Herhangi tıp kitabında kalp
hastalığının ne olduğuna ve nedenine bakarsanız, üç aşağı beş yukarı şu
“gerçekleri” görürsünüz:
Kalp hastalığı koroner arterlerdeki
hasarla başlar; bu hasarın oluşmasında tütün kullanımı, kanda yağ ve kolesterol
düzeyinin yüksek olması, yüksek tansiyon, insülin direnci veya şeker
hastalığına bağlı olarak kan şekerinin yüksek olması, kan damarlarında
enflamasyon katkıda bulunur. Hasara uğrayan yerde plaklar oluşmaya başlar,
biriken plaklar damarı daraltır ve kalp kasının oksijenlenmesi bozulur.
Darlığın tıkanması durumunda da kalp krizi ortaya çıkar.
Kalp hastalığını böyle tanımlayıp,
nedenini yukarıda sayılan olaylara bağlarsanız, bu hastalığa karşı mücadele
stratejiniz de “kendiliğinden” ortaya çıkar:
Eğer 55 yaş üzerindeyseniz (yaş),
erkekseniz (cinsiyet), yakın akrabalarınızda kalp hastalığı varsa (genetik),
şansınız / kaderinize küsmekten başka yapabileceğiniz bir şey yoktur. İşiniz
allaha kalmıştır. Kalp krizi geçirebilirsiniz de, geçirmeyebilirsiniz de.
Fakat her şeye rağmen kendi kendinize
“yapabileceğiniz” bazı şeyler vardır: tütünü bırakmak; diyetinizde doymuş
yağları, trans yağları, kolesterolü, tuzu, ilave (doğal şeker kaynaklarından
gelmeyen) şekerleri azaltmak; egzersiz yapmak; kilo vermek; stresle baş etmek;
alkolü kısmak.
Bir de hekim yardımıyla
“yapabileceğiniz” şeyler vardır: Tansiyonunuzu, kolesterolünüzü ve şekerinizi
ilaçlarla kontrol altına almak.
Bütün bunlara rağmen kalp krizi
geçirdiğinizde de, önce damarınıza müdahale ettirmek (balon, stent), olmadı
kalp damarlarınızı değiştirtmek ve ömür yukarıdakilere ilave birkaç ilaç daha
kullanmak. Fakat bunlar da bir daha kalp krizi geçirmeyeceğinizin garantisi
değil. Yani “kaderinizde” varsa, yapabileceğiniz bir şey yok…
GERÇEKTEN BÖYLE Mİ?
1970 yılında Kopenhag’da 40 – 59 yaş
grubunda 5.249 erkek izlenmeye başlanmış. 17 yıl içinde sigara kullanan 4.710
denekten 585’i kalp krizi geçirmiş ve yine kalp krizi geçirenlerin 248’i ölmüş.
Ölenler yaş, tansiyon, fiziksel etkinlik, beden kitle indeksi ve alkol tüketimi
bakımından düzeltildiğinde, ölümlerin yoksullarda, zenginlerden 3,6 kat daha
yüksek olduğu görülmüş.
Yine İngiltere’de 40 – 64 yaş
grubunda 17.530 devlet memuru üzerinde yapılan Whitehall çalışmaları aynı
sonuca ulaşmış: yoksullarda, zenginlerden 3,6 kat daha yüksek. Almanya ve diğer
batı Avrupa ülkelerinde yapılan çalışmalarda da benzer sonuçlar elde edilmiş.
Bu araştırmaların diğer bir ortak
yanı, hepsinin 1970’lerin başlarında yapılmış olmaları. Yani nereden baksanız “yarım
asırdır” kalp hastalığının ağırlıklı olarak emekçi sınıfın hastalığı olduğunu
çok iyi bilmemize (kanıtlanmış olmasına) rağmen, bu “bilgiye” tıp kitaplarında
ya rastlamıyoruz, ya da hastalığın etiyolojisine ilişkin değil, bir “genel
kültür” bilgisi gibi verildiğini görüyoruz.
Oysa emekçi olmak, diğer bir deyişle
geçimini emeğini satarak kazanmak kalp hastalığı yönünden tıp kitaplarının
sıraladığı risk faktörlerinden çok daha önemli bir tehlikedir. Şüphesiz bu
tehlikenin kaynağı emekçilerin maruz bırakıldığı (sermayenin maruz kalmadığı)
çalışma ve yaşam koşullarıdır. Bu koşullar tıp kitaplarında sıralanan risk
faktörlerine emekçilerin daha fazla maruz kalmalarıyla da “doğrudan”
ilişkilidir.
O halde hekimlerin reçetelerinde
diğer ilaçların yanında mutlaka çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi
de yer almalıdır. Bunun için hastalara “örgütlenmeleri” ve çalışma ve yaşam
koşullarının iyileştirilmesi için “mücadele etmeleri” önerilmelidir. Yoksa beta
blokerler, aspirin, statinler vb tek başlarına bu hastalıkla başa çıkmakta
yeterli olmayacaktır, hekimin reçetesi en etkili ilacı içermediğinden “eksik”
kalacaktır.
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder