Toplumcu Tıp literatürümüz
zenginleşiyor. Bu kez zenginliğimize Deniz Akgün, Notabene yayınlarından çıkan Kapitalizm Hasta Eder başlıklı kitabıyla
katıldı. Kendisiyle yapılan bir söyleşide “toplumcu tıp Türkiye’de mümkün mü?”
sorusunu, “bunun aksi mümkün mü?” sorusuyla yanıtlayan Akgün, “[y]aygınlaşan
toplum sağlığı sorunlarına çözüm bulunabilmesi için toplumcu tıp uygulamalarına
hareket alanı sağlanması zorunludur” diyor.
Deniz Akgün genç bir halk sağlıkçı arkadaşımız; kendisini Bilim ve Gelecek ile Toplum ve Hekim dergilerinde yayınlanan toplumcu tıp alanındaki yazılarından tanıyoruz. Akgün bu kitabıyla toplumcu tıp literatürümüze önemli bir katkıda bulunuyor. Bu alanda bugüne kadar eksik kalan “güncel” konuları tamamlıyor.
Toplumcu tıp, tıbbın ve sağlığın
“emeğin” (toplumun) gereksinimlerine göre örgütlenmesidir. Kuşkusuz emek
dendiğinde, akla ilk olarak emeğin kendisini var ettiği işyerleri gelir. Akgün
de kitabına “işyeri” ile başlamış. Bu bölümde işyeri kaynaklı sağlık sorunları
değerlendirilirken, işçi sağlığı literatürümüzde pek az yer bulan
“yabancılaşma” konusunu da irdeliyor. Çalışma yaşamındaki psiko-sosyal risk
faktörlerinin önemine vurgu yapan Akgün, bu alandaki son yayınlardan geniş
ölçüde yararlanmış.
Kuşkusuz işyeri yaşamımızın önemli
bir parçası, fakat içinde yaşadığımız “çevre” de yaşamımızda en az işyeri kadar
önemli bir yer tutuyor. Bu nedenle toplumcu tıbbın en önemli konuları arasında
ilk sıralarda yer alan “çevre”, kitap içinde hak ettiği yeri almış. Bu bölümde
yazar, çevreden kaynaklanan sağlık sorunlarını ele almış. Yine yakından
bildiğimiz Onur Hamzaoğlu olayı gibi bu alandaki güncel örnekleri ele alan
Akgün, çevre konusuna eleştirel yaklaşım konusunda doyurucu bilgiler sunuyor.
Kitabın üçüncü bölümü, ekonomik
bunalımın ve ekolojik bunalımın sağlık üzerine etkilerine ayrılmış. Kapitalist
üretim tarzı ile sağlığın nasıl bir “uzlaşmaz çelişki” içinde olduğunun yine
“güncel” örneklerle tartışıldığı bu bölüm, kapitalist üretim tarzının dünyayı
nasıl geri dönülmez bir eşiğe taşıdığını gösteriyor.
Kitapta sağlığın toplumsal
belirleyicileri arasında ön sıralarda yer alan “beslenme” ve “yaşam tarzı”na da
yer verilmiş. Güncel sorunlar arasında öne çıkan obezite salgını, genetiği
değiştirilmiş gıdalar ve endüstriyel hayvancılığı ele alan yazar, gıda
güvenliğinin altını çiziyor.
Beşinci bölüm “biyomedikal” sağlık
anlayışının eleştirisine ayrılmış. Sağlıkta piyasalaşmanın toplumların sağlığı
üzerine olumsuz etkilerini irdeleyen Akgün, insanların “bireysel” tercihi gibi
görülen / gösterilen sağlığa zararlı davranışların, aslında nasıl toplumsal
olarak belirlendiğini alkol ve tütün kullanımı örnekleriyle ortaya koyuyor.
Kitap “toplumcu tıp uygulamaları” ile
son buluyor. Toplumcu tıp düşüncesinin tarihsel süreçler içinde gelişimini
özetleyen yazar, Sovyetler Birliği, Çin, Şili, Küba ve Venezuela’dan örneklerle
çağdaş toplumcu tıp uygulamalarını aktarıyor.
Ne yazık ki ülkemizde “toplumcu tıp”
literatürü, çalışmalarını bu alana adayan az sayıda hekimle sınırlı. Oysa toplumcu
tıp düşüncesinin kurucularından Rudolf Virchow’un özdeyişiyle “tıp bir sosyal
bilimdir”. Şüphesiz hekimler Türkiye’de toplumcu tıp düşüncesinin yaygınlaşması
ve benimsenmesi için ellerinden geleni yapmaya devam edecekler fakat başta
sosyal bilimcilerimiz olmak üzere tıp dışından mesleklerin bu alana bir an önce
girmesine gerçekten çok ihtiyacımız var. Ülkemizde toplumcu tıp düşüncesini
ancak çok-disiplinli bir ortak çabayla geliştirebilir ve emekçilere (topluma)
ulaştırabiliriz.
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder