Translate

7 Şubat 2014 Cuma

İşyeri hekimliği göründüğü gibi değil!

Öncelikle tarihte işçi sağlığı hizmetleri ve işyeri hekimliğinin sınıf mücadelesinin ürünleri olarak doğduğunu ve geliştiğini belirtmekle başlayalım. İşyeri hekimliği ancak emek – sermaye ilişkileri bağlamında ele alındığında anlaşılabilir. İşyeri hekimliğinin bu karakterini anlayamazsak, işyeri hekimliğinin genel hekimlik hizmetlerinden farkını da anlayamayız.



İşyeri hekimliği nedir, işyeri hekimleri ne yaparlar?

Öncelikle tarihte işçi sağlığı hizmetleri ve işyeri hekimliğinin sınıf mücadelesinin ürünleri olarak doğduğunu ve geliştiğini belirtmekle başlayalım. İşyeri hekimliği ancak emek – sermaye ilişkileri bağlamında ele alındığında anlaşılabilir. İşyeri hekimliğinin bu karakterini anlayamazsak, işyeri hekimliğinin genel hekimlik hizmetlerinden farkını da anlayamayız.

İşyeri hekimliğini genel hekimlikten ayıran en önemli özellik şudur: işyeri hekimliğinin konusu önlenebilir veya kaçınılabilir sağlık sorunlarıdır. İşyeri hekimliğinin babası olarak kabul edilen Ramazzini bu durumu 1713 yılında yayınlanan ünlü kitabına De Morbis Aritificium Diatriba (On Artificially Caused Diseases), yani “yapay hastalıklar” başlığını vererek ifade etmiştir. Virchow da maden ocaklarında patlak veren bir salgını incelediği ünlü Yukarı Silezya Tifüs Salgını Raporu’nda kullandığı “yapay salgın” ifadesiyle bu hastalıkların önlenebilir hastalıklar olduğunu vurgulamıştır.

Kuşkusuz işyeri hekimliğinin kökleri İmhotep veya Hipokrat’a kadar gerilere götürülebilir, fakat çağdaş anlamıyla işyeri hekimliği Fransız Devrimi’yle ete kemiğe bürünmüştür. Gerçekten de işçilerin yaptıkları işler nedeniyle kas iskelet sistemi rahatsızlıklarına yakalandıklarına ilişkin veriler Ebers Papirüsünde vardı. Hipokrat kurşun zehirlenmesinin belirtilerini mükemmel bir şekilde tanımlamıştı, fakat işçilerin bu sorunlara karşı korunması için ilk somut adımlar Fransız Devrimi sonrasında atılmaya başladı.

Kadınların ve çocukların çalışma ortamlarının sağlık üzerindeki olumsuz etkilerinden korunmalarına ilişkin ilk yasal düzenlemeler, çalışma saatlerinin kısaltılması, işçilerin çalışacakları işe sağlık bakımından uygun olup olmadıklarını değerlendirmek için yapılan işe giriş muayeneleri ve belirli aralıklarla sağlık kontrollerinden geçirilmesi gibi temel işyeri hekimliği uygulamaları sanayi devrimiyle birlikte gelişmiş kapitalist ülkelerde yaygınlaştı.

Bu sayılanlar ve diğer birçok işçi sağlığı ve güvenliği uygulaması işçi sınıfının yaşam ve çalışma koşullarının düzeltilmesi talebiyle yükselttiği mücadele sürecinde kazanılmış haklardır. Dayanılmaz çalışma ve yaşam koşullarına tepkilerini 1848 ayaklanmalarıyla ortaya koyan Avrupalı işçiler 1871 Paris Komünü’yle sermaye egemenliğini tehdit etmeye başlayınca, Almanya’da Bismarck hükumeti hastalık sigortasını getirerek işçilere “düzeni değiştirmeden” de çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirebilecekleri mesajı vermek zorunda kaldı.

Almanya’da sigorta kurumu işçilere sağlık hizmeti sunmak üzere işyerlerinde sağlık birimleri ve hastaneler açmaya ve bu kurumlarda hekim istihdam etmeye başladığında işyeri hekimliğinden emeğin ve sermayenin farklı beklentileri olduğu ortaya çıkmıştır. Emek işyeri hekimliğinden kendisini önlenebilir sağlık sorunlarına karşı korumasını beklerken, sermaye işyeri hekimlerini işçilerin sağlık sorunlarını mümkün olduğunca işyerinde çözerek kendisine işgücü tasarrufu sağlayan elemanlar olarak görmek eğiliminde olmuştur. Ücretlerini işverenlerden alan işyeri hekimlerinin genellikle kendilerine işverenin biçtiği rolü benimsediklerini söylemek abartı olmayacaktır.

Tarihte modern anlamıyla işyeri hekimliği uygulamasının ilk örneği 1917 Ekim Devrimi’yle kurulan SovyetlerBirliği’nde görülür. Sovyet hükumeti diğer kapitalist ülkelerde olduğu gibi işçiler için ayrı bir sağlık örgütlenmesine gitmek yerine işyeri hekimliğini ulusal sağlık sisteminin omurgası halinde örgütlemiş ve 1924 yılında kurduğu “Hijyen” tıp fakültelerinde, mezun olduklarında fabrika sağlık birimlerinde görev alacak hekimler yetiştirmeye başlamıştır. Bu hekimler işyerlerinde yalnızca koruyucu işyeri hekimliği hizmetleri sunmakta, hasta işçiler tedavi hizmetleri için ikametgahlarına yakın birinci basamak kurumlarda “Genel” tıp fakültelerinden mezun pratisyen hekimlere başvurmaktadır.

İkinci paylaşım savaşı sonrası sosyalizm yoluna giren ülkeler işyeri hekimliğinde Sovyet modelini benimserken, gelişmiş Batılı ülkelerde Bismarck modeli yaygınlaşmıştır. 1997 yılında Avrupa Tıp Uzmanları Birliği (European Union of Medical Specialists) bünyesinde İşyeri Hekimliği Uzmanlığı bölümü oluşturulmuştur. Dünya Sağlık Örgütü 2000 yılında işyeri hekimleri için yeterlilikler tanımlayarak bu alanda bir standartlaşma getirmiştir. İşyeri hekimliği, işçilerin sağlığının değerlendirilmesi; çalışma koşulları ve süreçlerinin işçilerin sağlığı ile ilişkilendirilmesi; tüm çalışan nüfusun sağlık, beceri ve çalışma kapasitesinin yönetimine yardımcı olunması; çalışma yetisi ve üretim bağlamında vaka yönetimi ile ilgili tıp uzmanlığıdır. 2002 yılında İşyeri Hekimliği Uzmanlığı eğitiminin asgari koşulları belirlenerek (1) eğitim süresinin asgari 4 yıl olması kararlaştırılmıştır. 
 
Bu süreçler Türkiye’de nasıl gelişti?

Osmanlı imparatorluğunda işçi sağlığına ilişkin ilk düzenleme Zonguldak bölgesindeki kömür ocaklarında çalışan işçiler için işyerlerinde hekim bulundurma zorunluluğu getirilmesidir. Açıkçası 1865 Dilaver Paşa Nizamnamesi ve 1869 Maadin Nizamnamesi’nde yer alan bu hükmün gereğinin yerine getirilip getirilmediği, getirildiyse istihdam edilen hekimin işletmede neler yaptığına ilişkin elimizde veri yok. Ancak 1913 yılında Dr. Reşat Rıza tarafından kaleme alınan Veremi Herkes Bilmelidir başlıklı bir broşürde “amele rutubetli, havasız, karanlık, ahır gibi yerlerde çalıştırılıyor; amelenin sıhhati için lazım olan tertibata aldırış bile edilmiyor” tümcesinin yer aldığını biliyoruz. Yani hekimlerimiz daha bu yıllarda Almanya’da oldukça gelişmiş olan işçi sağlığı çalışmalarından haberdarlar.

Cumhuriyet döneminde işçi sağlığına ilişkin ilk düzenleme 1930 yılında kabul edilen Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda (Genel Sağlığı Koruma Yasası) yapılmış. Burada işyeri ve çevresinin sağlığa uygunluğunun sağlanması, 50’den fazla işçi çalıştırılan işyerlerinde işçilere tıbbi bakım sağlanması ve sağlık birimlerinin kurulması gibi hükümler var. 1946 yılında yayınlanan Sendika Gazetesi nüshalarında işyeri hekimliğine ilişkin yazılar vardır; bu yazılardan birinde “müesseselerin hekim bulundurmayı sırf bir kanuni formalite icabı olarak telakki” ettikleri, çoğu kez işyeri hekimi bile tutmayıp emekli hekimlerin diplomalarını kiralayarak işyerinde hekim varmış gibi gösterdikleri belirtilmektedir.

Bir başka yazıda “İngiltere, Amerika, Fransa, Belçika ve sair ileri sanayi memleketlerinde olduğu üzere bu sahada çalışacak doktorların ayrı kurslara tabi tutulmaları; bunlara verilecek hıfzıssıhha, sosyal hijyen, hayati kimya, bakteriyoloji malumatının arttırılması şarttır” ifadesi vardır. Yani Türkiye işyeri hekimliğinin bir “uzmanlık alanı” olduğunu (2) daha 1950’li yıllarda biliyormuş... Dr. M. Hulusi Dosdoğru tarafından kaleme alınan bir makalede ise Alman kaynaklardan yararlanılarak toplumcu tıbbın tanımı yapılmakta, “sosyal tababetin ana davası insanları hastalandırmadan yaşatmak imkanlarını önceden sağlamaktır” denilmektedir.

Özetle üzerinde yaşadığımız coğrafyada işçi sağlığı 1860’lı yıllardan beri bilinmekte fakat uygulanmamaktadır. 1960’lı yıllara kadar işçi sınıfının mesleki ve siyasi örgütleri yasaklanmış ve talepleri zorla bastırılmıştır. 1961 Anayasası’nın sağladığı göreli demokratik ortamda işçi sınıfı talepleri etrafında örgütlenebilmeyi başarabilmişse de, önce 12 Mart ve daha sonra 12 Eylül darbeleriyle yine sindirilmiş ve sonunda yine örgütsüz bırakılmıştır. Bütün bu süreçler boyunca işçi sağlığı işverenler için “kanuni formalite icabı”, işçiler için rahatsızlandıklarında veya reçete yazdırmaları gerektiğinde gidilecek bir yer, hekimler için “ek bir gelir” kaynağı olmayı sürdürmüş, tıp eğitimi dışında tutulmuş, üniversitelerin, siyasi partilerin ve sendikaların gündemine girememiştir.       

TTB’nin bu konuda etkinlikleri neler oldu?

TTB’nin işçi sağlığı konusunu gündemine alması oldukça yenidir. Bilindiği gibi TTB esas olarak devletin hekimlik faaliyetlerini düzenlemek ve denetlemek amacıyla örgütlediği korporatist bir kurum; ancak 1960’larda Türkiye’de sınıf mücadelesinin ivme kazanmasıyla birlikte hekimler arasındaki ilerici unsurlar TTB’ni bir mevzi olarak görmüş ve bu örgütün yönetimine gelmek için çaba göstermeye başlamışlardır.

1970’li yılların sonlarına doğru TTB sınıf mücadelesinde bir mevzi haline gelmiş ve işçi sınıfının mücadelesine omuz vermeye başlamıştır. TTB’nin bu alandaki ilk somut faaliyeti 1978 yılında düzenlediği Ulusal İşçi Sağlığı Kongresi’dir. Bu Kongre’de TTB’nin işçi sağlığına emekten yana bir yaklaşım sergilediğini görüyoruz. İşyeri hekimlerinin görevlerini layıkıyla yerine getirebilmeleri için ücretlerinin işveren tarafından ödenmemesi, yasal yükümlülüklerini yerine getirmeyen işverenlerin daha ağır cezalara çarptırılması gibi taleplerin de dillendirildiği Kongre Türkiye’de gerçek anlamda işyeri hekimliği faaliyetleri için bir milat sayılabilir.

Bu gelişmeler iki yıl sonra 12 Eylül faşist askeri darbesiyle sekteye uğramış, TTB kapatılarak yöneticileri tutuklanmıştır. 1984 yılında TTB’nin faaliyetine yeniden izin verildiğinde yönetime sosyal demokrat hekimler gelmiştir. 1980’li yılların sonlarına doğru kendilerini sosyal demokrasinin daha solunda tanımlayan hekimlerin TTB yönetiminde ağırlık kazanmalarına karşın TTB bir daha asla 1970’lerin sonundaki çizgisine erişememiştir. Bu farklılık ikincisi 1988 yılında toplanabilen Ulusal İşçi Sağlığı Kongresi, 1978 yılında gerçekleştirilen ilk Kongre ile karşılaştırıldığında açıkça kendisini göstermektedir. 1978’lerde ortama egemen olan işçilerin üretim üzerinde söz ve karar sahibi olmaları gibi talepler, egemen sınıfların hiç değilse kendi çıkarttıkları yasalara uymaya davet edilmesine gerilemiştir.

Bu dönemde TTB İstanbul’da ilk İşyeri Hekimliği Sertifika Programı’nı açarak bu alana müdahil olmuştur. TTB yasasını ve işyeri hekimliğine ilişkin mevzuatı kullanarak Çalışma Bakanlığı ve işverenler üzerinde baskı oluşturmuş ve yalnızca TTB’den sertifika alan hekimlerin işyeri hekimi olarak yetkilendirilmeleri talep edilmiştir. Kuşkusuz Türkiye’de işyeri hekimliğinin tarihine bakıldığında TTB’nin attığı bu adım çok değerli ve önemlidir, fakat tıp içinde ayrı bir uzmanlık alanı olan işyeri hekimliğinin gerektirdiği bilgi ve becerilerin bu kurslarda kazandırılmasının olanaksızlığı da ortadadır. Bu kurslar yalnızca hekimlere tıp içinde böyle bir uzmanlık alanının da bulunduğunu anlatma ve işyeri hekimliği içinde yer alan hekimlik etkinliklerini tanıtma işlevi görmüşlerdir.

1990’lı yıllar Türkiye’de maaş ve ücretle çalışan hekimlerin oldukça yoksullaştıkları ve gelirlerini arttırabilmek için çırpındıkları yıllardır. Bu dönemde bir yanda hekimlerin ilerici unsurları Beyaz Eylemler örgütleyerek ekonomik demokratik mücadeleyi yükseltmeye çabalarken, diğer yanda büyük çoğunluk “kendisini kurtarma” çabasına girmiş, işyeri hekimliği birçok hekim için “ek bir gelir kapısı” olarak görülmeye başlamıştır. TTB üzerinde daha fazla kurs açması ve daha fazla hekime işyeri hekimliği sertifikası sağlaması yönünde baskılar artmış, popülist TTB yöneticileri bu baskılara boyun eğerek oldukça kısa bir süre içinde 30 bin kadar hekime işyeri hekimliği belgesi düzenlemiştir.

Kuşkusuz TTB içinde bu gelişmelere karşı çıkan ilerici hekimler de olmuştur, ancak solun ideolojik ve politik olarak ezildiği 80 sonrası yıllarda bu kesimlerin sesi fazla duyulamamıştır. 2000’li yıllara gelindiğinde işyeri hekimliği artık kelimenin tam anlamıyla bir “ek gelir” kapısıdır. İşyeri hekimliği yapan hekimlerin büyük bir kısmı fabrikalarda yalnızca işverenlerin talebi doğrultusunda poliklinik hizmeti vermekte ve bu hizmet karşılığında TTB tarafından belirlenen asgari ücret tarifesine göre ücretlendirilmektedir. Kuşkusuz işyeri hekimleri arasında mesleğini gereği gibi yerine getirme çabası içinde olan hekimler de yok değildir, fakat bunların sayısı genel toplam içinde gerçekten ihmal edilebilir düzeydedir.

2000’li yıllar Türkiye’de emek güçlerinin bütün tarihsel kazanımlarını yitirdiği yıllardır. Bu süreçte sigortasız çalışan emekçi sayısı sigortalı sayısını aşmış, sendikalaşma oranları sendikaların yasaklandığı 1946 yılının dahi gerisine düşmüş ve çalışma ortamına kelimenin tam anlamıyla kölelik koşulları hakim olmuştur. Böyle bir ortamda işverenlerin talepleri doğrultusunda işyeri hekimliği üzerindeki TTB etkinliğine tamamen son verilmiştir. TTB için hem önemli bir maddi gelir kaynağı olan, hem de hekimler ile organik bağlar kurmasına aracılık eden işyeri hekimliği kursları düzenleme tekeli TTB’nin elinden alınarak kurslar özel dershanelere açılmıştır.

Son olarak birkaç cümleyle 2012 yılında kabul edilen yeni 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ve buna bağlı çıkartılan yönetmeliklerle işyeri hekimliği alanında yaşanan değişimden bahsedebiliriz. Bu düzenlemelerin esas olarak iki amacı vardır: birincisi işveren üzerindeki TTB asgari ücret tarifesi baskısını kaldırarak işyeri hekimliği hizmetlerini daha da ucuzlatmak ve ikinci olarak olası meslek hastalıkları ve iş kazaları karşısında işveren sorumluluğunu işyeri hekimleri ve iş güvenliği uzmanlarına pay ederek hafifletmek. Nitekim daha yasal düzenlemelerin yürürlüğe girmesi üzerinden çok kısa bir süre geçmesine karşın işyeri hekimi ücretleri hızla azalmaya başlamış, fakat buna karşılık hekimlerin işyerlerinde geçirmeleri zorunlu olan süreler de çok azaltılarak, işyeri hekimlerinin eski gelirlerine kavuşabilmesi için aynı anda çok daha fazla sayıda işyerine hizmet sunmasının önü açılmıştır.

Sonuç olarak bugün TTB’nin işyeri hekimliği bağlamında tamamen dışlandığını ve bu alanın tamamen serbest piyasa mekanizmalarına terkedildiğini söyleyebiliriz. Türkiye’de işyeri hekimliğinin kaderini diğer ülkelerde olduğu gibi sınıf mücadelesinin düzeyi belirleyecektir.

Akif Akalın

1. http://www.who.int/occupational_health/regions/en/oeheuroccmedicine.pdf.

2. Türkiye’de bu yazının kaleme alındığı 2013 yılında dahi işyeri hekimliği hala bir uzmanlık alanı değil, hekimlere özel dershaneler tarafından verilen 220 saatlik “kurslarla” işyeri hekimi olunabiliyor.

KAYNAK: http://insanbu.com/a_haber.php?nosu=1266

Bu makale TIP BUDUR başlıklı kitap içinde yayınlanmıştır:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder