Translate

12 Ekim 2015 Pazartesi

Öğrenciler tıp eğitimini tartışıyor

Geçtiğimiz hafta sonu (10 – 11 Ekim 2015) Çanakkale Tabip Odası (ÇTO) önemli bir “buluşmaya” ev sahipliği yaptı: “1. Ulusal Tıp Eğitimi Öğrenci Buluşması”. ÇTO Öğrenci Komisyonu, ÇTO ve TTB’nin ortaklaşa düzenlediği toplantıda ilk gün tıp eğitimi çeşitli yönleriyle masaya yatırıldı. İkinci gün yeniden bir araya gelen öğrenciler, birinci gün gerçekleştirdikleri çalışmaların sonuçlarını paylaştılar ve tartıştılar. 


Tıp eğitimi tarihinin oldukça eskilere uzanmasına rağmen, günümüzdeki kapitalist tıp eğitimi modelinin temeli yirminci yüzyılın başlarında atılmıştır. ABD’de 1910 Flexner Raporu ile şekillendirilen tıp eğitimi, esas olarak “biyomedikal” model üzerine kurulmuştur. Sağlığın sosyal belirleyicilerini göz ardı eden bu model, hastalıkların önlenmesini değil, tedavisini öncelemektedir.

Tarihte geleneksel tıp eğitimi modelini sorgulayan ilk ülke Sovyetler Birliği olmuştur. 1917 Ekim devrimi sonrasında, Çarlık döneminde sermayenin gereksinimlerine göre örgütlenmiş olan sağlık hizmetlerini emeğin gereksinimlerine göre yeniden örgütlemek isteyen Sovyet Sağlık Bakanı Nikolay Semaşko, tıp eğitimlerini Çarlık döneminde almış hekimlerin “yeni sisteme” uyum gösteremediklerini fark etmiştir. Semaşko sağlık bakımında önceliği nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan işçilere ve emekçilere kaydırmak istemiştir. Yine nüfus içinde diğer öncelikli grup doğurganlık çağındaki kadınlar ve çocuklardır. Sovyet yönetimi özellikle emekçiler ile kadınlar ve çocukların sağlık sorunlarının çoğunu birinci basamakta çözmek istemektedir, fakat mevcut tıp eğitimi bu yeterlilikte hekimler yetiştirmemektedir.

Bu durum karşısında Semaşko, Sovyetler Birliği’nde tıp eğitimine önemli değişiklikler getirmiştir. 1922 Reformu ile tıp eğitimine “hijyen” dersi konmuş (Sovyetler Birliği tarihte tıp eğitimine hijyen dersini ekleyen ilk ülkedir) ve müfredat “tedavi hekimliği” yerine “önleyici hekimliği” önceleyecek şekilde yeniden düzenlenmiştir. Yine öğrenciler birinci sınıftan itibaren hasta ile karşılaşmaya başlamış, teorik dersler azaltılırken uygulamalar arttırılmıştır.

1922 Reformu ile tıp eğitiminin yönü emeğin gereksinimlerine doğru değişmiş olmasına rağmen, tam olarak yanıt alınamamıştır. 1924 Reformu ile tıp eğitimine “erken uzmanlaşma” kavramı getirilmiştir. Buna göre tıp fakülteleri ikinci sınıftan sonra üçe ayrılmış, bunlardan biri öğrencilere mezun olduklarında erişkinlere genel hizmet sunacak şekilde eğitim sunarken, diğeri çocuk sağlığı ve hastalıkları ağırlıklı eğitim vermiş ve üçüncü bölüm esas olarak koruyucu ve önleyici hizmetlerde uzmanlaşmış (halk sağlığı, işçi sağlığı vb) hekimler yetiştirmeye başlamıştır. Böylece örneğin mezun olduktan sonra bir ana – çocuk sağlığı dispanserinde göreve başlayan hekim, kendisine başvuran vakaların çoğunun sorunlarını bir çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanının desteği olmaksızın çözebilecektir.

Tıp eğitiminde ikinci büyük değişim, İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında İngiltere’nin “işçilerinin SSCB emekçilerini örnek alarak ayaklanmasını önlemeye dayalı genel stratejisi çerçevesinde, temel ilke olarak herkese eşit ve parasız sağlık hizmetini, yerinde sunmayı” kararlaştırmasının ardından bu hizmetin gereksinimlerini karşılamak üzere Genel Pratisyenlik uzmanlığı eğitimi başlatmasıyla gerçekleşmiştir. Tıp fakültesi sonrası birinci basamakta görev almak isteyen hekimler, birinci basamağın gereksinimlerine göre eğitilmek üzere üç yıllık bir uzmanlık eğitimine alınmıştır.

Genel Pratisyenlik modeli kısa sürede Avrupa ve ABD’de yaygınlaşmaya başlamıştır. Çeşitli ülkelerde Aile Hekimliği adı altında yürütülen bu eğitim, 1970’li yıllarda Kuzey Avrupa ülkelerinde modifiye edilmiştir. Hastane temelli üç yıllık uzmanlık eğitiminin birinci basamağın gereksinimlerine uygun hekimler yetiştirmekte başarısız kaldığını gören bu ülkeler, Genel Pratisyenlik uzmanlık eğitiminin ağırlığını hastane temelli eğitimden, saha (birinci basamak) temelli eğitime kaydırmışlardır. Günümüzde Avrupa Birliği, birinci basamakta görev alacak hekimler için Genel Pratisyenlik (Aile Hekimliği) eğitimini zorunlu kılmıştır.

Tıp eğitiminde son büyük reform, yirmi birinci yüzyılın başlarında Küba ve Venezuela’da gerçekleştirilmiştir. Daha önce Avrupa’daki gibi birinci basamakta görev alacak hekimler için Genel Pratisyenlik (Aile Hekimliği) eğitimini benimseyen Küba, 2000’li yıllarda temel tıp eğitiminde Semaşko modeline benzer değişikliklere giderek tıp fakültelerini “birinci basamakta” görev alacak hekimlerin eğitim gereksinimini karşılayacak şekilde yeniden düzenlemiştir. Poliklinik Üniversite adı verilen ve tıp eğitiminin ağırlığını hastanelerden birinci basamağa kaydıran bu model Venezuela’da da uygulanmaya başlamıştır.

Şüphesiz bu modellerin her biri modelleri yaratan toplumların “gereksinimlerinden” doğmuştur ve başka bir topluma “sorgulanmadan” aktarılamaz. Ancak hepsinin ortak yönü, tıp eğitiminin toplumun (veya toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan emekçilerin) gereksinimleri doğrultusunda örgütlenmesidir. Hepsi, tıp fakültesini bitiren bir hekimin, toplumda en sık görülen, en çok öldüren ve sakat bırakan sağlık sorunlarına birinci basamakta hitap edebilmesini amaçlamaktadır.

Türkiye’de ise bütünüyle sermayenin gereksinimleri doğrultusunda örgütlenmiş olan tıp eğitimi, toplumun gereksinimlerine hizmet etmekten çok uzaktır. Bu nedenle tıp fakültesini bitiren hekimler hemen uzmanlaşmak istemekte, sağlık sorunlarının yüzde 80’ine hitap etmesi beklenen birinci basamak neredeyse “boş” kalmaktadır. İnsanlar en basit sorunları için dahi hastanelere, hatta üniversite hastanelerine gitmek zorunda kalmakta, tıp fakülteleri “hekim” değil, “uzmanlık eğitimi adayı” yetiştiren dershanelere dönmektedir.

Tıp eğitiminin temel bileşeni olan öğrenciler (tıp fakülteleri öğrenciler için vardır) Çanakkale buluşmasında bu sorunları tartıştılar ve sorunların çözümü için önlerine hedefler koydular. Belki bunları kendileri toplumla paylaşmak isterler. Kendilerini kutluyor, başarılar diliyorum.  


NOT: Buluşmanın açılış konuşmaları yapılırken Ankara’dan acı haber geldi. Düzenleme Kurulu Çanakkale emek ve meslek örgütlerinin katliamı protesto etmek için Cumartesi günü saat 17.00’de İskele Meydanı’nda toplanacaklarını duyurarak, programın öğleden sonraki bölümünün bir kısmını basın açıklamasına katılabilmek için Pazar gününe erteledi. Katliamda yaşamını yitirenlerin ailelerine ve Türkiye işçi sınıfına başsağlığı, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.

Akif Akalın




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder