Sermaye ile sağlık arasındaki
ilişkiler esas olarak üç eksende değerlendirilebilir: sermaye birikimi, sermaye
egemenliğinin meşrulaştırılması ve egemen sermaye ideolojisinin yeniden
üretilmesi.
SERMAYE BİRİKİMİ VE SAĞLIK
Sermaye için sağlık hem doğrudan bir
sermaye birikimi alanıdır, hem de dolaylı olarak genelde sermaye birikimine
katkıda bulunur. Sermaye sağlık sektörünün başta ilaç, tıbbi teknoloji,
sigortacılık ve tıbbi hizmet sunumu gibi alanlarına yatırım yaparak, sağlığı ve
sağlık hizmetlerini bir sermaye birikimi alanı haline getirir. Diğer yandan
sermaye, üretim süreçlerindeki işlevlerini yerine getirebilecek sağlıklı bir
emekçi sınıfa gereksinim duyar. Artı değer sömürüsüne dayalı bir düzende, artı
değer yaratanların en azından işe gelebilecek kadar sağlıklı kalmalarını sağlamak
bir zorunluluktur.
SERMAYE EGEMENLİĞİNİN MEŞRULAŞTIRILMASI VE SAĞLIK
İktidardaki sınıfın egemenliği esas
olarak “zora” dayanır. Egemen sınıf zoru devlet aygıtını kullanarak sağlar.
Ancak bu egemenliğin sürdürülebilmesi için yeterli değildir; egemen sınıfın
egemenliğini meşrulaştırmaya veya diğer bir deyişle toplumun rızasını sağlamaya
da gereksinimi vardır. Sağlık bu bağlamda egemen sınıfın egemenliğini toplum ve
emekçilerin gözünde meşrulaştırmak için kullandığı en önemli araçlardan
biridir. Toplumun aktif emekgücü dışında kalan ve dolayısıyla sermaye birikimi
bağlamında etkin olmayan kesimleri (örneğin çalışamayacak durumda olanlar veya emekliler),
bu sayede sağlık hizmetlerinden yararlanabilmektedir. Böylece sermaye birikimi
sürecinde emekçilere verdiği zararın bir bölümünü telafi eden sermaye,
emekçilerin bu adaletsiz düzene razı olmalarını sağlamaya çalışır.
SERMAYE İDEOLOJİSİNİN YENİDEN ÜRETİLMESİ VE SAĞLIK
Sermayenin, emeğin ve toplumun
kamusal sağlık hizmetlerine olan talebini bastırabilmek amacıyla kullandığı
silahların başında ideolojik araçlar gelmektedir. Sağlığın bir sermaye birikimi
alanı haline getirilebilmesi, sağlık hizmetlerinin insanlara sunduğu kullanım
değerinin, değişim değerine dönüştürülebilmesine bağlıdır. Bunun için sağlığın
ve sağlık hizmetlerinin kullanım değerinin muğlaklaştırılması ve çarpıtılması
gereklidir. Bu amaçla sermaye, insanların sağlığa ilişkin düşüncelerini
biçimlendirmek için büyük çaba harcar. İndirgemeci bir biyomedikal yaklaşımla
sağlığın ve hastalığın toplumsal belirleyicilerini gözlerden uzak tutmaya
çalışarak, toplumun sağlık taleplerini tıbbi hizmetlere erişimle sınırlamaya
çalışır. Böylece emeğin sağlık hakkı taleplerini ve mücadelesini kendi istediği
alana (örneğin daha fazla hastane açılması, tıbbi hizmetlere erişim vb)
sıkıştırır.
Sermayenin diğer bir ideolojik aracı
“akılcılaştırma” (rasyonelleştirme) olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanların
sağlık hizmetlerinin de ekonominin “genel – geçer” kurallarından bağımsız
olamayacağına ikna edilmesi çok önemlidir. Böylece bir hastane ile bir fabrika
veya ticarethane arasında analojiler kurularak, ekonominin diğer alanlarında
kullanılan maliyet, sürdürülebilirlik, etkinlik, verimlilik, üretkenlik gibi
kavramlar sağlıkla bütünleştirilir. İnsanların sağlık kurumlarının da bir
“işletme” olduğuna inandırılmasından sonra, bu “işletmenin” nasıl daha verimli
olabileceği tartışmaya açılır. Bu noktadan itibaren sağlık hizmetlerinin
kamusal olarak mı, yoksa özel sektör tarafından mı sunulması gerektiği,
finansman, hizmetlerin maliyet-etkinlikleri, kalite, hekim seçme özgürlüğü,
kaynakların etkin kullanımı vb. tartışılmaya başlanır.
Sağlıkta kamu sektörünün mü, yoksa
özel sektörün mü daha başarılı olduğuna ilişkin tartışmaları sermaye
medyasından izleyenler, sanki tarihsel olarak sağlık hizmetleri her zaman
kamusal olarak sunulmuş, zamanla gelişen özel sektörün bu alanda daha başarılı
olduğu anlaşılmış izlenimine kapılabilir. Oysa gerçek bunun tam tersidir.
Sağlık hizmetlerinin bir kamu hizmeti olarak örgütlenmesi on dokuzuncu yüzyılda
uzun mücadeleler sonucu kazanılmış bir haktır. Küresel ölçekte kamusal sağlık
hizmetleri yirminci yüzyılda, yalnızca emek hareketinin bu hakkı alabileceği
kadar güçlü olduğu coğrafyalarda örgütlenebilmiştir. Dünyanın üçte birinin
kapitalist-emperyalist sistemin boyunduruğundan kurtulmayı başardığı dönemlerde
dahi, dünyanın yarısından çoğunda sağlık hizmetlerinde özel sektörün ağırlığı
vardır. Diğer yandan kapitalist ülkelerde kamusal sağlık hizmetlerinin yine
sermaye hükumetleri tarafından yönetildiği unutulmamalıdır.
Bu eksenlerin her birinde sermayenin
gereksinimleri ve talepleri karşısına, emeğin ve toplumun gereksinim ve
talepleri çıkar. Sermaye, emekçilerin ve toplumun kamusal sağlık hizmetlerinden
yararlanabilme olanaklarını elden geldiğince sınırlayarak, alınır-satılır bir
mal haline getirdiği sağlığı ve sağlık hizmetleri üzerinden kazanç sağlamaya
çalışırken, emekçiler ve toplum, kamusal sağlık hizmetlerinin sınırlarını
genişletmek ve bu hizmetlerden daha fazla yararlanabilmek için mücadele eder.
Bir toplumda emekçilerin ve toplumun sağlık hizmetlerinden yararlanabilme
düzeyini, bu karşıt güçler arasındaki savaşım belirlemektedir. Nitekim dünyanın
emekçilerin örgütlü ve güçlü olduğu coğrafyalarında toplumun sağlık
hizmetlerinden daha fazla yararlanabildiği görülmektedir.
SERMAYE VE TIP
Sermayenin sağlık üzerinden
amaçlarına ulaşabilmesi için tıbbı kontrol etmesi gereklidir. Sermayenin sağlık
alanında belli başlı yatırım alanları ilaç sektörü, tıbbi teknoloji endüstrisi,
sigorta şirketleri ve hastane zincirleridir (tıbbi – sanayi kompleks). Tıbbi –
sanayi kompleks tıbbı çeşitli araçlarla kontrol altına alır: mali, politik,
ideolojik ve hukuksal.
Sermayenin tıbbı kontrolü altına
alabilmesi için tıbbi bilgi üretimi süreçlerini denetlemesi gerekir. Bu
denetimde mali araçlar kullanılmaktadır: tıbbi araştırmalara kaynak sağlanması,
tıp kongrelerine, tıp dergilerine sponsorluk yapılması. Böylece hekimlik
uygulamalarında kullanılan tanı ve tedavi rehberlerinin oluşturulmasında ve
geliştirilmesinde etkin olabilen sermaye, bu alanları kendi gereksinimleri
doğrultusunda biçimlendirebilmektedir.
Sağlık politikalarının sermayenin
gereksinimlerine göre belirlenmesi amacıyla, uluslararası düzeyde başta Dünya
Sağlık Örgütü ve UNICEF gibi kuruluşların ve ulusal düzeyde hükumetlerin sağlık
politikalarının yönlendirilmesi üzerinden, kaynakların önleyici hizmetler
yerine tedavi hizmetlerine ayrılması sağlanmaktadır.
Bu çabaların başarıya ulaşabilmesi
için toplumun sağlık konusunda “yanlış bilinçlendirilmesi” önemlidir. Toplumun
dikkatinin sağlığın ve hastalıkların toplumsal belirleyicilerinden çok,
hastalıklar üzerine odaklanmasını teşvik eden medya kampanyaları aracılığıyla
önleyici sağlık hizmeti talepleri törpülenirken, sağlık sorunlarında mağduru
suçlayıcı bir tutum benimsenmektedir. Sağlık eğitiminde hastalık üreten sosyal
ve ekonomik koşulları gölgeleyen, hastalıkları ağırlıklı olarak “biyolojik” etmenlerle
açıklayan bir yaklaşım öne çıkartılmaktadır.
Son olarak hekimlerin mesleki
uygulamalarında kendilerine dayatılan tanı ve tedavi rehberlerine sadık
kalmalarını garanti altına alabilmek amacıyla hukuksal bir baskı
oluşturulmaktadır. Hekimler hastalarına ilişkin olası bir hukuki “sorumluluktan
kurtulmak” ve kendilerini güvenceye almak için hastalıkların tanısı ve tedavisi
için sermaye güdümlü kuruluşlar tarafından oluşturulan rehberlere uymak adına
mesleki bağımsızlıklarından tavizler vermektedir.
SAĞLIK SERMAYE İÇİN BİR KAR ALANI OLMAKTAN ÇIKARTILMALIDIR
Sağlık alanında özel girişimlere izin
verilmesi toplumun ve bireylerin sağlığını ve yaşamını tehdit etmektedir. Kar
amaçlı sağlık kuruluşları doğaları gereği kendi kazançlarını toplumun ve bireylerin
sağlığının önüne koymaktadır. Pazar kaygılarıyla hareket eden sermaye, piyasa
içinde rekabet edebilmek ve karlarını azamileştirebilmek için bilime, etiğe ve
insanların en temel hakkı olan sağlık hakkına müdahale etmekte ve kendisi bir
“halk sağlığı” sorunu haline gelmektedir.
İlkesel olarak sağlığın kamusal olarak
genel bütçeden finanse edilmesi, sağlık hizmetlerinin kamu kurumları tarafından
ve kamu sağlık emekçileri eliyle sunulması savunulmalıdır. Sağlık alanı, piyasa
egemenliğinin araçları olarak kullanılan “maliyet – etkililik” gibi toplumun ve
bireylerin sağlığını tehdit eden kavramlardan arındırılmalı, mali kaygıların
tıbbi kararları bireylerin sağlığını tehlikeye atabilecek şekilde etkilemesine
izin verilmemelidir. Kaldı ki, sağlığın toplumsal belirleyicilerine yönelik
iyileştirmelerle zaten toplumun genel sağlık düzeyi yükseltilecek ve tıbbi
hizmetlere olan talep önemli ölçüde azalacaktır.
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder