Translate

22 Ağustos 2013 Perşembe

Yeni Anayasa'da sağlık hakkı nasıl güvence altına alınabilir?

Türkiye önümüzdeki günlerde iktidar partisinin ısrarı ile “yeni” bir Anayasa yapma sürecine girecektir. Bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan siyasi partilerin temsilcilerinden oluşan bir Komisyon toplanmış ve çalışmalarına başlamıştır. Bu yazının amacı “yeni” Anayasa sürecinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının “sağlık hakkının” güvenceye alınabilmesi için yapılabilecekleri tartışmak ve sağlık hakkına ilişkin olarak “yeni” Anayasa’da yer alabilecek bir madde önerilmesine katkıda bulunmaktır.




Eski Anayasa’larda Sağlık

Türkiye Cumhuriyeti’nin mirasçısı olduğu Osmanlı İmparatorluğu’nda Anayasa ya da Anayasa yerine geçebilecek metinler sağlığa ilişkin hükümler içermemektedir. Senedi İttifak (1808), Tanzimat Fermanı (1839), Islahat Fermanı (1856) ve ilk Anayasa (1876 Kanun-u Esasi) sağlık konusuna hiç değinmemektedir. 

Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş döneminde kabul edilen 1921 Anayasası ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Anayasası olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu da (1924) sağlık hakkına yer vermemiştir. Ancak 24 Nisan 1930 tarihinde kabul edilen 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile sağlık hizmetleri bir devlet yükümlülüğü olarak kabul edilmiştir:

“Madde 1 – Memleketin sıhhi şartlarını ıslah ve milletin sıhhatine zarar veren bütün hastalıklar veya sair muzır amillerle mücadele etmek ve müstakbel neslin sıhhatli olarak yetişmesini temin ve halkı tıbbi ve içtimai muavenete mazhar eylemek umumi Devlet hizmetlerindendir.
Madde 2 – Umumi sıhhat ve içtimai muavenet hizmetlerine ait Devlet vazaifi Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti tarafından ifa ve hususi idarelerle belediyelere ve sair mahalli idarelere bırakılan hizmetlerin sureti icrası murakabe olunur. Milli Müdafaa teşkilatına ait sıhhi işler müstesna olmak üzere bütün sıhhat ve içtimai muavenet işlerinin mercii ve murakıbı bu Vekalettir”.

Cumhuriyetin ilk yıllarında sağlık hakkı, her ne kadar Anayasa’da yer almasa da, Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile güvence altına alınmıştır. Yasa çok açık ifadelerle sağlık hizmetlerini bir “devlet hizmeti” olarak tanımlamış ve askeri sağlık hizmetleri dışında bütün sağlık ve sosyal yardım hizmetlerinin sorumluluğu Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’na verilmiştir.

27 Mayıs Anayasası ve Sağlık

9 Temmuz 1961 tarih ve 334 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 27 Mayıs 1961 tarihinde Kurucu Meclis tarafından kabul edilmiş ve 31 Mayıs 1961 tarihli Resmî Gazetede yayınlanarak halkoyuna sunulmuştur. 9 Temmuz 1961 günü yapılan halkoylaması ile % 61.7 oranında evet oyu ile kabul edilmiş ve 20 Temmuz 1961 tarih ve 10859 sayılı Resmî Gazetede yayınlanmıştır.

Türkiye’de sağlık hakkı ilk kez 1961 Anayasası ile Anayasal güvence altına alınmıştır. 1961 Anayasası’nda sağlık hakkı ve sağlık hakkı ile doğrudan bağlı olan sosyal güvenlik hakkı 48 ve 49. maddelerde düzenlenmiştir:

“VI. Sosyal Güvenlik
MADDE 48.- Herkes; sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Bu hakkı sağlamak için sosyal sigortalar ve sosyal yardım teşkilatı kurmak ve kurdurmak Devletin ödevlerindendir.
VII. Sağlık Hakkı
MADDE 49.- Devlet, herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesini ve tıbbi bakım görmesini sağlamakla ödevlidir.
Devlet, yoksul veya dar gelirli ailelerin sağlık şartlarına uygun konut ihtiyaçlarını karşılayıcı tedbirleri alır”.

1961 Anayasası’nın sağlık hakkını düzenleyen 49. maddesi, 1930 yılında kabul edilen Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile tam bir uyum içindedir. Nitekim Anayasa’nın kabul edilmesinden sonra 224 Sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesine Dair Kanun kabul edilmiş ve 1960’ların başlarından itibaren Türkiye’de sağlık hizmetleri, Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun temel ilkeleri değiştirilmeden sosyalleştirilmeye başlamıştır.

12 Eylül 1980 tarihinde geçekleştirilen bir askeri darbeyle 1961 Anayasası askıya alınmış ve daha sonra tamamen kaldırılarak yerine 12 Eylül Anayasası getirilmiştir.

12 Eylül Anayasası ve Sağlık

2709 sayılı 12 Eylül Anayasası 23 Eylül 1982 tarihinde Danışma Meclisi ve 18 Ekim 1982 tarihinde Milli Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilerek, halkoyuna sunulmak üzere 20 Ekim 1982 tarih ve 17844 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmıştır. 7 Kasım 1982 tarihinde yapılan halkoylamasında 1.626.431 red (yüzde 8.63) oyuna karşılık, 17.215.559 kabul (yüzde 91.37) oyuyla kabul edilmiş ve 2709 sayılı Kanun olarak 9 Kasım 1982 tarih ve 17863 mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayınlanmıştır.


12 Eylül Anayasası bir başlangıç metni, 177 madde ve 20 geçici maddeden oluşmaktadır. 1987’den başlayarak günümüze kadar Anayasa’da 18 kez değişikliğe gidilmiştir. Son olarak 12 Eylül 2010 tarihli halkoylamasıyla ve 17 Mart 2011 tarih ve 6214 sayılı kanunla değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerle 12 Eylül Anayasası’nın başlangıç metni 2 kez değiştirilmiştir. 


Anayasanın 10 (3 kez), 13, 14, 15, 17, 19, 20 (2 kez), 21, 22, 23 (2 kez), 26, 28, 30, 31, 33 (2 kez), 34, 36, 38 (2 kez), 40, 41 (2 kez), 42, 46, 47, 49, 51 (2 kez), 52, 53 (2 kez), 54, 55, 59, 65, 66, 67 (3 kez), 68, 69 (2 kez), 74 (2 kez), 75 (2 kez), 76 (2 kez), 77, 78, 79, 84 (2 kez), 85, 86, 87 (2 kez), 89, 90, 93, 94 (2 kez), 96, 100, 101, 102, 118, 125 (2 kez), 127, 128, 129, 130, 131, 133 (2 kez), 135, 143 (2 kez), 144, 145, 146, 147, 148, 149 (3 kez), 155, 156, 157, 159, 160 (2 kez), 161, 162, 163, 166, 171, 175. maddeleri olmak üzere toplam 80 maddesi ve geçici 4, 15 (2 kez), 17, 18 (2 kez), 19 (2 kez) maddeleri değiştirilmiştir. (Bu değişikliklerden bir kısmı Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir). Sonuç olarak 1982 Anayasası kabul edildiğinden beri maddelerinin neredeyse yarısı değiştirilmiştir (Anayasa’nın ilk 3 maddesi zaten değiştirilememektedir).   

12 Eylül Anayasası’nın birçok maddesi değişmiş olmasına karşın “sağlık hakkını” düzenleyen 56. maddesinde hiçbir değişikliğe gidilmemiş, hatta değişiklik teklifi dahi yapılmamıştır. Oysa sağlık alanında yaşanan sorunların büyük bir kısmı sağlık alanında devletin yükümlülüklerini kısıtlayan ve sağlığın piyasalaştırılmasına olanak sağlayan bu maddeden kaynaklanmaktadır.
  
12 Eylül Anayasası’nın sağlığa ilişkin düzenlemesi şöyledir:

“VIII. Sağlık, çevre ve konut 
A. Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması
MADDE 56.– Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.
Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.
Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.
Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir”.

Her ne kadar Danışma Meclisi tarafından hazırlanan madde gerekçesinde “vatandaşın korunmuş çevre şartlarında beden ve ruh sağlığı içinde yaşamını sürdürmesini sağlamak Devletin ödevidir” cümlesi yer almışsa da izleyen cümlelerde “Devlet sağlık ve sosyal yardım kurumları kuracaktır, özel kesimin bu tür kurumlar kurmasını destekleyecektir. Devlet, uygulamaları denetleyerek bu kurumların ana amaca uygun çalışmalarını sağlamalıdır” ifade edilerek devletin Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ve 1961 Anayasası’nda sağlık alanında üstlendiği yükümlülükler hafifletilmiştir.

1961 Anayasası’ndaki

“Devlet, herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesini ve tıbbi bakım görmesini sağlamakla ödevlidir”

şeklinde devlete doğrudan yükümlülük getiren ifade yerine,  

“Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler”

şeklindeki devleti bu yükümlülüğünden sıyıran bir ifade getirilmiştir.

İlk olarak 12 Eylül Anayasası’ndaki ifadede, 1961 Anayasası’nda yer alan “tıbbi bakım görmesini sağlamak” kısmı çıkartılmıştır. İkinci olarak 1961 Anayasası’ndaki “ödevlidir” fiili, 12 Eylül Anayasası’nda yerini “planlama” ve “düzenleme” fiillerine bırakmıştır. Üçüncü olarak 12 Eylül Anayasası’nda “Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir” ifadesiyle devlet sağlık alanında “hizmet sağlayan” değil, “planlayan, düzenleyen ve denetleyen” olarak tanımlanmıştır.

 Son olarak 12 Eylül Anayasası, 1961 Anayasası’ndan farklı olarak

“Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir”

ifadesiyle geçtiğimiz yıllarda kurulan zorunlu genel sağlık sigortasına zemin hazırlamıştır. 

Danışma Meclisi madde gerekçesinde

“bu sigortanın kuruluş ve işleyişi ile ilgili Anayasada belirtilen ilke şudur: Vatandaşlar katılma payı ödeyecekler, yoksul ve dar gelirli vatandaşlara ise Devlet yardımı temin edilecektir”

demiştir. Böylece sağlık hizmetlerinin Genel Bütçe yerine vatandaşlardan toplanacak primlerle finanse edileceği açıkça ifade edilmiştir. “Yoksul ve dar gelirli” vatandaş tanımı tamamen sübjektif bir tanım olduğundan bu konudaki irade hükumetlere bırakılmıştır.

Milli Güvenlik Kurulu Anayasa Komisyonu’nun değişiklik gerekçesinde ise şu cümleler yer almaktadır:

“sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir şeklindeki bir düzenleme ile de kanun koyucuya ışık tutulması amaçlanmıştır”.

Böylece sağlık hakkı içinde önemli bir yer tutan “sağlık hizmetlerine erişebilme hakkı”, prim ödeyebilme gücüyle sınırlandırılmıştır.

Yeni Anayasa İçin Madde Önerisi

Vatandaşların sağlık hakkının güvence altına alınabilmesi ve sağlık hizmetlerine erişebilme hakkı önündeki her tür engelin ortadan kaldırılabilmesi için “yeni” Anayasa’da sağlık hakkına ilişkin düzenleme şöyle olmalıdır:

“Devlet, sağlığın sosyal belirleyicilerini dikkate alarak herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesini, eşit ve genel bütçeden finanse edilen tıbbi bakım görmesini devletin sağlık kurumları ve sağlık personeli eliyle sağlamakla ödevlidir”.

Böylece vatandaşların “sağlık hakkı” güvence altına alınmış olacak ve sağlık hizmetlerinin bir devlet hizmeti olması Anayasal güvenceye bağlanacaktır.


Gerekçe

Vatandaşların beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmeleri, devletin sağlığın toplumsal belirleyicilerini dikkate alarak gerekli düzenlemeleri yapmasıyla mümkündür. Bunlar İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 25. maddesinde de sıralanmıştır:

“Madde 25
1. Her şahsın, gerek kendisi gerekse ailesi için, yiyecek, giyim, mesken, tıbbi bakım, gerekli sosyal hizmetler dâhil olmak üzere sağlığı ve refahını temin edecek uygunbir hayat seviyesine ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, ihtiyarlık veya geçim imkânlarından iradesi dışında mahrum bırakacak diğer hallerde güvenliğe hakkı vardır.
2. Analık ve çocukluk özel ihtimam ve yardım görmek hakkını haizdir. Bütün çocuklar, evlilik içinde veya dışında doğsunlar, aynı sosyal korunmadan faydalanırlar”.

Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme’nin 12. maddesi de, vatandaşların sağlık hakkını güvenceye alabilmek için alınması gerekli tedbirleri sıralamıştır:

“Madde 12
1. Bu Sözleşme’ye Taraf Devletler, herkesin, ulaşılabilecek en yüksek fiziksel ve zihinsel sağlık standardına sahip olma hakkını kabul ederler.
2. Bu Sözleşme’ye Taraf Devletlerin, bu hakkın tam olarak kullanılmasını sağlamak için alacakları tedbirler şu amaçlara yönelik olacaktır:
(a) Ölü doğum ve çocuk ölümleri oranlarının düşürülmesini ve çocuğun sağlıklı bir şekilde gelişmesini sağlamak;(b) Çevresel ve sınai sağlık şartlarının her yönüyle iyileştirilmesi;(c) Salgın, yöresel, mesleki ve diğer hastalıkların önlenmesi, tedavisi ve kontrolü;(d) Hastalık durumunda herkese tıbbi hizmet ve tıbbi bakım sağlayacak koşulların yaratılması”.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bu sözleşmelerden doğan yükümlülüklerini layıkıyla yerine getirebilmesi, sağlık hizmetlerinin genel bütçeden finanse edilmesi ve herkese gereksinimine göre ücretsiz olarak devlet tarafından sunulmasıyla olanaklıdır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder