2021 yılının asgari ücretini
belirleyecek olan Asgari Ücret Tespit Komisyonu görüşmeleri veya daha doğru
bir ifadeyle geleneksel yıllık Sendika - Patron - Devlet “ortaoyunu” şöleni 4
Aralık'ta başladı. Komisyon’un görevi, Aralık ayı boyunca işçileri ve
emekçileri aslında sermaye tarafından çoktan belirlenmiş olan asgari ücreti kabullenmeye
hazırlamak ve süreci meşru göstermeye çalışmak.
ASGARİ ÜCRET NEDİR?
Asgari ücret İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi’nde, “çalışanların kendine ve ailesine insanlık onuruna uygun bir
yaşayış sağlayan ve gerekirse her türlü sosyal koruma aracılığıyla da
tamamlanan adil ve elverişli bir ücret” olarak tanımlanıyor.
Uluslararası Çalışma Örgütü, asgari
ücretin “işçinin ve ailesinin ihtiyaçları, genel ücret düzeyi, hayat pahalılığı,
sosyal güvenlik yardımları ile diğer sosyal grupların göreli hayat
standartlarına göre belirlenmesi gerektiğini” söylüyor.
Avrupa Sosyal Şartı meseleye “hak”
temelinde yaklaşarak, “tüm çalışanların, kendileri ve ailelerine iyi bir yaşam
düzeyi sağlamak için yeterli ve adil bir ücret alma hakkı olduğunu” söylüyor.
1982 Anayasası “asgari ücretin
tespitinde çalışanların geçim şartları ile ülkenin ekonomik durumu da göz
önünde bulundurulur” demiş ve buna dayanarak asgari ücretin düzenlenmesine
ilişkin bir yönetmelik yayınlanmış.
Yönetmelik asgari ücreti, “işçilere
normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık,
ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari
düzeyde karşılamaya yetecek ücret” olarak tanımlıyor.
Sonuç olarak asgari ücreti, bir
işçinin hayatta kalabilmek için asgari beslenme ve barınma gibi doğal gereksinimlerini
karşılayabilmesi ve ertesi gün işyerine gelerek kapitalist için artık değer
üretebilmesini sağlayacak ücret olarak tanımlayabiliriz.
Türkiye’de bugün en iyimser
tahminlerle 10 milyon işçinin asgari ücretle ve 1 milyon işçinin de asgari
ücretin yarısından daha az bir ücretle çalıştığı söyleniyor (1). Nitekim MetroPoll
Araştırma Şirketi dün halkın yüzde 53’ünün gelirinin sadece beslenme ve barınma
gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabildiğini açıkladı (2). Sermaye için bu ücret
yeterlidir.
Bu tanımdan sermaye açısından asgari
ücret belirlemenin bir “zorunluluk” olduğu anlaşılıyor. Daha iyi
anlaşılabilmesi için çok abartarak söylemek gerekirse, işçiler “hayır biz hiç ücret
istemiyoruz” deseler bile, patronlar işçilerinin hastalanmamalarına ve ölmemelerine,
yiyecek alabilmelerine ve başlarını bir çatının altına sokabilmelerine yetecek
bir ücreti mecburen verecektir.
ASGARİ ÜCRET İLE SAĞLIK ARASINDA NASIL BİR İLİŞKİ VAR?
Aslında yukarıda yaptığımız tanım,
asgari ücretin sağlık ile ne kadar yakından ilişkili olduğunu anlatmak için
yeterli. İşçinin “hayatta kalabilmesi” için gerekli ücret diyoruz, ölümden öte
köy var mı? İşçi karnını doyuramazsa, kendisini olumsuz çevresel koşullardan
koruyacak bir barınak bulamazsa hastalanır, sonunda da ölür.
Dünya Sağlık Örgütü’nün Sağlığın
Sosyal Belirleyicileri Komisyonu da, 2008 yılında yayınladığı raporunda insanların
gelirlerinin sağlıklarının “en önemli” belirleyicisi olduğu ifade ediyor.
“Gelir ve gıda üretimi, hizmetlerden ve diğer varlıklardan yararlanma gibi diğer ekonomik kaynaklar sağlığı maddi, sosyal ve psikolojik yolaklar üzerinden etkiler” (3).
Kanadalı halk sağlıkçı Dennis Raphael insan
sağlığında gelirin önemini şöyle ifade ediyor:
“Bireyin sosyoekonomik konumunun en önemli belirteci geliridir. Çağdaş toplumlarda gelir esas olarak istihdam veya sosyal transferlerle sağlanır. Bu nedenle gelir ile meslek ve eğitim arasında gelirin belirleyici olduğu bir ilişki olduğunu söyleyebiliriz. Bireyin maddi yaşam ve çalışma koşullarının belirlenmesinde gelir kendisini ilk sırada gösterir. Bu anlamda gelir yalnızca sağlığın önemli bir toplumsal belirleyicisi olmakla kalmaz, aynı zamanda sağlığın diğer toplumsal belirleyicilerini de belirler (4)”.
Aslında gelirin sağlık üzerinde ne
kadar etkili olduğunu söylemek için alim olmak gerekmez fakat yine de bu konuda
birçok “bilimsel” araştırma yapıldığını söylemeden geçmeyelim. Bunlardan
birinde gelir ile bebek ölüm hızı arasındaki ilişki değerlendirilmiş ve kişi
başına gelirin artışı ile bebek ölüm hızının azalması arasında anlamlı bir
ilişki bulunmuştur (5).
Bir başka bilimsel araştırma, kişi
başı gelir ile doğuşta beklenen yaşam süresi ilişkisini araştırmış ve kişi
başına düşen gelir arttıkça, doğuşta beklenen yaşam süresinin de arttığını
bulmuştur (6).
Gelir ile sağlık arasındaki ilişkinin
“mekanizmasını”, diğer bir deyişle bireyin gelirinin sağlığı üzerine hangi
mekanizmalarla etkili olduğunu araştıran bilimsel çalışmalar da vardır. Bunlardan
birinde daha yüksek gelirin beslenmeyi, sağlığı korumayı ve sağlık hizmetlerine
erişimi iyileştirerek doğuşta beklenen yaşam süresini arttırıp, bebek ölüm
oranını azaltabileceği ortaya konmuştur (7).
SONSÖZ
Yazımızın başında Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun çalışmalarının aslında bir “ortaoyunu” olduğunu ifade etmiştik. Elbette bu ortaoyunun oyuncuları da var. Oyuncular arasında bizi en çok ilgilendiren, belirlenecek olan asgari ücretin muhatabı işçileri “temsil” eden sendikalar.
Türkiye'de Sendika - Patron - Devlet ortaoyununda işçileri Türk-İş, Hak İş ve DİSK temsil ediyor. Sendikaların bu ortaoyunundaki “rolü”, işçilerin ve
emekçilerin sakin kalmalarını ve sonunda kendileri için uygun görülecek ücrete razı
olmalarını sağlamak. Daha sonra sendikaların başkanları, bu hizmetlerinin
karşılığında ilk seçimlerde “milletvekilliği” ile ödüllendiriliyorlar.
Sendika başkanlarının oyun içinde "doğaçlama" yapmalarına ve bu şekilde kendilerine aidat veren işçilere onlar için mücadele ediyorlarmış gibi görünmelerine izin veriliyor. Nitekim bugünlerde sendikalar 2021 yılı için asgari
ücretin ne kadar olması gerektiğine ilişkin doğaçlamalar yapıyorlar. Bu yazının
kaleme alındığı saatlerde henüz Türk-İş ve Hak İş bir rakam telaffuz etmemiş, DİSK
asgari ücretin net 3.800 TL olması gerektiğini söylemişti.
Muhtemelen bu yılki oyun da asgari ücretin birkaç yüz TL artmasıyla sona erecek. Sendikalar işçilere dönüp, "gördünüz elimizden geleni yaptık" derken, patronlar "ekonominin daha fazlasını kaldıramayacağını" söyleyecek. Devlet de emek - sermaye uzlaşmasının bu yıl da tamamlanmasından memnuniyetini ifade edecek.
Toplumcu sağlık anlayışı, "işçilerin sağlığı kendi ellerinde olmalıdır" der. Eğer işçiler sağlıklarının en önemli belirleyicisi olan gelirlerinin iyileştirilmesini istiyorlarsa, sendika ağalarını aradan çıkartıp, pazarlık masasına bizzat oturmalıdır. Bakalım o zaman masadaki patron ve devlet temsilcileri işçinin gözünün içine bakarak "sana bu kadar yeter" diyebilecekler mi?
DİPNOTLAR
1. https://www.birgun.net/haber/milyonlar-asgari-ucretten-mahrum-325813
3. CSDH. (2008). Closing the Gap in a Generation: Health
Equity Through Action on the Social Determinants of Health. Final Report of the
Commission on Social Determinants of Health. Geneva: World Health Organization.
4. Raphael, D. (Ed.) (2009). Social
Determinants of Health: Canadian Perspectives. 2nd Ed. Toronto: Canadian
Scholars’ Press.
5. Pritchett, L. ve Summers, L.H.
(1996). Wealthier is Healthier. Journal of Human Resources, 31(4): 841 – 868.
6. Preston, S.H. (1975). The Changing
Relation between Mortality and Level of Economic Development. Population
Studies, 29: 231 – 248.
7. Barro, R. J. ve Lee, J-W. (1993). Losers
and Winners in Economic Growth. İdeas. http://ideas.repec.org/p/nbr/nberwo/4341.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder