Geleneksel işyeri hekimliği
yaklaşımı, işçinin işyeri ortamında maruz kaldığı fiziksel, kimyasal ve
biyolojik maruziyetlere odaklanmıştır. Üretim tarzının ve üretim ilişkilerinin
işçi sağlığı üzerine etkileri genellikle ihmal edilmiş, işçi sağlığı ve iş
güvenliği çalışmaları ağırlıklı olarak “ortam ölçümlerine” dayalı risk
değerlendirmeleri üzerinden yürütülmüştür. Günümüzde işçi sağlığının geleneksel
“iş kazaları ve meslek hastalıkları” kalıplarına sığmadığı, çalışma yaşamının
“mesleki” olduğu düşünülmeyen hastalıklara ve sağlık sorunlarına da önemli
katkılarda bulunduğu anlaşılmıştır.
Kökenlerini bizzat üretim tarzından,
üretim ilişkilerinden ve üretimin örgütlenmesinden alan psiko-sosyal etkenler,
birçok bedensel ve ruhsal hastalığın oluşumuna veya gelişimine katkıda
bulunmakta ve sağlıkta sınıfsal eşitsizliklerin önemli bir bileşenini
oluşturmaktadır. Çalışma ortamının örgütlenmesinin emekçiler üzerinde
oluşturduğu stres, birçok farklı mekanizma üzerinden emekçilerin sağlığını
olumsuz etkilemekte ve özellikle kronik hastalıklara karşı daha savunmasız
kalmalarına yol açmaktadır.
Emekçiler ve koroner kalp hastalıkları
Geleneksel olarak koroner kalp hastalıkları (KKH) “zengin” hastalığı olarak tanımlanmıştır. Kardiyoloji kitaplarında vaka tanımlarında genellikle ağır stres altında, diyetine özen göstermeyen, tütün ve alkol alışkanlıkları bulunan “iş adamları” örnek verilir. Oysa dünyanın birçok coğrafyasında yapılan epidemiyolojik çalışmalar, sosyal hiyerarşide aşağılara inildikçe hastalık oranlarının yükseldiğini ve KKH’larının iş adamlarından çok, emekçi hastalığı olduğunu ortaya koymuştur.
Ancak epidemiyolojik çalışmaların ortaya koyduğu fakat gözlerden kaç(ırıl)an bir başka gerçek daha vardır. KKH nedeniyle ölümler, eski SSCB ve doğu Avrupa ülkelerinde hızla yükselmektedir. Öyle ki, günümüzde Avrupa’nın doğusundaki ülkelerle, batısındaki ülkeler arasındaki altı yıllık doğuştan yaşam beklentisi farkının yarısından fazlası KKH başta olmak üzere kalp ve damar hastalıklarına atfedilmektedir. Eski SSCB ve doğu Avrupa ülkelerinde 1990’lardan itibaren üretim tarzı ve üretim ilişkilerinin “değişmiş” olmasının, emekçilerde KKH’na bağlı mortalitenin dramatik artışıyla ilişkisi bilimsel araştırmaların konusu olmalıdır.
Psiko-sosyal ortam
Psiko-sosyal ortam veya işin örgütlenme tarzı, bireyin iyilik hali, üretkenlik ve kendisini iyi hissetme gereksinimini karşılamak için mevcut sosyo-yapısal fırsatlar olarak tanımlanmaktadır. Kendini iyi hissetmenin iki yönü, “özyeterlilik ve özsaygı”, sağlık ve iyilik hali için önemlidir.
Özyeterlilik, bireyin iş başarabilme becerisine inancıdır. Bireye özyeterlilik sağlayan psiko-sosyal ortam, bireyin işi üzerinde kontrol hissetmesine ve kendi becerilerini kullanabilmesine olanak verir. Özyeterlilik sağlayan çalışma ortamları emekçinin sağlık ve iyilik haline olumlu katkılarda bulunurken, kısıtlayıcı ve emekçinin işi üzerine kontrolünü sınırlayan çalışma ortamları tam tersi bir etkide bulunur.
Özsaygı, bireyin kendisine saygı duyması, kendisini değerli hissetmesidir. Emekçinin başardığı işlere ilişkin aldığı olumlu geri-bildirimler, ürettiği üründe kendi emeğini görebilmesi, emekçide ait olma, onay ve başarı duygularını güçlendirerek sağlığı ve iyiliğine olumlu katkıda bulunur. Emekçilere bu olanağı tanımayan iş örgütlenmeleri ve üretim ilişkileri ise tam ters bir etki gösterir.
Özetle psikos-sosyal ortam emekçilerin sosyal fırsat yapısı ile olumlu özyeterlilik ve özsaygı gereksinimleri arasında köprü oluşturur. Bunu açıklayan iki kuramsal model vardır: talep-kontrol modeli ve emek-ödül dengesizliği modeli.
Talep-kontrol modeli
Stresle ilişkili hastalıkların artışında çalışma ortamının aşırı psikolojik talepleri ve emekçinin karar verme serbestisinin olmayışı önemli rol oynar. Parça başı çalışma ve montaj hattı, emekçiler üzerinde ağır psikolojik yükler oluşturmakta ve karar verme serbestilerini neredeyse sıfıra indirmektedir. Emekçinin işi üzerine kontrolünün çok sınırlı olduğu veya hiç olmadığı işler, emekçinin becerilerini geliştirmesine ve kullanmasına da olanak tanımamaktadır. Geçici işler ve esnek istihdam modelleri, emekçinin belli bir beceride uzmanlaşmasını engellemekte ve özyeterlilik ve özsaygı kazanabilmesini olanaksızlaştırmaktadır. İşverenler tarafında sürekli verimlilik artışı talepleri de emekçileri ağır stres altında tutmaktadır. Uzun süre bu çalışma koşullarına maruz kalan işçilerin sağlıkları ve iyilikleri olumsuz etkilenmektedir.
Emek-ödül dengesizliği modeli
Bu model esas olarak sosyal karşılıklılık kavramına dayanır. Buna göre emek ancak ödülle dengelenebilir ve emekçide emeğinin karşılığını alma beklentisi vardır. Emeğin ödüllendirilmediği veya karşılığının ödenmediği durumlarda emekçilerde güçlü olumsuz duygular ve stres gelişmektedir. Emekçinin işgücü piyasasında başka bir alternatifinin olmadığı koşullarda, emeğinin karşılığını alamaması olasılığı daha yüksektir. Emeğin karşılığı olarak kabul edilen ödüller salt ücretle sınırlı değildir. Emekçinin işinde yükselme fırsatı, yaptığı işin manevi olarak da ödüllendirilmesi de önemlidir. İşyerinde yüksek emek ve düşük ödül deneyiminin yinelendiği koşullarda çalışan emekçiler stresle ilişkili hastalıklara yakalanma bakımından daha yüksek risk taşırlar.
Kanıtlar
İngiltere’de yapılan Whitehall çalışmaları, kamu hizmetinde memuriyet hiyerarşisinde aşağı inildikçe emekçinin işi üzerindeki kontrol düzeyinin de azaldığını ve monotonluk düzeyinin arttığını, bu durumun hiyerarşinin alt katmanlarında kalp damar hastalıkları ve diğer hastalıkların oranının yüksek olmasıyla ilişkili olabileceğini ortaya koymuştur.
İsveç’te yapılan bir vaka-kontrol çalışması (SHEEP) çalışma ortamlarında yüksek talep ve iş üzerinde düşük kontrole maruz kalanlarda kalp krizi geçirme riskinin daha yüksek olduğu bulunmuştur ve bu ilişki kol emekçilerinde daha belirgindir. Bir başka çalışma da, emekçilerin işleri üzerindeki kontrolü yitirmeleriyle birlikte koroner kalp hastalıklarına yatkınlıklarının arttığını göstermiştir.
Kas-iskelet sistemi hastalıklarında da, talep-kontrol ve emek-ödül dengesizliği modellerinin açıklayıcı olabileceğine ilişkin kanıtlar vardır. Finlandiya’da 902 metal işçisi üzerinde yapılan bir çalışmada, düşük iş kontrolü ile ciddi bel ve sırt ağrıları nedeniyle hastaneye yatışlar arasında ilişki gösterilmiştir. Yine Hollanda’da yapılan başka bir çalışma, talep-kontrol modeli ile bel ağrısı arasında bir ilişki ortaya koymuştur.
Mali kazanca ve kayba uğramış bireylerde işlevsel manyetik rezonans görüntüleme kullanılarak bölgesel beyin etkinliğinin izlendiği bir çalışmada, emek, ödül ve işe bağımlılık değerleri ölçeklerinde en yüksek skorları alan grup, en düşük skoru alan grupla karşılaştırıldığında, beyinde ödül sitemi için belirlenmiş alanlarda belirgin etkinleşme değişimleri gözlenmiştir.
Emekçiler için sosyalizm mücadelesi, aynı zamanda sağlık mücadelesidir
Kuşkusuz üretim tarzı ve ilişkileri değiştirilmeden, işyerinde yapılacak örgütsel düzenlemelerle emekçiler üzerindeki yükler azaltılabilir, işçinin işi üzerindeki kontrolü arttırılabilir ve emekçilere emeklerinin karşılığı ödenerek emekçilerin çalışma ortamından göreli olarak daha az olumsuz etkilenmesi sağlanabilir. Nitekim emek hareketinin ve örgütlülüğünün güçlü olduğu coğrafyalarda sendikal mücadele sonucu bu alanlarda önemli kazanımlar elde edilmiştir. Örneğin İngiltere’de yapılan bir çalışmada deney grubundaki emekçilerin iş üzerindeki kontrolünü arttırmak amacıyla emekçilerin katılımını sağlamak üzere bir yıllık bir program uygulanmış ve bir yıl sonra deney grubundaki emekçilerin performanslarının, ruh sağlıkları konusunda öz değerlendirmelerinin belirgin düzeyde iyileştiği ve hastalıklar nedeniyle işe devamsızlıklarında belirgin bir azalma olduğu gözlenmiştir. Fakat bu düzenlemeler emekçilerle sermayedarlar arasındaki sağlık eşitsizliklerini ortadan kaldırmaz, yalnızca uçurumun azaltılmasına hizmet eder.
Ancak emekçilerin üretim tarzı ve ilişkilerini emek lehine değiştirmek amacıyla yürütecekleri mücadele sonunda elde edecekleri kazanımlar, üretimin amacının “kar” olmaktan çıkartılması ve üretim süreçleri üzerinde emekçilerin mutlak denetimlerinin sağlanması, üretimin insan sağlığı ve iyiliğine en uygun koşullarda örgütlenmesinin önünü açacaktır. Toplum içinde sağlıkta eşitliğin sağlanabilmesinin en önemli ön koşulu, toplum içinde sağlıkta eşitsizliklerin en önemli belirleyicisi olan sınıfsal eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasıdır. Toplum içindeki sınıfsal eşitsizlikler ortadan kaldırıldıktan sonra, üretimin örgütlenmesinde gerekli düzenlemeler yoluyla kafa emeği ile kol emeği arasındaki farklılıklar azaltılabilir ve sağlıkta gerçek anlamda eşitlik sağlanabilmesi yolunda önemli adımlar atılabilir.
Emekçiler için sınıf mücadelesi, aynı zamanda sağlık için mücadeledir ve bunun tersi de doğrudur.
Akif Akalın
KAYNAKLAR
Abrams, HK. (2001). A Short History
of Occupational Health. Journal of Public Health Policy, 22(1): 34 – 80.
Akalın, MA. (2010). Toplumcu Tıp, Sovyetler Birliği Deneyimi. İstanbul: Yazılama.
Gürcanlı, GE. (2014). Bir Cinayetin Öyküsü. İstanbul: Yazılama.
Marmot, M. ve Wilkinson, RG. (Ed) (2009). Sağlığın Sosyal Belirleyicileri. İstanbul: İnsev.
TTB. (1998). İşyeri Hekimliği Ders Notları. 3. Baskı. Ankara.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder