Translate

10 Aralık 2020 Perşembe

Asgari ücret ve sağlık


2021 yılının asgari ücretini belirleyecek olan Asgari Ücret Tespit Komisyonu görüşmeleri veya daha doğru bir ifadeyle geleneksel yıllık Sendika - Patron - Devlet “ortaoyunu” şöleni 4 Aralık'ta başladı. Komisyon’un görevi, Aralık ayı boyunca işçileri ve emekçileri aslında sermaye tarafından çoktan belirlenmiş olan asgari ücreti kabullenmeye hazırlamak ve süreci meşru göstermeye çalışmak.

 

ASGARİ ÜCRET NEDİR?

 

Asgari ücret İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde, “çalışanların kendine ve ailesine insanlık onuruna uygun bir yaşayış sağlayan ve gerekirse her türlü sosyal koruma aracılığıyla da tamamlanan adil ve elverişli bir ücret” olarak tanımlanıyor.

 

Uluslararası Çalışma Örgütü, asgari ücretin “işçinin ve ailesinin ihtiyaçları, genel ücret düzeyi, hayat pahalılığı, sosyal güvenlik yardımları ile diğer sosyal grupların göreli hayat standartlarına göre belirlenmesi gerektiğini” söylüyor.

 

Avrupa Sosyal Şartı meseleye “hak” temelinde yaklaşarak, “tüm çalışanların, kendileri ve ailelerine iyi bir yaşam düzeyi sağlamak için yeterli ve adil bir ücret alma hakkı olduğunu” söylüyor.  

 

1982 Anayasası “asgari ücretin tespitinde çalışanların geçim şartları ile ülkenin ekonomik durumu da göz önünde bulundurulur” demiş ve buna dayanarak asgari ücretin düzenlenmesine ilişkin bir yönetmelik yayınlanmış.

 

Yönetmelik asgari ücreti, “işçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret” olarak tanımlıyor.

 

Sonuç olarak asgari ücreti, bir işçinin hayatta kalabilmek için asgari beslenme ve barınma gibi doğal gereksinimlerini karşılayabilmesi ve ertesi gün işyerine gelerek kapitalist için artık değer üretebilmesini sağlayacak ücret olarak tanımlayabiliriz.

 

Türkiye’de bugün en iyimser tahminlerle 10 milyon işçinin asgari ücretle ve 1 milyon işçinin de asgari ücretin yarısından daha az bir ücretle çalıştığı söyleniyor (1). Nitekim MetroPoll Araştırma Şirketi dün halkın yüzde 53’ünün gelirinin sadece beslenme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabildiğini açıkladı (2). Sermaye için bu ücret yeterlidir.

 

Bu tanımdan sermaye açısından asgari ücret belirlemenin bir “zorunluluk” olduğu anlaşılıyor. Daha iyi anlaşılabilmesi için çok abartarak söylemek gerekirse, işçiler “hayır biz hiç ücret istemiyoruz” deseler bile, patronlar işçilerinin hastalanmamalarına ve ölmemelerine, yiyecek alabilmelerine ve başlarını bir çatının altına sokabilmelerine yetecek bir ücreti mecburen verecektir.  

 

ASGARİ ÜCRET İLE SAĞLIK ARASINDA NASIL BİR İLİŞKİ VAR?

 

Aslında yukarıda yaptığımız tanım, asgari ücretin sağlık ile ne kadar yakından ilişkili olduğunu anlatmak için yeterli. İşçinin “hayatta kalabilmesi” için gerekli ücret diyoruz, ölümden öte köy var mı? İşçi karnını doyuramazsa, kendisini olumsuz çevresel koşullardan koruyacak bir barınak bulamazsa hastalanır, sonunda da ölür.   

 

Dünya Sağlık Örgütü’nün Sağlığın Sosyal Belirleyicileri Komisyonu da, 2008 yılında yayınladığı raporunda insanların gelirlerinin sağlıklarının “en önemli” belirleyicisi olduğu ifade ediyor.

 

Gelir ve gıda üretimi, hizmetlerden ve diğer varlıklardan yararlanma gibi diğer ekonomik kaynaklar sağlığı maddi, sosyal ve psikolojik yolaklar üzerinden etkiler” (3).
 

 Kanadalı halk sağlıkçı Dennis Raphael insan sağlığında gelirin önemini şöyle ifade ediyor:

 

Bireyin sosyoekonomik konumunun en önemli belirteci geliridir. Çağdaş toplumlarda gelir esas olarak istihdam veya sosyal transferlerle sağlanır. Bu nedenle gelir ile meslek ve eğitim arasında gelirin belirleyici olduğu bir ilişki olduğunu söyleyebiliriz. Bireyin maddi yaşam ve çalışma koşullarının belirlenmesinde gelir kendisini ilk sırada gösterir. Bu anlamda gelir yalnızca sağlığın önemli bir toplumsal belirleyicisi olmakla kalmaz, aynı zamanda sağlığın diğer toplumsal belirleyicilerini de belirler (4)”.

 

Aslında gelirin sağlık üzerinde ne kadar etkili olduğunu söylemek için alim olmak gerekmez fakat yine de bu konuda birçok “bilimsel” araştırma yapıldığını söylemeden geçmeyelim. Bunlardan birinde gelir ile bebek ölüm hızı arasındaki ilişki değerlendirilmiş ve kişi başına gelirin artışı ile bebek ölüm hızının azalması arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur (5).

 

Bir başka bilimsel araştırma, kişi başı gelir ile doğuşta beklenen yaşam süresi ilişkisini araştırmış ve kişi başına düşen gelir arttıkça, doğuşta beklenen yaşam süresinin de arttığını bulmuştur (6).

 

Gelir ile sağlık arasındaki ilişkinin “mekanizmasını”, diğer bir deyişle bireyin gelirinin sağlığı üzerine hangi mekanizmalarla etkili olduğunu araştıran bilimsel çalışmalar da vardır. Bunlardan birinde daha yüksek gelirin beslenmeyi, sağlığı korumayı ve sağlık hizmetlerine erişimi iyileştirerek doğuşta beklenen yaşam süresini arttırıp, bebek ölüm oranını azaltabileceği ortaya konmuştur (7).

 

SONSÖZ

 

Yazımızın başında Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun çalışmalarının aslında bir “ortaoyunu” olduğunu ifade etmiştik. Elbette bu ortaoyunun oyuncuları da var. Oyuncular arasında bizi en çok ilgilendiren, belirlenecek olan asgari ücretin muhatabı işçileri “temsil” eden sendikalar. 


Türkiye'de Sendika - Patron - Devlet ortaoyununda işçileri Türk-İş, Hak İş ve DİSK temsil ediyor. Sendikaların bu ortaoyunundaki “rolü”, işçilerin ve emekçilerin sakin kalmalarını ve sonunda kendileri için uygun görülecek ücrete razı olmalarını sağlamak. Daha sonra sendikaların başkanları, bu hizmetlerinin karşılığında ilk seçimlerde “milletvekilliği” ile ödüllendiriliyorlar.

 

Sendika başkanlarının oyun içinde "doğaçlama" yapmalarına ve bu şekilde kendilerine aidat veren işçilere onlar için mücadele ediyorlarmış gibi görünmelerine izin veriliyor. Nitekim bugünlerde sendikalar 2021 yılı için asgari ücretin ne kadar olması gerektiğine ilişkin doğaçlamalar yapıyorlar. Bu yazının kaleme alındığı saatlerde henüz Türk-İş ve Hak İş bir rakam telaffuz etmemiş, DİSK asgari ücretin net 3.800 TL olması gerektiğini söylemişti.


Muhtemelen bu yılki oyun da asgari ücretin birkaç yüz TL artmasıyla sona erecek. Sendikalar işçilere dönüp, "gördünüz elimizden geleni yaptık" derken, patronlar "ekonominin daha fazlasını kaldıramayacağını" söyleyecek. Devlet de emek - sermaye uzlaşmasının bu yıl da tamamlanmasından memnuniyetini ifade edecek.


Toplumcu sağlık anlayışı, "işçilerin sağlığı kendi ellerinde olmalıdır" der. Eğer işçiler sağlıklarının en önemli belirleyicisi olan gelirlerinin iyileştirilmesini istiyorlarsa, sendika ağalarını aradan çıkartıp, pazarlık masasına bizzat oturmalıdır. Bakalım o zaman masadaki patron ve devlet temsilcileri işçinin gözünün içine bakarak "sana bu kadar yeter" diyebilecekler mi? 

 

Akif Akalın

 

DİPNOTLAR

 

1. https://www.birgun.net/haber/milyonlar-asgari-ucretten-mahrum-325813

 

2. https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/anket/anket-halkin-yuzde-53u-sadece-temel-ihtiyaclarini-karsilayabiliyor?amp&fbclid=IwAR0gFW7GyNhX6KfPMUNySAiZvdF186vvhLFcmI7dEwNDEGEC7mk8OYPpG78

 

3. CSDH. (2008). Closing the Gap in a Generation: Health Equity Through Action on the Social Determinants of Health. Final Report of the Commission on Social Determinants of Health. Geneva: World Health Organization.

 

4. Raphael, D. (Ed.) (2009). Social Determinants of Health: Canadian Perspectives. 2nd Ed. Toronto: Canadian Scholars’ Press.

 

5. Pritchett, L. ve Summers, L.H. (1996). Wealthier is Healthier. Journal of Human Resources, 31(4): 841 – 868.

 

6. Preston, S.H. (1975). The Changing Relation between Mortality and Level of Economic Development. Population Studies, 29: 231 – 248.

 

7. Barro, R. J. ve Lee, J-W. (1993). Losers and Winners in Economic Growth. İdeas. http://ideas.repec.org/p/nbr/nberwo/4341.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder