Okurlarımız 22 Haziran 2015’de
Sınıfın Sağlığı blogumuzda yayınlanan “Antibiyotik
direnci ve DSÖ’nün açmazı” başlıklı makalemizi anımsayacaktır. Makalede
kapitalist işletmelerin yem maliyetlerini düşürmek için insan sağlığını nasıl
tehlikeye attıkları tartışılıyordu. Makalemiz birkaç gün sonra İnsan BU web
sitesinde aynı başlıkla yayınlandı
ve oldukça ilgi gördü. Birçok aydın ve bilim insanının yorumlarıyla katıldığı
bir tartışma başladı.
Tartışmanın derinleşmesiyle birlikte
İnsan BU editörleri, “Yemezler” başlıklı kitabın da yazarı olan Yavuz Dizdar’ı
konuyu web sayfalarında tartışmaya davet ettiler. Yavuz Dizdar 23 – 26 Temmuz
2015 arasında “Tavuk sanılan, piliç denilen kuş” başlıklı, dört bölümden oluşan
bir yazı yayınladı ve bu yazılar da büyük ilgi uyandırdı, çok sayıda eleştiri
ve yorum aldı.
Yazının tamamlanmasından sonra yine
İnsan BU web sitesinde Ali Rıza Üçer, Yavuz Dizdar’ın görüşlerine karşı
yayınlanan “Tavuk gerçeği ve şehir efsaneleri” başlıklı makalesiyle tartışmayı
daha da alevlendirdi. Ali Esat Karakaya da Dizdar’ın eleştirilerine bir yazıyla
yanıt verdi.
Bu tartışmalara yorumlarımız ve
makalemize gelen soru ve eleştirilere yanıtlarla katkıda bulunmaya çalıştık.
Sonuçta ortaya birçok bilim insanının görüşleriyle zenginleşmiş bir materyal
çıktı. Son olarak kendi bloğundan tartışmaya katılan Ahmet Rasim Küçükusta, “Tavuk
etiniz mikroplu mu olsun, antibiyotikli mi?” başlıklı bir yazı yayınladı.
Tartışma genişleyerek devam edecek görünüyor.
Bu tartışmanın Türkiye işçi sınıfı
açısından büyük önemi vardır. Sermayenin yıllardır sürdürdüğü tarım ve
hayvancılığı yok etme politikalarının dolaysız bir sonucu olarak kırmızı et
fiyatlarının işçi sınıfının alım gücünün çok ötesine geçmesi ve toplumumuzun
işçi sınıfının da içinde olduğu düşük eğitimli kesimlerinde balık kültürünün
yeterince gelişmemiş olması nedeniyle tavuk işçi sınıfının diyetinde ana hayvansal
protein kaynağı haline gelmiştir. İşçi sınıfı sermayenin kendisine dayattığı
açlık ücretiyle kendisi ve ailesi için ancak görece ucuz tavuk eti satın
alabilmektedir. Yani kimilerine oldukça “akademik” görünebilecek bu tartışma,
aslında işçinin sofrasıyla ve sağlığıyla doğrudan ilgilidir.
Örneğin tartışmada Yavuz Dizdar
sorunun endüstri boyutuna dikkat çekiyor. Endüstrinin üretimi arttırmak için
insan sağlığını tehlikeye atabilecek pratikler içine girdiğini savunuyor.
Endüstri, uygulamalarını “halkın ucuz protein ihtiyacını” karşılayabilme çabası
olarak meşrulaştırmaya ve kendisini “insanlığın hizmetinde” gibi göstermeye
çabalıyor.
Oysa kapitalist endüstrinin karını
azamileştirmekten başka bir amacının bulunmadığını, insanların herhangi bir
gereksinimini karşılamaktan çok, bu gereksinimler üzerinden kazanç sağlamak veya
bu gereksinimleri sömürmek üzere örgütlendiğini en iyi işçiler bilir. Öte
yandan işçi sınıfının bilimin ve teknolojinin üretim maliyetlerinin
düşürülmesi, üretimin ve verimliliğin arttırılması için kullanılmasında çıkarı
vardır. Ancak bu asla işçilerin ve toplumun sağlığından ve güvenliğinden
fedakarlık yapmak pahasına olamaz.
Üretilen bütün mal ve hizmetlerin
sağlıklı ve güvenli olmasının güvencesi işçi sınıfı olmalıdır. İşçiler üretim
süreçlerini hem kendi sağlık ve güvenlikleri, hem de toplumun sağlığı ve
güvenliği bakımından denetlemelidir. Üretilen mal ve hizmetlerin insan sağlığı
ve güvenliğine olumsuz bir etkisi olmaması için gerekli önlemlerin alınmasında
işçilerin söz ve karar sahibi olmaları gerekir.
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder