Bütün geri bıraktırılmış ülkelerde
olduğu gibi Küba’da da tüberküloz önde gelen sağlık sorunları arasında ilk
sıralarda yer alıyordu. 1954 yılında yüz binde 35.9 olan tüberküloz insidansı,
1962’de yüz binde 40.1’e yükselmişti. Bu nedenle Küba devrimi tüberküloz
mücadelesine büyük bir önem ve öncelik verdi. Küba bu mücadele sonunda
tüberküloz insidansını 2012 yılında yüz binde 6.1’e düşürmeyi başardı ve
Amerika kıtasında tüberkülozun en az görüldüğü ülkelerden biri haline geldi.
DEVRİM ÖNCESİ DURUM
Küba’da tüberküloz mücadelesi 1890
yılında Santiago de Cuba’da “Anti-Tüberküloz Lig” kurulmasıyla başlamıştır. Bu
mücadelenin ulusal ölçekte yaygınlaştırılması çabaları, 1899 yılındaki ABD
müdahalesi nedeniyle akamete uğramış, 1902 yılında mücadele bütün ülkeye
yaygınlaştırılmasına karşın mali sıkıntılar ve etkin bir stratejiden yoksun
oluşu nedeniyle güçlüklerle karşılaşmıştır.
Anti-Tüberküloz Lig bir sivil toplum
etkinliğidir. 1903 yılında İçişleri Bakanlığı ile yapılan görüşmeler sonucu (2)
Havana’da bir hastanenin (bugünkü General Calixto Garcia hastanesi) dört koğuşu
Lige tahsis edilerek tüberkülozlu hastaların tedavisine ayrılmıştır. Bu dönemde
hastaların tedavisi için dispanserler de kurulmaya başlamıştır; bunlardan ilki
Havana’da 1906 yılında açılan Furbush dispanseridir. Yine 1908 yılında
Havana’da 60 yataklı Esperanza Sanatoryumu açılmıştır.
Küba Sağlık ve Sosyal Yardım
Bakanlığı bünyesinde tüberküloz bölümü 1926 yılında kurulmuştur. Bir yıl sonra
Tüberküloz Ulusal Kurulu oluşturulmuş ve ertesi yıl Santiago de Cuba’da
Hartmann dispanseri açılmıştır.
1936 yılında Ulusal Tüberküloz
Konseyi kurulduğunda, Esperanza Sanatoryumu’nun yatak kapasitesi, Lebredo
hastanesinden alınan 362 yatakla 450’ye yükselmiştir. 1937 yılında Santa Clara,
Matanzas ve Pinar del Rio şehirlerinde tüberkülozlu hastaların ayaktan tedavisi
için dispanserler açılmıştır. 1945 yılında Havana’da General Calixto Garcia
hastanesinde Solunum Yolları Enstitüsü kurulmuştur. 1944 yılında Havana’da 5 ve
Pinar del Río, Matanzas, Santa Clara, Camagüey ve Santiago de Cuba şehirlerinde
birer tane olmak üzere Küba’da toplam 10 dispanser bulunmaktadır.
Bunların yanında San Miguel del
Padron’da ve Cojimar’da 180 yataklı Grancher ve 200 yataklı Marti hastaneleri
bulunmaktadır. Grancher hastanesinde bebekler ve 6 yaşına kadar çocuklar tedavi
edilirken, Marti hastanesinde 6 – 12 yaş arası çocuklar tedavi edilmektedir.
Her iki hastanede tüberkülozlu çocukların aileleri de hastaneye yatırılmakta ve
hekimler ve eğitimciler gözetiminde önleyici bakım yapılmaktadır.
Devrim öncesinde tüberküloz savaşı
esas olarak sanatoryum ve dispanserlerde sunulan tıbbi tedavi, hijyen ve diyet
odaklıdır. Bu yaklaşım epidemiyolojik olmaktan çok, “klinik ağırlıklı” bir
yaklaşımdır. Hastalığın tanı ve izlemi radyolojiye dayalıdır ve bakteriyolojik
hizmetler sınırlıdır. BCG aşılaması mevcuttur fakat nadiren kullanılmaktadır (3).
Yirminci yüzyılın ilk yarısında
hastalık çoğunlukla kalabalık varoşlarda kötü hijyen ve beslenme yetersizliği
koşullarında yaşayan, ekonomik bakımdan dezavantajlı sınıflarda görülmeye devam
etmiştir. Kurumların tüberküloz mücadelesindeki yardımları yetersizdir ve
hastaların ve ailelerinin yaşamlarında bazı iyileştirmeler yapmakla sınırlıdır.
DEVRİMDEN SONRA: ULUSAL TÜBERKÜLOZ KONTROL PROGRAMI
1959 devrimiyle birlikte hükumetin
tüberküloz savaşındaki “tedavi ağırlıklı” stratejisi yerini “sağlığın teşviki”
ve “hastalıkların önlenmesi” stratejisine bırakmıştır. Ulusal bir “Tüberküloz
Departmanı” kurulmuş ve Departman aralarında Küba’nın ilk “Ulusal Tüberküloz
Kontrol Programı’nın (UTKP)” tasarlanması ve uygulanmasının da bulunduğu bir
dizi tüberküloz kontrolü tedbiri başlatmıştır. UTKP bütün Kübalıları kapsayan
tüberküloz tanısı, tedavisi ve önleyici tedbirler sunmuştur.
UTKP’nın gelişimi, Halk Sağlığı
Bakanlığı’nın tek bir evrensel halk sağlığı sistemi oluşumunu koordine etmek ve
yönetmek üzere kurulmasıyla 1961 yılında başlamıştır. Aynı yıl Halk Sağlığı
Bakanlığı, Birinci Ulusal Tüberküloz Hastaneleri ve Dispanserleri Yöneticileri
Toplantısı’nı örgütlemiştir. Bu, tüberküloz hastalarının ve hastalığın ülke
çapında etkin yönetimi için çabaların koordinasyonunu teşvik eden ilk
etkinliktir. 1961 yılında toplanan Birinci Ulusal Hijyen ve Epidemiyoloji
Forumu’nda, tüberküloz dahil bulaşıcı hastalıklar için zorunlu bir bildirim
sistemi getirilmiştir. Bu sistem kontrol programı için bir zemin
oluşturmuştur. Halk Sağlığı
Bakanlığı’nın Ulusal Tüberküloz Komisyonu, bir dispanserler, hekim ofisleri ve
tüberküloz hastaneleri ağı örgütlemiş, BCG aşısı kapsamını genişletmiş,
tüberküloz için radyolojik taramaları başlatmış ve tıbbi ve teknik personele
eğitim sağlamıştır.
UTKP’nın ana amaçları şunlardır:
- Enfekte olmayanlarda
enfeksiyonun önlenmesi
- Enfekte insanlarda sekellerin
önlenmesi
- Bilinmeyen vakaların tespit
edilmesi
- Hastaların tedavisi ve bakımı
UTKP’nın politika/eylem rehberleri
şunları içermektedir:
- Yalnızca hastaların tedavisi
değil, sağlıklı insanların korunması
- Enfeksiyon ajanının geçişinin
önlenmesi (aşılama, kemoprofilaksi)
- Toplum ölçekli kontrol
tedbirlerinin yürütülmesi
- Basit ve etkin yöntem ve
tekniklerin kullanılması.
UTKP bu amaç ve ilkelere dayalı
olarak 1963 yılında Halk Sağlığı Bakanlığı Ulusal Tüberküloz Komisyonu’nun
yönetimi ve gözetiminde uygulamaya kondu ve ulusal ölçekte 27 tüberküloz
dispanseri, 8 sanatoryum, 24 smear mikroskopi laboratuvarından oluşan bir ağ
tarafından desteklendi. Halk Sağlığı Bakanlığı kaynakları aynı zamanda UTKP
etkinliklerinin de yürütüldüğü 302 poliklinik, 46 kırsal hastane ve 96 kırsal
sağlık merkezini içeriyordu.
Programın tüberküloz tanı ve izlem
ölçütleri esas olarak radyolojikti. Mikrobiyolojik tanı olmaksızın spesifik
tedavi süresi gereksiz yere uzuyordu. Önleyici tedbirler hastanelerde yeni
doğanlara BCG aşısı ve hastalarla teması olanların ve hiper-reaktif çocukların
(tüberkülin reaksiyonunun 15 mm üzerinde olması) kemoprofilaksisini kapsıyordu.
1965 yılında Küba genel poliklinikler
ağı tarafından tüberküloz mikrobiyoloji ve bakteriyoloji laboratuvarları
geliştirmek üzere personel eğitimi gerektiren bir plan başlatıldı (4). 1966
yılında poliklinikler okullarda tüberkülin taraması ve BCG aşılaması yaparak ve
bu etkinlikleri kendi çalışma planlarıyla bütünleştirerek, hastalar ve
temaslıların izlemine etkin olarak katılmaya başladı. UTKP 1968 yılında
tüberküloz önleme stratejileri ve veri kayıt ölçütlerinin onaylanmasını takiben
daha iyi hasta izlemi ve yönetimi için bakteriyolojinin daha yaygın
kullanımıyla daha da güçlendirildi. Bu değişimler tüberküloz sorununun boyutlarının
anlaşılmasını iyileştirerek, eğitimi tüberkülozu kapsamlı olarak ele alacak
yeni bir uzmanlık halinde güçlendirdi: pulmonoloji.
UTKP’nın ilk yıllarında hastalar yeni
vakaların bildirimi ve ücretsiz verilen tedavilerinin kaydedilmesi yoluyla
yönetiliyordu. Tüberküloz kontrolünün 1959 – 1969 yılları arasındaki bu ilk
evresinde halk sağlığı örgütlenmesindeki iyileşmenin yanı sıra sağlık
sisteminin bütün düzeylerinde ilaçların yaygın mevcudiyeti, etkinliklerine
ilişkin anlayışın iyileşmesi, cerrahiyle ilişkili ikinci hat rejimlerin akılcı
kullanımı önemli katkılarda bulunmuştur. Bunlar aktif hastalık prevalansı,
mortalite ve tüberküloza ayrılmış hasta yatakların gereksinimin azalmasına
yardımcı olmuştur.
1960’larda yürütülen sosyal
dönüşümler de, Küba toplumunun ekonomik, sosyal ve maddi koşullarında
iyileştirmeler yaparak etkili olmuştur. Ulusal bir kampanya ile okur-yazar
olmayan kalmamış, yeni işler yaratılmış, işyerlerinde sağlık ve güvenlik
koşulları iyileştirilmiş, toplum düzeyinde sağlık eğitimi kampanyaları
yürütülmüş, çocuk bakım merkezleri inşa edilmiş ve hem çocuklar, hem de genel
toplumun beslenme durumu iyileştirilmiştir. Bu bağlamda tüberkülozlu hastalara
hastaneler dahil ücretsiz tedaviye tam erişim, gibi sosyal yardım programları
başlatılmıştır. 1970 yılında tüberkülozlu hastalara tedavileri boyunca tam
ücret desteğini garanti altına alan bir yasa kabul edilmiştir.
1969 sonunda morbidite ve
mortalitedeki azalmaya rağmen UTKP yöneticileri tüberküloz önleme, kontrol ve
tedavisinde bilimsel gelişmelere ayak uydurmak için diğer teknik ve idari
değişim gereksinimlerini incelemişlerdir. Tüberküloz tedavisinin uzun oluşu daha
fazla hastanın tedaviye devamsızlığına ve hekim tarafından izlenememesine neden
olmaktadır.
UTKP’DA REFORM
Yedi yıllık uygulamadan sonra 1970
yılında programın kapsamlı bir değerlendirmesi yapılarak programda
değişikliklere gidilmiştir. Bu değişimler önce Havana’nın iki mahallesinde ve
Oriente eyaletinin kuzeyinde bir yıl süren pilot uygulamayla denenmiş, daha
sonra Küba’ya yaygınlaştırılmıştır.
Bu değişimlerle UTKP birinci basamağa
genişletilmiştir. Değişimlerle solunum sistemi semptomları 21 günü aşan
hastaların taranması, tanıda doğrudan balgam muayenesi ve kültürü, ayaktan
hasta tedavisi ve temaslıların izlenmesi odağa alınmıştır. Bu değişimler önemli
yeniliklerdir:
·
Solunum
semptomları 21 günü aşan herkese üç kez
doğrudan balgam muayenesi ve üçüncü örnekte kültür incelemesi
·
Ayaktan
hastaların üç evrede doğrudan gözetimli tedavisi
Uluslararası çalışmalar bu değişimlerin
etkinliğini göstermiştir. Doğrudan gözetimli tedavi ile balgam incelemesinde
negatif sonuçların oranı yükselmiş, izlem yapılamayan hasta oranı azalmış,
birinci basamakta uygulanan mikrobiyolojiyle daha iyi sonuçlar elde edilmiş ve
birinci basamak sağlık birimlerine radyoloji donanımı yerleştirilmesinin önemi
vurgulanmıştır.
Bu dönemde küresel olarak hastaların
yüzde 2.3’ünde rezidüel kalsifiye lezyonları olan birincil enfeksiyon formları
geliştiği gösterilmiştir. Genellikle 15 yaş ve üzerindekilerde hastalık
reaktive olduğunda enflamatuar bir reaksiyon kazeöz ve kaviteli lezyonlara
neden olabilmektedir. Sonuç olarak bronşlardan pürülan materyal atılabilmekte,
öksürük ve balgam gibi solunum sistemi semptomlarına neden olabilmektedir. Küba’da
göğüs ağrısı, nefes darlığı ve kan tükürmeyle giden diğer klinik formlar daha
az sıklıkla görülmektedir ve hematojen yayılım gösteren granülamatöz formlar
nadirdir.
Erişkinlerde solunum yolları
tüberküloz geçişinin en önemli kaynağı olarak tanımlanmıştır. Bu nedenle
semptomatik bir popülasyon, doğrudan smear gibi temel kaynakların optimal
kullanımı için risk gruplarının tanımlanmasını sağlamaktadır.
21 gün ve üzeri solunum semptomları
olan enfeksiyöz hastaları tanımlamaya ve duyarlılığı yüzde 60 – 80, tanısal
özgüllüğü yüzde 99 olan bir testle balgamda basil aramak için bakteriyolojik
muayene yapılmasına karar verilmiştir. Polikliniklerde görülen uzun süreli
solunum semptomları olan hastaların binde 6’sına balgam muayenesi endikasyonu
konmuş. Smear pozitif vakaların yüzde 70’i semptomatik olduğundan, bu tedbir
etkin bir kontrol programının temelidir. Akciğer dışı tüberkülozun
epidemiyolojik kontrolü bu hastaların genellikle semptomsuz olmaları ve çok
azının basil çıkartması nedeniyle sorun oluşturmamaktadır.
Doğrudan balgam muayenesi akciğer
lezyonunun seyrini ve tedavinin başarısını kestirmekte radyolojik tetkikten
daha iyidir. Epidemiyolojik açıdan bakteriyolojik muayene hangi hastanın
enfeksiyöz, dolayısıyla toplum için daha yüksek tehdit olduğunu göstererek
geçişi durdurmaya olanak verir. Bakteriyolojinin akılcı kullanımı aynı zamanda ülke
çapında ucuz taramaya olanak verir. Ancak radyografi yalnızca yüzde 70
özgüllükle akciğer gölgelerini gösterirken, başlangıçtaki akciğer hasarının
tipi üzerine bilgi verir ve pnömototaks ve plevral efüzyon gibi ana
komplikasyonları tespit ve tanımlamaya yardımcı olur.
Enfeksiyon kaynaklarının ortadan
kaldırılmasının streptomisin ve isoniazid gibi optimal etkili ilaçların doğrudan
gözetimli tedavi altında kullanımıyla başarılacağı varsayılmaktadır. 1970 UTKP
reformlarında kemoterapinin amaçları şöyle tanımlanmıştır:
·
Hastanın
smearının daha erken negatife çevrilmesi (geçişin durdurulması)
·
Uzun
erimli nihai iyileşme
Yeni rehberler dirençli vakalar veya
hastalığın yinelemesi durumunda tedavi rejiminde değişikliği belirtmektedir:
üçlü tedavi (ethionamide 1 g/gün, cycloserine 500–750 mg/gün ve and
pyrazinamide 1.5 - 2 g/gün). Bunlardan biri veya ikisi yerine ilk basamak
ilaçlar kullanılabilir.
1970 reformlarından sonra hastaların
çoğu ayaktan tedavi edilmeye başlamıştır. 1969 yılına kadar yeni vakalar
tüberküloz hastanelerine yatırılarak kültür negatif olana dek üçlü birinci
basamak tedavi altına alınırken, reformlardan sonra bu vakalar birinci
basamakta doğrudan gözetimli tedaviye alınmışlardır. Hastalar polikliniğe
geldiklerinde bir hemşire gözetiminde ağızdan ilaçlarını ve streptomisin
enjeksiyonu almışlardır. Çok hasta olanlar özellikle tedavinin başlangıcında
kısa bir süre için hastaneye yatırılmış ve sonra taburcu edilerek tedavilerine
ayaktan devam edilmiştir.
Tedaviye başlamadan önce tanı
bakteriyolojik olarak konmuşsa her hastaya tüberkülin testi (Mantoux PPD-RT23 2
UT) yapılır veya akciğer grafisi
çekilir. Tedavi başladıktan sonra aylık izlem, ilaçların yan etkilerini
değerlendirmek için klinik muayene ve doğrudan balgam mikroskopisini kapsar. Dördüncü
ayda mikroskopi pozitifse, örnek kültür ve duyarlılık testi için gönderilir ve
altıncı aya kadar kemoterapi değiştirilmeden sürdürülür. Balgamda hala basil
varsa ve duyarlılık testi ilaç direnci göstermişse hasta hastaneye yatırılır ve
ikinci basamak ilaçlarla tedavi edilir.
1970 programıyla hasta tedavisi ve
izlemi sorumluluğu 134 pulmonolog tarafından desteklenen, polikliniklerde
görevli 3.500 pratisyen hekime verilmiştir. 1970 öncesinde akciğer tüberkülozlu
hastalar için 2.834 hasta yatağı ayrılmışken (on bin kişiye 3 yatak veya
Küba’nın 40.101 hasta yatağının yüzde 7.1’i), 1970 reformu sonrası yatak sayısı
500’e düşürülmüştür.
1970 reformları 8 yıl sonra
değerlendirildiğine şu sonuçlara ulaşılmıştır:
• Solumun belirtileri 21 gün ve
üzerinde olan hasta prevalansı ülke çapında birinci basamak kurumlarda on binde
6 – 7 arasındadır.
• Semptomlu bireylerde tüberküloz
tespit hızı, tüberküloz insidansına paralel olarak düşme eğilimindedir.
• Solunum semptomlu hastaların ilk
balgam örneği almakta işbirliği 1976’dan sonra azalmış ve bu davranış 8 yıl
boyunca değiştirilmemiştir.
• Poliklinikler solunum semptomlarına
dayalı bu dönemde vakaların yüzde 47’sini tespit etmiştir. Tüberküloz
hastanelerinde tanı azalırken, genel hastanelerde artmıştır (tüberküloz
hastanelerine yalnızca komplike vakalar kabul edilmiştir).
• Balgam mikroskopisiyle
bakteriyolojik tanı vakaların yüzde 75’ini tespit etmiş, kalan yüzde 25 kültür
katkısıyla tespit edilmiştir.
• Ayaktan tüberküloz vakalarının
sayısı ve oranı, etkinliklerin kontrolünün birinci basamağa kaydırılmasıyla
uyumlu olarak yıllar ilerledikçe artmıştır.
1970 REFORMUNUN DEĞERLENDİRMESİ
1970 reformları mücadelenin odağını
ikinci basmaktan birinci basamağa alarak, Küba’da tüberküloz mücadelesinin
felsefesini kökten değiştirmiştir. Programın tüberküloz uzmanları ve akciğer
hastalıkları servislerine dayalı “dikey” odağı, “yatay”, topluma dayalı
poliklinik ekiplerine kaydırılmıştır (5).
Bu radikal değişimlerin köşe taşı
tanı etkinliklerinin, hasta çıktılarının ve temaslıların hastalığa
yakalanmasının önlenmesinin doğrudan mikrobiyoloji sonuçlarıyla
ilişkilendirilmesidir. Bu tanıda bilimsel güven sağlamış ve hastaların tedavi
süresince doğrudan balgam tetkikiyle daha iyi izlemine yol açmıştır. Bu aynı
zamanda hastalık geçişinin durdurulmasında önemli bir unsurdur ve
epidemiyolojik analizler için kritik bilgiler sağlamıştır.
Mikrobiyolojideki gelişmeler ve
1960’lardan itibaren laboratuvarların inşa edilmesi sayesinde mikrobiyolojiye
daha fazla dayanmak mümkün olabilmiştir. Direnç testi, sujların ilk
karakterizasyonunu, daha küçük bölgesel laboratuvarlar için kültür hazırlanması
ve bölgedeki dispanserler ile küçük hastanelere hizmet için eyalet hijyen ve
epidemiyoloji laboratuvarları kurulmuştur. Bölgesel laboratuvarlar da
polikliniklere başlıca mikroskopi ve suj izolasyonu hizmetleri sağlamışlardır.
Bu ağın çekirdeği Ulusal Hijyen,
Epidemiyoloji ve Mikrobiyoloji Enstitüsü’dür. Kurumun Tüberküloz Departmanı
gözetim, araştırma ve eğitimle görevlendirilmiş ve ulusal referans merkezi
olarak hizmet sunmuştur. 1965 yılında bakteriyoloji teknikleri
standartlaştırılmış ve bütün laboratuvarlara dağıtılmıştır. 1969 yılında Hijyen,
Epidemiyoloji ve Mikrobiyoloji Laboratuvarları Ağı 79 genel mikrobiyoloji
laboratuvarından (28’inin tüberküloz departmanı vardır) oluşmaktadır. Devrim
öncesinde ise yalnızca 6 laboratuvar bulunmaktadır (4’ü Havana’da ve 2’si Camagüey
eyaletinde). Bu laboratuvarlar işlevsel hale geldikçe kültür değerlendirmeleri
artmış ve teknisyenler ile diğer profesyoneller için eğitim kursları
düzenlenmiştir. Kritik önemdeki diğer bir unsur, birinci ve ikinci basamak
ilaçlarla tedavinin çeşitlendirilmesidir.
1965 yılında yüz binde 65 olan
tüberküloz insidansı, 1970’de yüz binde 31.2’ye düşmüştür. 1970 reformu
sonrasında insidans 1971’de yüz binde 17.8’e ve 1979’da yüz binde 11.6’ya
inmiştir. Bu eğilim UTKP’na atfedilebilir: 1971’de doğrudan gözetimli tedaviye
ve 1982’de kısa dönemli doğrudan gözetimli tedaviye geçilmesi. 1994 – 1995’de
klinik ve radyolojik ölçütleri taşıyan balgam-negatif bireyler de hasta olarak
kabul edilmeye başlamıştır.
1990’ların başlarında Sovyetler
Birliği’nin yıkılması sürecinde Küba’nın da ekonomik krize girmesi nedeniyle
tüberküloz insidansındaki düşüş duraklamıştır. 1991 – 1994 yılları arasında
tüberküloz insidansı üçe katlanarak yüz binde 14.7’ye ulaşmıştır. Bunun üzerine
vakaların kaçırılmaması için vakaların klinik – radyolojik ölçütlerle
tanımlanmasına geçilmiştir.
Tüberkülozdaki yükselişe katkı yapan
sosyoekonomik belirleyiciler arasında barınma (aşırı kalabalık) ve gıda kıtlığı
bulunmaktadır. Olumsuz ekonomik koşullar da yetersiz beslenen ve alkolik bireylerin
duyarlılığını arttırmıştır. Devrimden sonra ortadan kaldırılmış olan yetersiz
beslenme hortlayınca 1990 yılında 3.130 kalori olan günlük kalori alımı, 1993
yılında 1.863 kaloriye, diğer bir deyişle gereksinimin yüzde 78’ine düşmüştür.
Ekonomi iyileştikçe UTKP’nda yeni
uyarlamalar yapılmış ve program yeniden yüksek öncelik kazanmıştır. Tüberküloz
yeniden azalmaya başlamış, insidans 2001 yılında yüz binde 10’un altına
inmiştir ve 2012 yılında yüz binde 6.1’e ulaşmıştır. Böylece 1990’lardaki
geçici duraklamaya rağmen 1969 yılında yüz binde 43.1 olan tüberküloz insidansı
net olarak yüzde 85 azaltılmıştır. Yine 1964 yılında yüz binde 15.4 olan
tüberküloz mortalitesi 1970’de yüz binde 7.3’e, 1980’de yüz binde 1.4’e,
2000’de milyonda 4’e ve 2013 yılında milyonda 3’e gerilemiştir. Bunda 1970
reformunun rolü büyüktür.
Akif Akalın
Bu yazının hazırlanmasında aşağıdaki
kaynaktan geniş ölçüde yararlanılmıştır.
Beldarraín, E. (2015). Impact of the
1970 Reforms to Cuba’s National Tuberculosis Control Program. MEDICC Review, 17(3):
33 – 38.
Dipnotlar
- Türkiye’de 1960’lı yıllarda tüberküloz insidansının yüz binde 180’ler civarında olduğu sanılmaktadır. DSÖ tahminlerine göre Türkiye'de 2010 yılı tüberküloz insidansı yüz binde 28’dir.
- Bu dönemde henüz ayrı bir Sağlık
Bakanlığı bulunmamakta, sağlık işleri İçişleri Bakanlığı tarafından
yürütülmektedir.
- Devrim öncesinde Küba tıbbına
biyomedikal yaklaşım egemen olup, tıp ve sağlık hizmetleri sermayenin gereksinimleri
doğrultusunda örgütlenmiştir. Ağırlık “tedavi edici hizmetlere”
verilmektedir. Bu durum devrimden sonra değişecek, tıbba toplumcu yaklaşım
egemen olacak, tıp ve sağlık hizmetleri emeğin gereksinimleri
doğrultusunda örgütlenecek ve ağırlık “önleyici hizmetlere” verilecektir.
- Küba devrimi Sovyetler
Birliği’nin 1917 Ekim devrimi sonrası geliştirdiği Semaşko modelinden
geniş ölçüde yararlanmıştır. Adı geçen “poliklinikler” Sovyetler
Birliği’ne özgü, önleyici ve tedavi edici hizmetlerin bütüncül olarak
sunulduğu nüfus ve bölge tabanlı birinci basamak sağlık kurumlarıdır.
- Bu dönemde sağlık toplumunda
ilerici güçler sağlıkta “dikey” örgütlenmelerin sorunları çözmekte
yetersiz kaldığını savunmakta ve sağlık hizmetlerin birinci basamakta
“bütüncül” olarak sunulması gerektiğini savunmaktadır. Bu anlayış DSÖ
tarafından 1977 Alma-ata konferansında kabul edilmesine karşın, Dünya
Bankası ve İMF’nin baskılarıyla yaşama geçirilememiş, DSÖ hastalıklarla
mücadelede “dikey” örgütlenme anlayışını sürdürmüştür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder