Translate

22 Ağustos 2013 Perşembe

Türkiye’de hekimlerin proleterleşme süreci


Bu makalede Türkiye’de hekimlerin proleterleşme süreci ve bu sürecin hekim hareketi üzerine olası etkileri ele alınacaktır. İlk olarak proleterleşme sürecinden ne anlaşıldığı ve bu sürecin Türkiye’de nasıl işlediğine göz atılacak, daha sonra bu sürecin hekim hareketi üzerine olası etkileri tartışılacaktır.


Proleterleşme Süreci Offe ve Keane 1984 yılında yayınlanan Refah Devletinin Çelişkileri isimli çalışmalarında proleterleşme sürecini incelemişler ve bu süreci pasif ve aktif proleterleşme olarak iki aşamalı bir süreç olarak tanımlamışlardır: Pasif proleterleşme geçim kaynaklarının kuruması ve mülksüzleşmeye, aktif proleterleşme ise mülksüzleşenlerin ücretlileşmesine (işçileşmesine) karşılık gelir.

 

Türkiye’de hekimlerin proleterleşmesi bu çerçevede incelendiğinde, 1960’lara kadar kendi hesabına muayenehane hekimliği yapan hekimlerin, muayenehane gelirlerinin giderek azalması (pasif proleterleşme) süreci yaşadıkları, 1960’lardan itibaren ise kamu sektöründe ücretli hekimlerin sayısının hızla arttığı (aktif proleterleşme) gözlenmektedir.

 

1990’lardan itibaren hekimlerin, sağlıkta özelleştirme politikalarının doğrudan etkisiyle, kamu sektörü yanında özel sektörde de ücretli olarak çalışmaya başladıkları görülmektedir. 2000’li yıllarda özel sektörde ücretli çalışan hekimlerin sayısı, kamuda ücretli çalışan hekimlerin sayısını geçmeye başlamıştır.

 

Kuşkusuz burada okurun da fark ettiği gibi, bugünden yarına değişimler değil, bir hekimin mesleki ömrünü aşan süreçler söz konusudur. Örneğin Marx ve Engels, 1848 yılında kaleme aldıkları Komünist Manifesto’da burjuvazinin, “doktoru da, hukukçuyu da, rahibi de, şairi de, iktisatçıyı da, kendi ücretli emekçisi haline getirdiğini” yazdıklarında, bir sürecin yönünü tarif ediyorlardı.

 

Türkiye’de de hekimlerin proleterleşmesi süreci akşamdan sabaha bir süreç değildir. Ancak bugün, Türkiye’deki hekimlerin çok büyük bir çoğunluğu için pasif proleterleşme aşaması tamamlanmıştır diyebiliriz. Gerek eski hekimler ve gerekse yeni mezunlar için özel sektörde ya da kamuda ücretli çalışmak, hekimlerin çok büyük bir çoğunluğu için geçimlerini sağlayabilmenin zorunlu bir koşulu haline gelmiştir. Bugün hiçbir ücret geliri olmadan, sadece bağımsız muayenehane hekimliği yaparak geçimlerini sağlayan hekimlerin sayısı, toplam hekim sayısı içinde ihmal edilebilir bir seviyeye inmiştir.

 

Türkiye’de hekimlerin aktif proleterleşme süreci oldukça sancılı bir süreç olarak yaşanmaktadır. Hekimler uzun bir süre ücretli çalışmanın yanında bağımsız muayenehane hekimliğini de sürdürmüşler, muayenehane gelirlerinin göreli olarak azalmaya başladığı 1990’lı yıllarda ise işyeri hekimliği, bir ya da daha fazla gelir getiren ek işler yapmak hekimler arasında yaygınlaşmaya başlamıştır. 2000’li yıllarda ise muayenehanelerin, hekimler için bir yük haline gelmeye başladığını ve hekimlerin önce özel polikliniklerde toplandıklarını, daha sonra muayenehanelerini kapatmaya başladıklarını görüyoruz. Sürecin yönü, birkaç on yıl içinde muayenehane hekimliğinin tarihe karışması ve hemen bütün hekimlerin ücretli hale gelmesi olarak tanımlanabilir.

 

Proleterleşme Sürecinin Hekim Hareketi Üzerine Olası Etkileri

 

Proleterleşme sürecinin hekimlerin bilinci üzerinde ve dolayısıyla hekim hareketi üzerinde nasıl bir etkide bulunacağı güncel bir tartışma konusudur. Hekimlerin bir kısmı bu sürecin hekimler arasında bir radikalleşmeye yol açacağını ve hekimlerin sendikalaşacaklarını düşünmektedir. İstanbul Tabip Odası Özel Hekimlik Komisyonu’nda güçlü bir şekilde kendini gösteren bu eğilim, özellikle geçtiğimiz yıl bu konuda ciddi bir çalışma içine girmiştir.

 

Tarihe baktığımızda ise proleterleşme sürecinin her zaman proleterleşenlerin bilincinde birden radikalleşemeye yol açmadığını görüyoruz. Örneğin Fransa’da proleterleşme süreci radikalleşmeye yol açarken, Almanya’da böyle olmamıştır. Sosyal bilimciler bunu Fransa ve Almanya’da proleterleşenlerin geçmiş deneyimlerine bağlamakta ve Fransa’daki radikalleşme üzerinde geçmiş ortaklaşmacı kültürün, Almanya’daki tutuculaşma üzerinde ise geçmiş kiliseye bağımlılık kültürünün etkili olduğunu düşünmektedirler.

 

Bu çerçevede Türkiye’de hekimlerin proleterleşmesinin bilinçlerine nasıl bir etkide bulunacağı incelendiğinde, açıkçası İTO Özel Hekimlik Komisyonu’ndaki bazı arkadaşlarımız kadar ümitli olamıyoruz. Türkiye’deki hekim hareketinin tarihine baktığımızda (Dr. Şükrü Güner’in İTO Kısa Tarihi kitabı önemli bir kaynaktır), hekimlerin İstanbul’un işgali yıllarında örgütlenme girişimleri olduğunu, meslek örgütünün ise örneğin İngiltere’de ve birçok batı ülkesinde olduğu gibi hekimlerden gelen talepler sonucu değil, devletin korporatist zihniyetinin bir ürünü olduğunu görüyoruz. Yani Türkiye’de hekimler, kendi mesleki ortamlarını düzenlemek için kendiliklerinden bir araya gelmemişler, devlet bu alanı düzenlemek için bir yasa çıkartarak meslek örgütünü kurmuştur.

 

Hekimlerin, meslek örgütlerinin korporatist yapısını değiştirerek, bu alana gerçekten müdahil olmaları için 1970’li yıllara kadar beklemek gerekmiştir. Kuşkusuz bu döneme kadar hekimler meslek örgütlerinde zaman zaman özlük haklarına ve ekonomik haklarına ilişkin sorunlarını tartışmışlar, hatta 1970’lerde kısa süreli de olsa bir sendikalaşma girişimleri olmuş, fakat bu girişimler dar bir hekim kitlesi içinde sınırlı kalmıştır.

 

12 Eylül sonrası toparlanma döneminde hekimler de diğer toplum kesimleri gibi 12 Eylül ile budanan haklarını yeniden elde edebilmek için yasaların izin verdiği ölçüde bir araya gelme eğilimine girmişlerdir. Bu dönemde kamu çalışanlarına sendikalara üye olabilme hakkı verilmesine karşın, hekimlerin büyük çoğunluğu sağlık işkolunda örgütlü sendikalarda örgütlenmek yerine meslek kuruluşlarının sendikal taleplerine sahip çıkmasını istemişlerdir.

 

Özellikle 1990’ların başında TTB neredeyse bir sendika gibi faaliyet göstermeye başlamış, hatta sağlık işkolunda örgütlü sendikalar TTB’ni kendilerini baskılamakla eleştirmişlerdir. Ancak, hekim eylemlerinin doruğuna çıktığı dönemlerde dahi (beyaz eylemler) hekimlerin büyük çoğunluğunun ekonomik sorunlarını kendi başlarına çözmek eğiliminde oldukları gözlenmiştir. Örgütlü mücadele ile bütün hekimler için hak mücadelesi yerine, bireysel olarak gelirlerini arttırmak için çaba göstermek eğilimi öne çıkmıştır. Bu süreçte işyeri hekimliği birçok hekim tarafından bir mesleki alan olarak değil, ek bir gelir kaynağı olarak benimsenmiştir. Gelirlerini arttırmak için ikinci, üçüncü işler, hatta hekimlik dışında işler yapmak hekimler arasında yaygınlaşmıştır.

 

Türkiye’de hekimlerin bilinç düzeyine ilişkin bir saptama yapmak noktasında Sağlık Bakanlığı’nın halen Türkiye’nin bazı illerinde yürütmekte olduğu Aile Hekimliği uygulamasının önemli bir referans olduğuna inanıyoruz. Bu uygulama ile Sağlık Bakanlığı hekimlere, gelirlerini yaklaşık 2 – 2.5 katına çıkartmak karşılığında iş güvencesi haklarından vazgeçerek, sözleşmeli personel olmalarını teklif etmektedir. Her ne kadar pilot illerde Aile Hekimliği’ni seçen hekimler özel bir yasa ile şimdilik iş güvencesi haklarını yitirmiyor olsalar da, birçok hekimin bugün eline geçecek daha yüksek gelir için, kendilerinin ve çocuklarının geleceğini riske atma eğiliminde olduğu görülmektedir.

 

Benzer bir durum, özellikle İstanbul’da, özel sektöre hükümet tarafından doping yapıldığı son yıllarda, bir çok hekimin gözlerini karartarak, her şeylerini riske atıp, sırf gelirlerini arttırmak için istifa ederek özel sektöre geçmesiyle yaşanmıştır. Gerek bu hekimler, gerekse Aile Hekimliği’ni seçen meslekdaşlarımızla görüştüğümüzde, bu insanların 3 – 5 yıl gibi kısa sürede çok büyük paralar kazanacaklarına inandıkları ve bu kazancın kendilerinin ve çocuklarının geleceklerini garanti altına alacağını düşündüklerini hayretle öğrendik. Bu verinin ülkemizde hekimlerin bilinç seviyesine ilişkin önemli bir referans olduğunu düşünüyoruz.

 




Sonuç

 

Bu veriler bize Türkiye’de hekimlerin yaşamakta olduğu proleterleşme sürecinin, hekim kitlesinde bir radikalleşmeye yol açma olasılığının zayıf olduğunu göstermektedir. Bu yargımızı destekleyen diğer bir veri de, özellikle Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından hekimlere getirilen ve doğrudan mesleğe müdahale niteliğinde olan kısıtlamalara (reçete düzenleme, rapor verme vb) hekimlerden  hiçbir ciddi tepki gelmemesidir. Bugün SGK Türkiyeli hekime her onbeş günde bir yayınladığı tebliğlerle, “ben senin okuldan aldığın bilgileri, meslek örgütünün/uzmanlık derneğinin tavsiyelerini,  mesleki deneyimlerini tanımıyorum; bundan böyle hekimlik uygulamanı benim bu tebliğimde yazdığım şeylere göre yapacaksın” demekte ve hiçbir ciddi tepkiyle karşılaşmamaktadır.

 

Benzer biçimde, aslında yıllardır gerek Sağlık Bakanlığı, gerekse eski SSK, idari düzenlemeler adı altında hekimlerin hekimlik pratiklerine müdahale etmiş, bir hekim olarak hastalarına nasıl, hangi koşullarda, ne kadar zaman ayırarak hizmet edebilecekleri noktasında dayatmalarda bulunmuş, hekimlerin ise buna ciddi bir karşı çıkışı olmamıştır. Bu noktada hekimlerin aldığı en “ileri” tutum, eğer olanakları elveriyorsa istifa ederek serbest çalışmak olmuştur. Bu örneklerde ise en uç durum askeri hekimliktir. Kendilerine “siz önce asker, sonra hekimsiniz” denen askeri hekimlerin bugüne kadar bu duruma en küçük bir tepkileri duyulmuş değildir, hatta bu durum hekimlik ortamlarında hiç sorgulanmamaktadır.

 

Bütün bunlar birleştirildiğinde Türkiye’de hekimlerin bilinçlilik düzeylerinin, proleterleşme sürecinin bir radikalleşme ile sonuçlanması beklentisinin çok gerçekçi olmadığını, arkadaşlarımızın zamanlarını ve değerli emeklerini bu beklenti doğrultusunda harcamalarının çok rasyonel olmadığı düşündürmektedir. Bunun yerine, kuşkusuz hekimleri bilinçlendirmek için etkinlikleri yoğunlaştırarak sürdürmek yanında, hekim sendikası gibi yeni yapılar arayışına girmeden, eldeki mevcut olanakları hekim hareketi için daha iyi nasıl değerlendirebileceğimizi tartışmanın daha yararlı olacağını düşünüyoruz.


Akif Akalın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder