Bu çığır açan kitap 2009’da basıldı ve ikinci
baskısını kitaba gelen eleştirilere yanıtların bulunduğu bir notla 2010’da
yaptı. Ancak yazarların bulguları çoğu ülkenin egemen sınıflarının hoşuna
gitmediğinden medyanın çoğunluğu tarafından görmezden gelindi.
Neoliberal ekonomistler bütün yurttaşların
yaşam kalitesini yükseltmenin en iyi yolunun toplumun toplam zenginliğini
arttırmak olduğunu iddia ederler. Yazarlar bu iddianın tam aksine zenginle
yoksul arasındaki mesafe ciddi ölçüde azaldığında, ülkenin genel zenginliğinden
bağımsız olarak, toplumların her şekilde daha iyi performans gösterdiğini
buldular.
Bu duruma en iyi ve en çok gösterilen örnek ABD idi.
ABD dünyadaki bütün ülkeler içinde en yüksek
ortalama gelir düzeylerinden birine sahiptir, ancak ülke, genelde ergen
intiharları, cinayet, eğitime erişim, sosyal hareketlilik, güven, suç, sistemik
ayrımcılık, kirlilik, boşanma ve yoksulluk alanlarında oldukça kötü bir
performans göstermektedir. Bu alanlarda ABD birçok ikinci ve üçüncü dünya
ülkesinden daha iyi değildir. ABD aynı zamanda yoksullarıyla zenginleri
arasında gelir uçurumu bakımından ikincidir.
Kitap farklı ülkeler arasındaki farklılıklar
kadar ABD’deki eyaletler arasındaki farklılıklara da dikkat çekmektedir.
Amerikalılar hakkında çok sayıda güvenilir ve karşılaştırılabilir veri
bulunması ve çeşitli eyaletlerdeki yaşam kalitesi arasında oldukça büyük
farklılıkların olması yazarlara tezlerini “kapalı” bir alanda sınama fırsatı
vermiştir. Diğer bir deyişle ABD’nin eyaletlerini birbirleriyle kıyaslamak,
bulgularına Asyalı, İskandinav ve İngilizce konuşulan ülkeler arasındaki
kültürel farklılıkların neden olabileceği iddiasını çürütmüştür. Eyaletler
arası karşılaştırmalarda bulunan kanıtlar yazarların uluslararası
karşılaştırmalardan elde ettikleri bulguları desteklemektedir.
Yazarlar çeşitli toplumların “başarılarını”
ölçmekte UNICEF (Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu), WHO (Dünya Sağlık Örgütü),
UNCTAD (Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı) ve OECD (Kalkınma
ve Ekonomik İşbirliği Örgütü) gibi uluslararası yardım ve kalkınma örgütlerinin
kullandığı verilerle aynı verileri kullanmışlardır.
Analiz
alanları şunları kapsıyordu: akıl sağlığı, insani kalkınma (eğitime, sağlığa,
barınmaya erişim dahil), sosyal hareketlilik, sosyal statü, ergen gebeliği ve
doğumu, mahkumiyet, hastalık, yaşam beklentisi,
yurttaş güveni, bebek ölümü, sınıf, tüketim ve tüketicilik, diyet, madde kötüye
kullanımı, ayrımcılık, boşanma, mutluluk, kirlilik, işsizlik, din, yoksulluk,
cinsel etkinlik, cinayet ve savaş.
Bu kitapta öne çıkan en önemli kavram “toplumsal
bağlılık”tır.
Toplumsal Bağlılık bir toplumun üyeleri
arasındaki bağlılığı veya topluluk olma duygusunu tanımlar. Gelir
düzeylerindeki farklılıklar azaltıldığında toplumsal bağlılık duygusu artar.
Gündelik yaşamda bireysel odağın “önce ben” yerine “önce biz” yaklaşımına
dönüşmesiyle birlikte devlet politikalarında da “önce biz” yaklaşımı
desteklenir. Toplumsal bağlılık düzeyinin yüksek olduğu bir toplumda yaşayan bir
birey muhtemelen toplumunun diğer üyeleriyle benzer deneyimlere, düşlere ve
hedeflere sahip olacaktır. Muhtemelen bu bireyler gıda ve barınma gibi temel
gereksinimlere daha ucuza ulaşabilecekler ve zenginlik ve sosyal statü yerine
kişisel yeteneklere dayalı fırsatlara daha fazla erişebileceklerdir.
Kapitalistler ve libertaryenler gelir
eşitsizliğinin insanları başarılı ve rakiplerinden daha yaratıcı olmak için “yenilikçi”
olmaya zorlayan toplumsal gerçeklerden biri olduğunu iddia ederler; çevrede çok
sayıda aşırı varlıklı insan olmasının göreli olarak hiçbir şeye sahip
olmayanlar için muhteşem bir güdüleyici olduğu varsayılır. Ancak yazarlar “bir
milyon kişi başına düşen patent” analizi ile bu iddiayı da yerle bir ediyorlar
ve ABD, İngiltere, Avustralya, Portekiz ve Singapur’un dünyada eşitsizlik
düzeyinin en yüksek olduğu ülkeler olmasına karşın, en kötü 10 patent üreticisi
arasında olduklarını gösteriyorlar. Aksine eşitsizlik düzeylerinin daha düşük
olduğu ülkelerin patent alma hızları daha yüksektir. Örneğin Finlandiya’da
patent alma hızları, ABD’ninkinden 30 kar daha yüksektir. İrdelenen 23 ülke
arasında ABD eşitsizlik düzeyinin en yüksek olduğu ikinci ülke iken, Finlandiya
eşitsizlik düzeyinin en düşük olduğu ikinci ülkedir. Bu kanıt daha fazla gelir
eşitliğinin, yenilikçiliği ve yaratıcılığı daha çok güçlendirdiğini açıkça
göstermektedir.
Ancak kanıtlar yalnızca sosyo-ekonomik
merdivenin en altındaki insanların yaşam kalitelerindeki iyileşmeleri göstermiyor.
Gelirlerin daha eşit olduğu ülkelerdeki en varlıklıların aynı zamanda daha iyi
bir yaşam kalitesine sahip oldukları bildirilmiştir; bu varlıklı insanlar da yurttaşlarına
daha fazla güvenmekte, aile ve toplum ilişkileri daha iyi olmakta, daha uzun
yaşamakta ve neticede toplumda yaşayan herkesi belli bir derecede etkileyen
diğer olumsuzlukların ve suç oranlarının daha düşük olduğu toplumlarda
yaşamaktadırlar.
Yazarlar ülkeleri karşılaştırırlarken Dünya
Bankası’nın dünyanın en zengin 50 ülkesi listesini kullanmışlar ve nüfusu üç
milyonun altındaki ülkeler ile yeterli kıyaslanabilir verileri olmayan ülkeleri
bu listeden çıkartmışlardır. Cayman Adaları gibi küçük ülkelerin çoğu,
zenginlikleri büyük ölçüde kendilerini vergi cenneti haline getiren vergilendirme
politikaları nedeniyle çalışma dışında bırakılmışlardır. Böylece listede 23
ülke kalmıştır. Ekoloji, kirlilik ve insani kalkınma alanlarındaki bütün
ülkeleri kapsayan uluslararası çalışmalardan da yararlanılmıştır.
Kısaca kitap toplumsal bağlılığın daha fazla
olduğu ülkelerin daha iyi performans sergileme eğilimlerini göstermektedir: Norveç,
İsveç, İsviçre, Finlandiya, Danimarka, Hollanda ve Japonya analiz edilen birçok
faktör bakımından dünyaya önderlik etmektedir. Kitap aynı zamanda ABD,
İngiltere, Avustralya, Yeni Zelanda, İsrail, Singapur ve Portekiz’in en kötü
ülkeler arasında olduğunu göstermektedir. Kanada genellikle hem göreli gelir
eşitliği bakımından, hem de olumlu/olumsuz çıktılar bakımından ortalara yakın
bir yerlerde performans sergilemektedir; bu da yine yazarların gelir
eşitsizliğini toplumsal bağlılıkla ilişkilendiren hipotezlerini geçerli
kılmaktadır.
Kitap yayınlandığından beri daha ileri
çalışmalar, bir kişi ne kadar varlıklıysa o kadar çok yalan söylediğine,
aldattığına ve yasalara aykırı davrandığına ilişkin çok sayıda kanıt
üretmiştir. Bu çalışmalar esas olarak Kaliforniya’da yapılmıştır ve toplumsal
cinsiyet, yaş ve inanç gibi faktörler dikkate alınmıştır. Su Terazisi’nin
tezleriyle ilişkili olarak, neden toplumsal bağlılığın daha fazla olduğu bir
toplumda daha az yalancı, düzenbaz ve kanunlara karşı gelen bireyler olduğunu anlamayı
daha da kolaylaştırmaktadır.
Kitap sınıfsız toplumun daha üretken,
tatminkar, yenilikçi ve insani bir toplum olduğuna ilişkin ekonomik argüman
oluşturmakta başarılıdır. Aynı zamanda gelir bakımından daha eşit ülkelerin,
kaliteli bir yaşam sunarlarken, karbon ayak-izlerini azaltmakta da dünya lideri
olabileceklerini de göstermektedir. Marx ve Engels’in zamanından beri bu mesajı
öğütleyenler için, kuramsal varsayımlarımızın geçerliliğini göstermek için
kapsamlı bir 21. yüzyıl istatistiksel kanıt yığınına sahip olmak hoş bir şey.
Peter Kerek
Kaynak:
People’s Voice. March 16-31, 2014. Vol. 22, No. 5. http://www.peoplesvoice.ca/Pv16mr14.html#MWHY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder