Translate

9 Aralık 2020 Çarşamba

Bilimi emeğin gereksinimlerine göre örgütlemek

 

İnsanların çoğu bugün yaşadıkları hayatın, yaşanabilecek tek hayat olduğuna inanır. İnsanlar doğar, büyür, okula gider, iş bulur ve çalışır, evlenip yuva kurar, çocuk sahibi olur, başını sokacak bir ev ve ayağını yerden kesebilecek bir araba almak için çabalar, emekli olur, yaşlanır, şanslıysa torunlarıyla zaman geçirir ve vakti gelince ölür…

 

Kuşkusuz yaşadığımız hayatın “biyolojik” kısmı (doğum, büyüme, ölüm) “doğal” süreçler, fakat bu süreçlerin “nasıl” yaşandığı, örneğin aile kurma, iki oda bir salon evlerde oturma, hatta günde üç öğün yemek yeme tamamen “sosyal” olarak belirleniyor. Egemen sınıf sosyal hayatı kendi gereksinimlerine göre örgütlüyor ve ezdiği sınıflara yaşanabilecek tek hayat biçiminde dayatıyor.

 

Bunlar, yaşamın çok nötr bir alanıymış gibi algılanan “bilim” için de geçerlidir. Akademi, fakültelerinden müfredatına kadar her yönüyle egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda örgütlenmiştir.

 

Aslında her şey gözlerimizin önünde, fakat egemen ideoloji bir perde gibi bunları görmemizi önlüyor. Oysa herhangi bir üniversitenin fakültelerine bakıldığında, bu fakültelerin çoğunun tamamen sermayenin gereksinimlerini karşılamak üzere örgütlendiği kolayca görülebilir.

 

Örneğin “pazarlama” fakültesi. Bugün Türkiye’de ve dünyanın birçok ülkesinde üniversitelerde pazarlama fakülteleri var. Bu fakültelerde öğrencilere ne okutuluyor, akademisyenler ne araştırıyor, neyin bilimi yapılıyor hiç düşündünüz mü?  Ya “reklamcılık” bölümünde neyin bilimi yapılır? Bu okullar “toplumun” değil, yalnızca “sermayenin” gereksinimi için var ve yarın emekçiler iktidara gelip hayatı “toplumun” gereksinimleri doğrultusunda örgütlediğinde bu sözde “bilim dalları” tarihe karışacak.

 

Sermaye akademiyi örgütlerken, akademisyenlerin ilgilenmelerini istediği konuları, akademinin eğitim müfredatını da kendi gereksinimleri doğrultusunda şekillendiriyor. Örneğin yine birçoklarının “evrensel” olduğunu sandığı “tıp eğitimi”, aslında başından sonuna sermayenin gereksinimleri doğrultusunda örgütlenmiştir.

 

Nitekim 1917 yılında Rusya’da iktidara gelen işçi sınıfı, sermayenin gereksinimlerine göre örgütlenen tıp eğitimini, emeğin (toplumun) gereksinimlerine göre yeniden örgütlemiştir.

 

Ekim Devrimi öncesinde Rusya’da tıp eğitimi, bugün dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi, sermayenin gereksinimleri doğrultusunda, kendilerine başvuracak hastaları iyileştirecek hekimler yetiştirecek şekilde örgütlenmişti. Oysa emeğin (toplumun) hastaları iyileştirmekten çok hastalıkları önleyecek hekimlere gereksinimi vardı.

 

İşçi sınıfı hastalıkları önleyecek hekimler yetiştirebilmek için tıp eğitiminde iki büyük değişiklik yaptı. Birincisi tıp fakültelerini üçe böldü. Bir yanda bugün kapitalist ülkelerdeki tıp fakülteleri gibi “pratisyen” hekimler yetiştirmeye devam ederken, “erken uzmanlaşma” üzerine inşa edilmiş “çocuk sağlığı” ve “hijyen” tıp fakülteleri kurdu. İkincisi her üç tıp fakültesinde müfredatı öğrencilerin en az hastaların tedavisi kadar, hastalıkların önlenmesi konusunda da yeterli bilgi ve beceri kazanacakları şekilde değiştirdi. Konuyu merak edenler için kaynak: https://tt-sbd.blogspot.com/ 

 

Geçtiğimiz hafta yayınlanan “SosyalistTürkiye’de tıpta uzmanlaşma nasıl olacak?” başlıklı makalemizde:

 

“Sosyalist Türkiye’de hekimlerin en çok uzmanlaşacakları iki branş, İşçi Sağlığı ve Çevre Sağlığı uzmanlıkları olacak. Bu uzmanlık alanları kendi içlerinde birçok “yeni” alt uzmanlıklara ayrılacaklar. Örneğin tıp eğitiminden sonra “genel” bir İşçi Sağlığı uzmanlık eğitimi alan bir hekim, daha sonra “iş kolu” (tarım, metalürji, imalat, enerji vb) temelinde daha da uzmanlaşabilecek. Aynı şekilde tıp eğitiminden sonra “genel” bir Çevre Sağlığı uzmanlık eğitimi alan bir hekim, daha sonra “sorun” (enfeksiyon hastalıkları, hava – su – toprak kirliliği, gıda vb) temelinde daha da uzmanlaşabilecek” demiştik.

 

Aslında bugünden Türkiye’de kendilerini “sosyalist” olarak tanımlayan hekimler ve sağlık emekçileri bu alanlarda en azından “kuramsal” çalışmalar yapmaya başlayabilirler. Örneğin günümüzün en önemli sağlık sorunları olan kronik hastalıkların nasıl önlenebileceği konusu, bu hastalıkların çoğu henüz iyileştirilemediğinden ve hastalar ömürlerinin sonuna kadar ilaçlara ve hastanelere bağımlı bir yaşam sürdürmek zorunda kaldıklarından çok değerli olur.

 

Burada tek tek hastalıklara girmek istemiyorum fakat bugün kendilerini “sosyalist” olarak tanımlayan hekimlerin, kendi uzmanlık alanlarındaki kronik hastalıkların “önlenmesi” için hangi tedbirlerin alınması gerektiği konusunda bilimsel çalışmalar yapmaları önünde bir engel var mı? Bunun için ille de devrimin gerçekleşmesini mi beklemek gerekiyor? Bugünden bu konuda rehberler hazırlansa, devrimden sonra işimiz kolaylaşmaz mı?


Akif Akalın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder