Translate

7 Şubat 2014 Cuma

İş kazası mı, iş cinayeti mi?

Türkiye iş kazalarına bağlı ölümlerde açık arayla Avrupa birincisi ve dünyada da kimi zaman ikinci, kimi zaman üçüncü sırada. Yıllardır derslerimde bu verileri aktarırken öğrencilerimin yüzlerine dikkatle bakıyorum. Çoğu bu duruma inanmıyor veya inanmak istemiyor. Ne düşündüklerini soruyorum. Türkiye’nin durumunun bu kadar kötü olamayacağını, büyük olasılıkla başka ülkelerin verilerinin eksik olduğunu, bu nedenle Türkiye’nin durumunun kötü göründüğünü düşündüklerini söylüyorlar. Buna benzer yanıtları aldıktan sonra, bu verileri Uluslararası Çalışma Örgütü (UÇÖ) ve Avrupa İş(çi) Sağlığı ve Güvenliği Ajansı (AİSGA) gibi saygın kuruluşların uzun yıllardır yayınladığını, verilerde bu tür sorunlar olsa mutlaka belirteceklerini söylediğimde derin bir sessizlikle karşılaşıyorum. 


Aslında öğrencilerim gibi benim de inanamadığım, inanmak istemediğim şeyler var. Sadece iş kazalarında değil, aynı zamanda meslek hastalıkları konusunda da dünyanın en kötü sicillerinden birine sahip bir ülkenin akademisi, meslek örgütleri, sendikaları ve konuyla ilgili diğer kurum ve kuruluşları nasıl bu konulara gözlerini kapatır, kulaklarını tıkarlar? İş kazalarında dünya rekorlarına sahip bir ülkede nasıl işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı eğitimlerinde Heinrich’in 1930’lardan kalma kazada işçiyi (mağduru) suçlayan kaza kuramı üzerine inşa edilmiş saçma sapan materyaller kullanılır? Yine nasıl araçlar üzerine kurulmuş risk değerlendirme yöntemleriyle insan sağlığı ve güvenliği güvence altına alınmaya çalışılır?

Bu soruları çoğaltmak mümkün. Daha düşündürücü olan, bu içerikteki eğitimlerin son yıllara kadar işyeri hekimlerine Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve iş güvenliği uzmanlarına Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) tarafından veriliyor oluşudur. Kuşkusuz çok daha üzücü olan, işçi sendikalarının bu konuda neredeyse hiçbir ciddi çaba içinde olmayışlarıdır. Son olarak Türkiye’de hala dünyanın birçok ülkesindeki 4 yıllık İşyeri Hekimliği Uzmanlığı eğitiminin bulunmadığı, Türkiye’de işyeri hekimlerinin sadece bu alanın kısaca tanıtımının yapılabildiği sertifika programlarıyla eğitildiğini, aynı şekilde dünyanın birçok ülkesinde 4 yıllık lisans eğitimiyle kazanılan İş Güvenliği Uzmanlığı’nın işyeri hekimliğindeki gibi alanın kısaca tanıtımının yapılabildiği sertifika programlarıyla edinildiğini söylemek gerekir. Uzun sözün kısası Türkiye’nin iş kazalarında ölümlerde dünya ölçeğinde şampiyon oluşu tesadüf değildir.

İşte Gürkan Emre Gürcanlı’nın geçtiğimiz günlerde yayınlanan İşleneceğini Herkesin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü: İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğine Sınıfsal Bir Bakış başlıklı kitap, Türkiye’deki çölleşmiş bu ortamda bir vaha gibi duruyor.

Gürcanlı kitabının ilk bölümünde işçi sağlığı ve iş güvenliğinin genel bir görünümünü sunuyor. Tarihsel süreçler içinde işçi sağlığı ve iş güvenliği politikalarının gelişimini aktararak, bu politikaların belirlenmesinde sınıf mücadelesinin rolünü vurguluyor. Tarih boyunca kayda geçmiş önemli iş kazalarının bir bilançosunu veren Gürcanlı, dünyanın birçok ülkesinden örneklerle anlatımını zenginleştiriyor.

İkinci bölüm iş kazalarına (ya da yazarın vurgusuyla cinayetlerine) ayrılmış. Bu bölümde kaza kavramını oldukça ayrıntılı ve derinlikli bir şekilde irdeleyen yazar, mevcut kaza nedensellik teorilerinin de eleştirisini yapıyor. İş kazası olgusunda süreçlerin nasıl egemen sınıfların talepleri doğrultusunda düzenlendiğini yine canlı örneklerle sergileyen yazar, iş kazaları sorununun aslında teknik bir sorun olmadığını, dolayısıyla teknik tedbirlerle çözülemeyeceğini, bir iktidar sorunu olduğunu çok net ortaya koyuyor.

Üçüncü bölüm meslek hastalıklarına ayrılmış. Bu bölümün iş kazalarının irdelendiği bölüme göre oldukça eksik kalmış olduğunu belirtmek gerekir. Mesleki ölümler içinde meslek hastalıklarına bağlı ölümlerin, iş kazalarına bağlı ölümlerin altı katı olduğu göz önüne alındığında, bu alanın da en az iş kazaları kadar derinlikli bir irdelemeyi hak ettiğini söylemek abartı olmaz. Ancak Gürcanlı bu bölümde sorunun çok önemli bir boyutunu yakalamış: işçiler ve sendikalar ne yazık ki meslek hastalıklarına yakalanmamayı değil, yakalandıktan sonra uğradıkları zararların tazmin edilmesini öne çıkartıyorlar. Bunun değişmesi gerek.

Dördüncü bölümde Sovyetler Birliği’nde işçi sağlığı ve iş güvenliğine yaklaşım aktarılmış. Yazarın da belirttiği gibi maalesef bu konuda ülkemizde inanılmaz bir kısırlık söz konusu. İşçi sınıfının iktidarda olduğu coğrafyalarda işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin uygulamalar konusunda hemen hiç bilgimiz olmayışı büyük bir utanç kaynağı olmalı. Bu zengin deneyimlerin bir an önce gün ışığına çıkartılması ve Türkiye işçi sınıfının hizmetine sunulması gerekiyor.

Kitabın son bölümleri, çoğu sosyalizmin çözülmesiyle birlikte ortaya çıkan sermaye lehine kuralsızlaştırmaları (taşeronlaşma vb), yeni dünya düzeniyle birlikte yaygınlaşan pratikleri ve bunların işçi sağlığı ve güvenliği üzerine olumsuz etkilerini anlatıyor. Yine yakın zamanlarda gazete manşetlerine çıkan tanıdık olaylardan örnekler verilerek zenginleştirilen bu bölümlerde yazar sorunların çözümü için önerilerini de sunuyor.

Gürcanlı’nın kitabının akademinin Türkiye’nin en önemli sorunları arasında ilk sıralarda yer alan işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunlarını hak ettiği ciddiyetle ele almaya başladığının bir göstergesi olduğuna inanmak istiyoruz. Bu değerli kitabın yazarı genç akademisyen arkadaşımızı da bu alana sınıf bakışı getirdiği için kutluyor, toplumcu tıbba daha geniş katkılarını beklediğimizi altını çizerek belirtmek istiyoruz.

Akif Akalın

Gürkan Emre Gürcanlı
İşleneceğini Herkesin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü: İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğine Sınıfsal Bir Bakış. Ocak 2014. Yazılama Yayınevi: 84, Teorik Bakış: 16

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder