toplum çeker. Yani daha eşit toplumlarda insanlar zenginiyle, yoksuluyla daha sağlıklı iken, eşitsiz toplumlarda insanlar zenginiyle, yoksuluyla daha sağlıksızdır.

Şüphesiz yazarlar burada eşitlikçi bir toplumdaki en alt tabakanın, eşitsiz toplumdaki en üst tabakadan daha sağlıklı olduğunu iddia etmemektedirler. Yazarların anlatmak istediği, daha eşit bir toplumdaki en yoksul katmandakilerin, daha eşitsiz bir toplumdaki en yoksul katmandakilere ve daha eşit bir toplumdaki en zengin katmandakilerin, daha eşitsiz bir toplumdaki en zengin katmandakilere göre ortalamada daha sağlıklı olduklarıdır.

Wilkinson ve Pickett dünyanın en zengin ülkeleri ve ABD’nin 50 eyaletinde gelir eşitsizliğini inceleyerek, her gelir düzeyinde daha eşitsiz toplumların şu sorunlardan mustarip olduklarını kanıtlarıyla (birçoğu oldukça yakın zamanlarda yapılmış araştırmalar) ortaya koyuyorlar:

• daha düşük yaşam beklentisi
• daha yüksek bebek ölüm hızı
• daha çok cinayet
• daha fazla kaygı (anksiyete)
• daha fazla mental hastalık
• daha çok ilaç ve alkol bağımlılığı
• daha fazla obezite
• daha yüksek mahkumiyet hızı
• daha az sosyal hareketlilik
• daha fazla çocuk hamileliği
• daha yüksek okul terk hızı
• okulda daha kötü performans
• daha fazla zorbalık (bullying)

Maddi yaşam standardı eşiği

İnsanlar binlerce yıldır yaşam kalitelerini arttırmanın en iyi yolunun maddi yaşam koşullarını iyileştirmek olduğuna inandılar ve yaşamları boyunca sürekli daha fazla kazanmayı yaşamlarının neredeyse tek amacı haline getirdiler. Gerçekten de barınma ve beslenme gibi temel gereksinimleri karşılanan insanların daha sağlıklı, daha uzun ve daha kaliteli bir yaşam sürdürdükleri, kendilerini daha mutlu hissettikleri kimse için bir sır değildi. Ancak bunun bir sınırı olduğu yirminci yüzyılda ortaya çıktı.

Yirminci yüzyıl, insanlık tarihinde şimdiye dek görülmedik bir zenginleşmeye tanıklık etti. Dünyanın en yoksul uluslarının dahi maddi yaşam koşullarında geçen yüzyıllarla kıyaslanamayacak ölçüde büyük iyileşmeler sağlandı. Bu sayede dünyanın bütün coğrafyalarında bebek ölüm hızlarında dramatik düşüşler yaşanırken, buna paralel olarak yaşam beklentileri bir önceki yüzyılla dahi kıyaslanamayacak ölçüde arttı. Fakat Grafik 1’e daha yakından bakıldığında bütün bunların kişi başına düşen milli gelirin 10 bin dolar civarına erişmesiyle birlikte duraklamaya girdiği görülmektedir. Bu noktadan sonra milli gelir ne kadar artarsa artsın, maddi yaşam koşullarındaki iyileşme kendisini yaşam beklentisinde artış olarak göstermemektedir. Hatta kişi başına düşen milli gelirin 40 bin dolar olduğu Norveç ve Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) yaşam beklentisi, bu gelirin 30 bin dolar civarında olduğu Japonya, Avustralya, İsveç ve Kanada gibi ülkelerin gerisinde kaldığı görülmektedir. Kuşkusuz çok daha çarpıcı olan, ABD’nin yaşam beklentisinin, kişi başına düşen milli geliri 10 bin doların altında olan Küba ve Kosta Rika gibi yoksul ülkelerin gerisinde kalmasıdır.

Grafik 1. Kişi başına düşen milli gelir ile yaşam beklentisi arasındaki ilişki.


Kaynak: Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın 2006 İnsani Gelişme Raporu’ndan aktaran Wilkinson, 2009: 7.

Benzer bir durum mutluluk için de geçerlidir. İnsanlar binlerce yıldır mutluluk düzeylerindeki iyileşmeyi de maddi durumlarının iyileşmesine bağlamışlardır. Oysa aynı yaşam beklentisinde olduğu gibi mutluluk da, kişi başına düşen milli gelir bir noktaya eriştiğinde sabit kalmaya başlamaktadır (Bkz Grafik 2).

Grafik 2. Kişi başına düşen milli gelir ile mutluluk arasındaki ilişki.


Kaynak: Dünya Bankası’nın 2006 yılı Dünya Kalınma Belirteçleri’nden aktaran Wilkinson, 2009: 9.

Dünya Bankası’nın mutluluk araştırmalarında kişi başına düşen milli gelirleri ABD’nin onda birinden dahi az olan bazı Afrika (Tanzanya, Mısır), Güneydoğu Asya (Vietnam, Endonezya) ve Latin Amerika (El Salvador) ülkelerinde insanların Amerikalılardan daha mutlu bulunması şaşırtıcıdır. Aynı yaşam beklentisinde olduğu gibi mutlulukta da insanlar temel gereksinimleri (barınma, beslenme vb) karşılandığı andan itibaren belli bir düzeye erişmekte, daha sonra bu düzey maddi yaşam koşullarının daha da iyileşmesiyle artış göstermemektedir.
 
Bu durumu şöyle açıklamak mümkündür: aç insan için bir somun ekmek her şeydir; fakat bir somun ekmeğe ulaşıp açlığını giderdikten sonra on somun ekmeğe daha sahip olması mutluluk düzeyinde anlamlı bir artış getirmemektedir. Aynı durum bütün maddi varlıklar (araba, renkli TV vb) için de geçerlidir. Yani insanların daha sağlıklı ve uzun, daha kaliteli ve mutlu bir yaşam sürebilmeleri için gerekli bir eşik vardır ve bu eşik aşıldıktan sonra maddi yaşam standardının daha fazla yükselmesi insanların yaşamında fazla bir değişiklik yaratmamaktadır.  

Eşitsizliklerin rolü

Maddi yaşam koşullarının daha fazla iyileşmesinin belli bir eşiğin üzerine çıkıldıktan sonra sağlık ve mutluluk üzerine çok etkili olmadığı sonucuna, ülkeler arasındaki kıyaslamalardan ulaşılmıştır. Ancak ülkeler içindeki duruma bakıldığında gelir eşitsizliklerinin ülkeler arasında olduğundan çok farklı bir eğilim içinde olduğu görülür.

Dünyada gelir eşitsizliği bakımından en önde gelen ülkeler arasında yer alan ABD’de, Amerikalıların oturdukları semtler gelirlerine göre keskin sınırlarla birbirinden ayrılmıştır.  Amerikalıların ikametgahlarının posta kodları evlerin gelirlerine göre sınıflandırıldığında ölüm hızlarının semtler yoksullaştıkça arttığı görülmektedir (Bkz: Grafik 3).

Grafik 3. Hane halkı gelir düzeyi ile ölüm hızları arasındaki ilişki.


Kaynak: Wilkinson, 2009: 13.

Bu tablo gelir eşitsizliği bulunan bütün toplumlarda görülmektedir, ancak gelir eşitsizliğinin ABD’deki gibi çok yüksek olduğu toplumlarda grafiğin eğimi Grafik 3’deki gibi oldukça dik iken, daha eşitlikçi toplumlarda (İskandinav ülkeleri gibi) bu eğim daha yumuşaktır.

Ülkeler içinde insanların sağlığı ve mutluluğu gelirleriyle ilişkilidir. Daha zengin olanlar ortalama olarak aynı toplumdaki yoksullardan daha sağlıklı ve daha mutludur. Oysa bu ilişki ülkeler arasında kaybolmaktadır.  Amerikalı bir yoksul (yılda 12 bin dolar kazanır) ve Ganalı orta sınıf birinin yaşam beklentileri karşılaştırıldığında, Amerikalı yoksulun muhtemelen Ganalı orta sınıf bireyden (yılda 9 bin kazanır) daha fazla maddi olanağa sahip olduğu görülür. Amerikalı yoksulun arabası, TV seti, büyük bir dairesi ve diğer eşyaları varken, Ganalı orta sınıf bireyin yoktur. Aslında dünya tek bir toplum olarak kabul edilse Amerikalı yoksul, dünyanın orta sınıf insanı ve Ganalı orta sınıf birey (örneğin hekim), dünyanın yoksulu olurdu. Fakat Amerikalı yoksulun yaşam beklentisi, bu gerçeğe karşın, Ganalı orta sınıf bireyden daha (tam olarak iki yıl) kısadır (Navarro, 2004: 29 – 30).

Bu durumun akla yakın bir açıklaması olabilir: zengin toplumlarda asıl sorun, gelir düzeyi ve yaşam standardı değil, sizin kendinizi toplumdaki diğer insanlarla nasıl kıyasladığınız olabilir. Yani örneğimizdeki yoksul Amerikalı kendisini uzaklardaki Ganalı hekimle değil, yakınındaki diğer Amerikalılarla kıyaslamakta, Amerikan toplumundaki hiyerarşi içinde bulunduğu yere bakmaktadır. 

Yoksulluk mu? Eşitsizlik mi?

Bir dizi ülke Grafik 4’te gelir dağılımındaki eşitsizliğin boyutuna göre sıralanmıştır. Ülke içinde gelir eşitsizliğinin boyutu, o ülkedeki en zengin yüzde 20’lik dilimde yer alan insanlarının gelirlerinin, en yoksul yüzde 20’lik dilimde yer alan insanların gelirlerinin kaç katı olduğu hesaplanarak bulunmaktadır. Eşitlikçi toplumlarda (örneğin Küba) toplumun bireyleri arasında böyle gelir eşitsizlikleri bulunmazken, ABD’de en zengin yüzde 20’lik dilimin geliri, en yoksul yüzde 20’lik dilimin gelirinin 8 katından fazladır (Türkiye’de de durum buna yakındır). Oysa Japonya ve kimi İskandinav ülkeler de eşitsiz toplumlar olmalarına rağmen, vergi düzenlemeleri ve sosyal devlet uygulamaları yolu ile zenginlerden yoksullara kaynak aktarılarak bu uçurum daraltılmaktadır (bu konuda daha geniş bir tartışma için bkz: Akalın, 2014). 

Grafik 4. Gelir eşitsizliği


Kaynak: Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın 2006 İnsani Gelişme Raporu’ndan aktaran Wilkinson, 2009: 17.

Değerlendirme

Wilkinson ve Pickett’in çalışmasına yönelik eleştiriler geniş bir yelpazeye yayılıyor. Kimi yazarlar çok haklı olarak Su Terazisi’nde sınıf yerine gelir değişkeninin esas alındığını, oysa gelir değişkeninin insanların zenginlik ve statüleri hakkında fikir vermek konusunda yeterli olmadığını ileri sürmektedirler (Goldthorpe, 2009: 733). Kimi yazarlar ise Su Terazisi’nde olduğu gibi birçok sosyal sorunun bir nedene bağlanıp, bunların da gelir dağılımında iyileştirmelerle düzeltilebileceği düşüncesinin sosyal demokrat politikacıların çok hoşuna gidebileceğini, oysa Su Terazisi’nde yazarların seçmecilik yaparak aksi kanıtlara yer vermediklerini iddia etmektedirler (Sanandaji, 2010).

Aslında eleştirilere ve eleştirdikleri konulara daha yakından bakıldığında, tartışmanın bilimsel olmaktan çok politik bir nitelikte olduğu açıkça görülmektedir. Eşitlikçi düşüncelere sahip yazarlar kitabı överken, toplum içindeki eşitsizliklerin “doğal” olduğuna inanan yazarlar kitabın bulgularına şüphe düşürmeye çalışmaktadırlar. Bu yönüyle tartışmanın, 19. yüzyılın ikinci yarısında Robert Koch’un tüberküloz basilini keşfinden sonra başlayan bir tartışmanın günümüzdeki devamı olduğunu söyleyebiliriz. Koch ve destekçileri tüberküloza tüberküloz basilinin neden olduğunu ve bu nedenle tıbbın bu basille mücadele etmesi gerektiğini savunurken; Rudolf Virchow ve destekçileri tüberküloz basilinin bir bireyde tüberküloz hastalığının ortaya çıkması için gerekli olduğunu fakat yeterli olmadığını, nitekim her tüberküloz basili taşıyanda basilin hastalık oluşturmadığını, basilin barınma ve beslenme koşulları iyi olmayan, vücut dirençleri düşük bireylerde hastalık oluşturduğunu, bu nedenle tıbbın yalnızca basille değil, basilin hastalık ürettiği koşullarla da mücadele etmesi gerektiğini savunmuşlardır.

Toplumcu tıp tarihi, sağlığı/hastalıkları belirleyen etmenleri doğa-üstü güçlerde arayanlar ve biyoloji içinde hapsetmeye çalışanlarla, sağlığın/hastalıkların toplumsal belirleyicilerini gün yüzüne çıkartmaya çaba gösterenler arasındaki ardıcıl savaşımın tarihidir” (Akalın, 2013).

Akif Akalın


Kaynaklar

Akalın, MA. (2013). Toplumcu Tıbba Giriş. İstanbul: Yazılama.

Akalın, MA. (2014). Yoksulluk Değil Eşitsizlik Hasta Ediyor. İnsan Bu. 10 Ocak 2014.
http://www.insanbu.com/a_haber.php?nosu=1316

Aksakal, A. (2007). Ceo’lar Makası Açıyor! Capital Online, 1 Aralık 2007. 

Goldthorpe, JH. (2010). Analysing Social Inequality: A Critique of Two Recent Contributions from Economics and Epidemiology. European Sociological Review, 26 (6): 731 – 744.

Navarro, V. (2004). Inequalities are Unhealthy. Monthly Review, 56(2): 26 – 30.

Nolan, B., Salverda, W., D. Checchi, I. Marx, A. Mcknight, I. Gy. Tóth, H. G. van de Werfhorst (eds.) (2014), Changing Inequalities and Societal Impacts in Rich Countries. Thirty Countries' Experiences, Oxford: Oxford University Press.

Sanandaji, N., Malm, A. ve Sanandaji, T. (2010).  The Spirit Illusion A critical analysis of how “The Spirit Level” compares countries. www.taxpayersalliance.com.

Yıldızoğlu, E. (2014). Yine Bir Şey mi Olacak? Cumhuriyet, 12 mart 2014.
http://www.qoshe.com/cumhuriyet/ergin-yildizoglu/yine-bir-sey-mi-olacak/128119

Whitehead, M. (1992). Eşitlik ve Sağlık: Kavram ve İlkeler. Ankara: TTB Yayını.

Wilkinson, R. ve Pickett, K. (2009). The Spirit Level: Why More Equal Societies Almost Always Do Better. New York: Bloomsbury Press.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder