Geçtiğimiz hafta
sonu (10 – 11 Ekim 2015) Çanakkale Tabip Odası (ÇTO) önemli bir “buluşmaya” ev
sahipliği yaptı: “1. Ulusal Tıp Eğitimi Öğrenci Buluşması”. ÇTO Öğrenci
Komisyonu, ÇTO ve TTB’nin ortaklaşa düzenlediği toplantıda ilk gün tıp eğitimi çeşitli yönleriyle masaya yatırıldı. İkinci
gün yeniden bir araya gelen öğrenciler, birinci gün gerçekleştirdikleri
çalışmaların sonuçlarını paylaştılar ve tartıştılar.
Tıp eğitimi
tarihinin oldukça eskilere uzanmasına rağmen, günümüzdeki kapitalist tıp eğitimi
modelinin temeli yirminci yüzyılın başlarında atılmıştır. ABD’de 1910 Flexner
Raporu ile şekillendirilen tıp eğitimi, esas olarak “biyomedikal” model üzerine
kurulmuştur. Sağlığın sosyal belirleyicilerini göz ardı eden bu model,
hastalıkların önlenmesini değil, tedavisini öncelemektedir.
Tarihte
geleneksel tıp eğitimi modelini sorgulayan ilk ülke Sovyetler Birliği olmuştur.
1917 Ekim devrimi sonrasında, Çarlık döneminde sermayenin gereksinimlerine göre
örgütlenmiş olan sağlık hizmetlerini emeğin gereksinimlerine göre yeniden
örgütlemek isteyen Sovyet Sağlık Bakanı Nikolay Semaşko, tıp eğitimlerini Çarlık
döneminde almış hekimlerin “yeni sisteme” uyum gösteremediklerini fark
etmiştir. Semaşko sağlık bakımında önceliği nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan
işçilere ve emekçilere kaydırmak istemiştir. Yine nüfus içinde diğer öncelikli
grup doğurganlık çağındaki kadınlar ve çocuklardır. Sovyet yönetimi özellikle
emekçiler ile kadınlar ve çocukların sağlık sorunlarının çoğunu birinci
basamakta çözmek istemektedir, fakat mevcut tıp eğitimi bu yeterlilikte
hekimler yetiştirmemektedir.
Bu durum
karşısında Semaşko, Sovyetler Birliği’nde tıp eğitimine önemli değişiklikler
getirmiştir. 1922 Reformu ile tıp eğitimine “hijyen” dersi konmuş (Sovyetler
Birliği tarihte tıp eğitimine hijyen dersini ekleyen ilk ülkedir) ve müfredat “tedavi
hekimliği” yerine “önleyici hekimliği” önceleyecek şekilde yeniden
düzenlenmiştir. Yine öğrenciler birinci sınıftan itibaren hasta ile
karşılaşmaya başlamış, teorik dersler azaltılırken uygulamalar arttırılmıştır.
1922 Reformu ile
tıp eğitiminin yönü emeğin gereksinimlerine doğru değişmiş olmasına rağmen, tam
olarak yanıt alınamamıştır. 1924 Reformu ile tıp eğitimine “erken uzmanlaşma”
kavramı getirilmiştir. Buna göre tıp fakülteleri ikinci sınıftan sonra üçe
ayrılmış, bunlardan biri öğrencilere mezun olduklarında erişkinlere genel hizmet
sunacak şekilde eğitim sunarken, diğeri çocuk sağlığı ve hastalıkları ağırlıklı
eğitim vermiş ve üçüncü bölüm esas olarak koruyucu ve önleyici hizmetlerde
uzmanlaşmış (halk sağlığı, işçi sağlığı vb) hekimler yetiştirmeye başlamıştır.
Böylece örneğin mezun olduktan sonra bir ana – çocuk sağlığı dispanserinde
göreve başlayan hekim, kendisine başvuran vakaların çoğunun sorunlarını bir
çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanının desteği olmaksızın çözebilecektir.
Tıp eğitiminde
ikinci büyük değişim, İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında İngiltere’nin
“işçilerinin SSCB emekçilerini örnek alarak ayaklanmasını önlemeye dayalı genel
stratejisi çerçevesinde, temel ilke olarak herkese eşit ve parasız sağlık
hizmetini, yerinde sunmayı” kararlaştırmasının ardından bu hizmetin
gereksinimlerini karşılamak üzere Genel Pratisyenlik uzmanlığı eğitimi
başlatmasıyla gerçekleşmiştir. Tıp fakültesi sonrası birinci basamakta görev
almak isteyen hekimler, birinci basamağın gereksinimlerine göre eğitilmek üzere
üç yıllık bir uzmanlık eğitimine alınmıştır.
Genel
Pratisyenlik modeli kısa sürede Avrupa ve ABD’de yaygınlaşmaya başlamıştır.
Çeşitli ülkelerde Aile Hekimliği adı altında yürütülen bu eğitim, 1970’li
yıllarda Kuzey Avrupa ülkelerinde modifiye edilmiştir. Hastane temelli üç
yıllık uzmanlık eğitiminin birinci basamağın gereksinimlerine uygun hekimler
yetiştirmekte başarısız kaldığını gören bu ülkeler, Genel Pratisyenlik uzmanlık
eğitiminin ağırlığını hastane temelli eğitimden, saha (birinci basamak) temelli
eğitime kaydırmışlardır. Günümüzde Avrupa Birliği, birinci basamakta görev
alacak hekimler için Genel Pratisyenlik (Aile Hekimliği) eğitimini zorunlu
kılmıştır.
Tıp eğitiminde
son büyük reform, yirmi birinci yüzyılın başlarında Küba ve Venezuela’da
gerçekleştirilmiştir. Daha önce Avrupa’daki gibi birinci basamakta görev alacak
hekimler için Genel Pratisyenlik (Aile Hekimliği) eğitimini benimseyen Küba,
2000’li yıllarda temel tıp eğitiminde Semaşko modeline benzer değişikliklere
giderek tıp fakültelerini “birinci basamakta” görev alacak hekimlerin eğitim
gereksinimini karşılayacak şekilde yeniden düzenlemiştir. Poliklinik Üniversite
adı verilen ve tıp eğitiminin ağırlığını hastanelerden birinci basamağa
kaydıran bu model Venezuela’da da uygulanmaya başlamıştır.
Şüphesiz bu
modellerin her biri modelleri yaratan toplumların “gereksinimlerinden”
doğmuştur ve başka bir topluma “sorgulanmadan” aktarılamaz. Ancak hepsinin
ortak yönü, tıp eğitiminin toplumun (veya toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan
emekçilerin) gereksinimleri doğrultusunda örgütlenmesidir. Hepsi, tıp
fakültesini bitiren bir hekimin, toplumda en sık görülen, en çok öldüren ve
sakat bırakan sağlık sorunlarına birinci basamakta hitap edebilmesini
amaçlamaktadır.
Türkiye’de ise
bütünüyle sermayenin gereksinimleri doğrultusunda örgütlenmiş olan tıp eğitimi,
toplumun gereksinimlerine hizmet etmekten çok uzaktır. Bu nedenle tıp
fakültesini bitiren hekimler hemen uzmanlaşmak istemekte, sağlık sorunlarının
yüzde 80’ine hitap etmesi beklenen birinci basamak neredeyse “boş” kalmaktadır.
İnsanlar en basit sorunları için dahi hastanelere, hatta üniversite
hastanelerine gitmek zorunda kalmakta, tıp fakülteleri “hekim” değil, “uzmanlık
eğitimi adayı” yetiştiren dershanelere dönmektedir.
Tıp eğitiminin
temel bileşeni olan öğrenciler (tıp fakülteleri öğrenciler için vardır)
Çanakkale buluşmasında bu sorunları tartıştılar ve sorunların çözümü için
önlerine hedefler koydular. Belki bunları kendileri toplumla paylaşmak
isterler. Kendilerini kutluyor, başarılar diliyorum.
NOT: Buluşmanın
açılış konuşmaları yapılırken Ankara’dan acı haber geldi. Düzenleme Kurulu
Çanakkale emek ve meslek örgütlerinin katliamı protesto etmek için Cumartesi
günü saat 17.00’de İskele Meydanı’nda toplanacaklarını duyurarak, programın
öğleden sonraki bölümünün bir kısmını basın açıklamasına katılabilmek için
Pazar gününe erteledi. Katliamda yaşamını yitirenlerin ailelerine ve Türkiye
işçi sınıfına başsağlığı, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder