Bu ülkede sağlık üzerine yazmak
zordur, hem de çok zor. Masanızın başına geçer, her yıl binlerce insanın
yaşamlarından çalan, çal(a)masa da yaşamlarını zindan eden bir sağlık sorunu
üzerine yazmaya başlarsınız. Gerçekten de önemli bir sorundur. Literatür
tararsınız, sorunun tarihsel – toplumsal süreçler içindeki gelişimini, sermaye
tıbbının soruna yaklaşımını irdelersiniz, o sırada medyaya bir haber düşer: Ya
bir inşaat işçisi hiçbir güvenlik tedbiri alınmadığından iskeleden metrelerce
aşağıya düşmüştür, ya da yaşamının baharında bir üniversite öğrencisi genç
kadın evine dönmek için bindiği minibüsün şoförü tarafından kaçırılmış,
tecavüze yeltenilmiş ve uzuvları kesildikten sonra yakılarak öldürülmüştür. Birden
yazmakta olduğunuz sorun gözünüzde küçülmeye başlar, ufalır ve yok olur gider.
Geçtiğimiz hafta sonu Nazım Hikmet
Kültür Merkezi’nde dördüncüsünü gerçekleştirdiğimiz Toplumcu Sağlık
Söyleşisi’nde katılımcılardan Kaan Arslanoğlu şunları söyledi (ses kaydı
çözümünden):
“Çok fazla konu
var uğraşılması gereken. İnsan olarak, duyarlı bir insan olarak, bir aydın
olarak ya da siyasi bir kişi olarak veya parti olarak uğraşılması gereken çok
fazla sorun var. Sadece sağlık alanında bile bunları sıralamaya kalksak çok
hayati 30 – 35 tane sorun sıralayabiliriz. Bu konuda öncelikle mücadele
edilmesi gerekir, bu konuda özellikle örgütlenilmesi gerekir diyebileceğimiz 30
– 35 sorun. Sağlık alanından çıktığınız zaman, belki yüzün üzerinde, şu anda
Türkiye’de çok acil, muhakkak mücadele edilmesi gereken sorunlar var. Zaten
sistemin avantajı da burada, iktidar partilerinin, iktidar güçlerinin avantajı
da burada. Bizi o kadar çok soruna boğuyorlar ki, hangi birinden tutalım, hangi
birinden başlayarak bir şeyler yapalım diye insanları çaresiz bırakıyorlar.
Medya da buna hizmet ediyor. Medya bir bilgi bombardımanı altında her gün
önümüze yüzlerce büyük sorun getiriyor. Bunlardan beşine, onuna bile
yoğunlaşmanız mümkün değilken, hangi birine yoğunlaşacaksınız ve hangi birinde
bir mücadele örgütleyeceksiniz?”
Gerçekten doğru, eksiği var fazlası
yok. Sağlık sorunlarına en yüzeysel bir bakışla bile her biri sözcüğün tam
anlamıyla “yaşamsal” olan, her yıl binlerce, on binlerce can alan onlarca sorun
var ve bunlar arasında “öncelikler” sıralaması yapabilmek gerçekten olanaksız.
Kim “önceliğimizi meslek hastalıklarına verelim, trafik kazaları o kadar önemli
değil” diyebilir? Hava kirliliğinin neden olduğu sorunlarla, okul çağında
çocuğu olan herkesin kabusu olan bağımlılık sorunu nasıl kıyaslanabilir?
Kuşkusuz çok daha yakıcı sorunlar da
var. Bunlardan biri nükleer santral projeleri. 1945’den günümüze yaşanan
onlarca irili ufaklı felakete karşın, hatta bunlardan birinin (Çernobil)
etkilerinin Türkiye’de yakından yaşanmasına ve hala yaşanmaya devam etmesine
rağmen, bugün Mersin’de insan sağlığını tehdit eden en büyük projelerden biri
gündemde. Bu tehlikeye hangimiz sırtımızı dönebilir, gözlerimizi kapatabiliriz?
Diğer yandan bugün Türkiye’nin en
“görünür” halk sağlığı sorunu olan şiddet, artık her gün can almaya başladı.
Adli hekimlik yapan bir dostumuz, insanların birbirlerini akıl – mantık almaz
nedenlerle, örneğin banka kuyruğunda sıraya uymamak, otoparkta yer kapmak veya
“yan bakmak” nedeniyle öldürdüklerini anlatıyor. Biz olayları “kadına”, “sağlık
çalışanlarına”, “lgbti bireylere” şiddet gibi sınıflandırıyoruz fakat aşağıdaki
örnek durumun kendilerini bu konularda “duyarlı” hissedenlerin dahi
düşünebildiklerinden daha vahim olduğunu gösteriyor:
Evine gitmek üzere Ayrılık Çeşmesi
metro istasyonundan çıkan bir genç erkeği gören bir grup genç “taraftar” erkek
arasından biri arkadaşlarına, “şu gelende .... takımı taraftarı tipi var” diyor
ve gencin giyiminde aslında o takımın taraftarı olabileceğine ilişkin hiçbir
işaret olmamasına rağmen (kaldı ki olsa ne olur), sorgusuz sualsiz gence
saldırıp darp ediyorlar. Genci linçten tesadüfen orada bulunan bir sivil polis
silahını çekerek kurtarıyor.
Bunlar her gün, her yerde yaşanırken
ve artık “ölümle” sonuçlanmadıkça gazete sayfasına dahi giremezken, siz ülkede
birçok insana “aşırı tanı” konuyor olabileceğine ilişkin endişelerinizi
tartışmak istediğinizde elbette yalnız kalıyorsunuz.
O halde ne yapmalı? Kaan Arslanoğlu
konuşmasının devamında bu soruya yanıt oluşturmaya çalışıyor (ses kaydından):
“Bu konuda iş
politik önderliğe düşüyor. Politik önderlik yani sosyalist partiler, komünist
partiler, bunlardan hangisini seçecek ve hangisine ağırlık verecek ve onun
üzerinde ana çelişkiyi belirleyecek şeklinde bir önderliğe ihtiyaç var. Problem
tek tek insanların duyarlı olduğu konularda mücadele etmesi değil. Tabii ki her
insan kendi bulunduğu alanda bir şeyler yapmalı. Ancak bunları Türkiye
ölçüsünde derleyecek, toparlayacak olan politik önderliktir”.
Gerçekten de öncelikle sağlıkla ilgili
bütün sorunların, hatta tek tek hastalıkların dahi özünde “politik” sorunlar
olduğunun farkına varmamız, sorunlara bu bilinçle yaklaşmamız gerekiyor. Down
sendromuna yaklaşım da, şiddete karşı duruş da, nükleer tehlike de, iş kazaları
ve meslek hastalıkları da, trafik kazalarından ölümler de birer politik
sorundur ve çözümleri de politiktir. Bu sorunların hiçbiri salt tıbbi – teknik
“çözümlerle” aşılamaz.
Yazımızı Toplumcu Sağlık
Söyleşileri’nin mottolarından biriyle, toplumcu tıbbın babalarından Rudolf
Virchow’un deyişiyle kapatalım:
“Tıp bir sosyal
bilimdir ve politika geniş ölçekte tıptan başka bir şey değildir”.
Akif Akalın
Not: Beşinci Toplumcu Sağlık
Söyleşisi “Aile Hekimliği” başlığı ile 21 Mart Cumartesi saat 15.00’de Kadıköy
Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde yapılacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder