Değerli büyüğümüz Attila Aşut
geçtiğimiz günlerde Birgün gazetesindeki köşesinde Küba izlenimlerini
yayınladı. İstanbul Tabip Odası seçimleri gündemi nedeniyle bu izlenimleri
değerlendirmek için ancak fırsat bulabildik. Gerçi Celil Denktaş, Aşut’un “Küba
Notları”na ilişkin bir değerlendirme yapmış, fakat biz Notlar içinde geniş bir
yer tutan “sağlık” gözlemleri için ayrı bir yazı kaleme almak istedik.
Attila Aşut yazı dizisine Küba’nın
sağlık hizmetlerini değerlendirerek başlıyor. Bu çok doğal, çünkü Küba ve
sağlık sözcükleri nerdeyse özdeşleşmiştir, Küba denince akla sağlık, sağlık
dendiğinde de Küba gelmesi doğaldır.
Ancak sağlığa bakarken sağlıktan ne “anlaşıldığı”
çok önemlidir. Aşut’un sağlıktan ne anladığını ilk paragrafta açıkça
görebiliyoruz: “Üç basamaklı bir sağlık sistemi var Küba’da”. Aşut daha sonra
“hasta” olan bir Kübalının bu basamaklar arasındaki yolculuğunu özetliyor.
Her zaman söylerim, “dil” dünyayı
anlamak ve anlamlandırmakta çok önemlidir. Kullandığınız sözcükler dünyayı
nasıl gördüğünüzü yansıtır. Eğer “sağlık” sözcüğünden aslında bu sözcüğün tam
zıddı olan “hastalığı” anlıyorsanız, sağlık dendiğinde aklınıza
hastalandığınızda tedavi olmak geliyorsa, “sağlık sistemi” dendiğinde de
aklınıza “tedavi hizmetleri” gelir. Bu durumda sağlık sistemine baktığınızda,
Aşut gibi tedavi hizmetlerinin basamaklarını görür, ülkenin sağlık sistemini bu
basamaklara bakarak değerlendirirsiniz.
Oysa “sağlık” sözcüğü tam tersine
“iyilik” anlamındadır; bedensel, ruhsal ve toplumsal iyilik. Sağlık kuşkusuz
insanların hasta olduğunda sağlığına nasıl yeniden kavuşacağını da kapsar fakat
bununla sınırlı olmadığı gibi, bunun çok ötesinde bir dizi hizmetin ürünüdür.
Biz sosyalistler buna “önleyici hizmetler” diyoruz.
Küba’nın (ve sosyalizmin) sağlıktaki
başarıları “tedavi hizmetlerine” değil, “önleyici hizmetlere”, yani hastalanan
insanları tedavi hizmetlerine değil, insanlar hastalanmasınlar diye sunduğu
“önleyici hizmetlere” bağlıdır ve Küba’nın sağlık sistemi “önleyici hizmetler”
temelinde örgütlenmiştir. O halde Küba’nın “tedavi hizmetlerine” bakarak Küba
sağlık sistemi hakkında “fikir” sahibi olunamaz.
Bu sorunu Aşut’un yazısının
“girişinde” açıkça görebiliyoruz: “Santa Manta Aile Hekimliği’nde gördüklerimiz
hayli canımızı sıktı. Randevulu gitmiştik ama sorumlu hekimin vizitede olduğunu
söylediler. Orada çalışan iki kadın hemşire ile görüştük. Kayıtlı hastalar bir
ay içinde doktor kontrolüne gelmezlerse, aile hekimi hastanın evine gidiyormuş”.
Aşut’un burada “kayıtlı hastalar”
olarak tanımladığı Kübalılar Aşut’un sandığı gibi “hasta” değil, aile hekiminin
yaşadığı ve hizmet sunduğu mahallede ikamet eden “bütün” insanlardır. Küba’da
(ve sosyalizmde) hekimler insanlara hizmet sunmak için onların “hasta” olmasını
beklemezler. Tam tersine hekimlerin asli görevi insanların hastalanmamalarını
sağlamaktır. Bu da insanların sağlık yönünden hiçbir yakınmaları olmasa bile düzenli
ve sürekli bir “sağlık gözetimiyle” mümkündür. Bunun için Küba’da bütün
insanlar (hasta olsun olmasın) aile hekimi tarafından düzenli olarak muayene
edilir.
Diğer yandan aile hekimi yalnızca “hastanın”
düzenli kontrole gelmemesi nedeniyle insanların evine gitmez. Ev ziyaretleri
Küba’nın (ve sosyalizmin) sağlık hizmetlerinin en önemli parçasıdır. Her aile
hekimi, her gün mesaisinin “yarısını” ev ziyaretlerine ayırmak zorundadır. Bu
ziyaretlerde insanların “barınma ve yaşam koşulları” sağlık yönünden
değerlendirilir ve “sağlık eğitimi” sunulur.
Daha sonra Aşut yine sağlıktan ne
anladığını yansıtan tümcelerle devam ediyor: “Her yurttaşın sağlık güvencesi
var. İlaçlarını da parasız alıyorlar. Kimse sağlık için cebinden beş kuruş
harcama yapmıyor”.
Aşut burada da “dili” yanlış
kullanıyor. Aşut’un “sağlık güvencesi” dediği şey, aslında “hastalık
güvencesidir”. İnsanların ilaçlarını parasız alması, cebinden beş kuruş para
harcamaması önemlidir fakat bunlar insanları “sağlıklı” kılmaz. Kübalıları
sağlıklı kılan, diğer bir deyişle Kübalıların “sağlık güvencesi” bu hizmetler
değil, Kübalıların hastalanmamaları için sunulan hizmetlerdir. Hastalandıktan
sonra tedavi giderlerinin nasıl karşılandığı da önemlidir fakat insanlara
“sağlık güvencesi” sağlamaz.
Aşut’un ziyaret ettiği aile hekimliği
harap bir binanın alt katındaymış, penceresinde cam yokmuş, tavanı ve duvarları
rutubetten renk değiştirmişmiş, bilgisayarı yokmuş, hasta kartları (daha önce
belirttiğimiz gibi bunlar “hasta” kartı değil, hizmet sunulan bölgede yaşayan
Kübalıların kartlarıdır) tozlu bir masanın üzerinde yığılıymış, ortam hijyenik
değilmiş ve Aşut’la birlikte olan 7 sağlıkçı da bu durumu çok yadırgamışlar.
Bu satırları okuyunca nedense aklıma
pratisyen hekim olarak çalıştığım günler geldi. Arada bir Sağlık Müdürlüğü’nden
birileri gelir, çalıştığım Sağlık Ocağını “denetlerdi”. Ocağa girer girmez
duvarlara, pencerelere, yangın kovalarına, personelin kılık – kıyafetine bakar,
Ocağın sunduğu hizmetlere ilişkin tek bir soru dahi sormadan “tutanak” tutup
giderlerdi. Gerçi şimdi keşke Sağlık Ocakları yaşatılabilseydi de, yine gelip kırık
camlarımız için bizi azarlasalardı diyorum ya, neyse…
Aşut’un aile hekimliği ofisinin
“fiziki” şartlarına ilişkin gözlemleri önemsiz mi? Kuşkusuz önemli. Keşke
Küba’da bütün aile hekimliği ofisleri pırıl pırıl olsa, bütün odalarında
bilgisayarlar olsa. Fakat değerlendirilen şey “sağlık” ise, öncelikle bu ofisin
sunduğu “hizmetleri” değerlendirmek gerekmez mi?
Mesela geçen yıl bu ofisin hizmet
sunduğu bölgede hiç bebek ölümü olmuş mu? Diyabetik bir hastanın ayağı, uygun
ayak bakımı sağlanmadığı için kesilmiş mi? Yetersiz beslenme nedeniyle
hamileliğinde sorun çıkan kadın var mı?
Aşut daha sonra “Aile hekimliği
ofislerinin belirlenmiş standartları var. Ama kimi ofislerin bu standartlara
pek uymadığını gözlemledik. Aksaklıkların sistemden değil, daha çok
sorumluların umursamaz tutumundan kaynaklandığını söylemeliyiz” diyor.
Gerçekten bu tümceler üzerine yorum yapmak istemiyorum. Sonradan üzüleceğim
şeyler yazabilirim.
ÖZNE NESNEYİ NASIL ALGILAR?
Attila Aşut Küba’ya gitmeden önce
“Yukarıdaki satırları, Küba’yı görmeden yazdım. Umarım, dönüşte yazacağım
izlenimler de hayalimdeki Küba ile birebir örtüşür” demiş. Bu tümce çok önemli.
İstanbul Tıp Fakültesi’nde (İTF)
verdiğimiz “Eleştirel Düşünme” dersinde birinci sınıf öğrencilerimize “beklenti
uygulaması” yaptırırdık. Ders yılının başlamasından bir ay kadar sonra
yaptığımız bu uygulamada öğrencilere İTF’ne gelmeden önce neler “hayal”
ettiklerini bir kağıda yazmalarını isterdik. Daha sonra İTF’den memnun olup
olmadıklarını sorardık. Genellikle sınıfın yarısı memnun olduğunu, yarısı
memnun olmadığını ifade ederdi. Son olarak memnun olan ve olmayanların
“hayallerini” okumalarını isterdik. Sonuçta şöyle bir tablo ortaya çıkardı: Önceden
İTF’den beklentileri “yüksek” olanlar, genellikle İTF’de aradıklarını bulamamış
ve memnuniyetsiz, beklentileri “düşük” olanlar ise memnun olurdu.
Oysa değerlendirilen İTF aynı İTF idi
ve geçen bir ay içinde bütün öğrenciler aynı deneyimleri yaşamışlardı. Buna
rağmen bir bölümü “seneye arkadaşlarınıza İTF’ni tavsiye eder misiniz?”
sorusuna “hayır” derken, diğerleri “evet” diyordu. Peki hangisi doğruydu, kime
inanmalıydı? Gerçekte “nesnellik” diye bir şey yok muydu? Bir adım daha ileri
gidersek yaşam da genel geçer “doğrular” yok muydu? Dünya “nesnel” olarak
değerlendirilemez miydi?
HANGİ KÜBA, KİMİN GÖZÜYLE KÜBA?
Soğuk savaş döneminde sosyalist
ülkelere gidebilmek, bu ülkelerdeki gündelik yaşamı bizzat görebilmek olanaksız
değilse bile çok güçtü. Bu nedenle sosyalist ülkelerdeki yaşam hakkındaki
bilgilerimiz oldukça kısıtlıydı. Bugün şartlar çok değişti. Maddi olanakları ve
zamanı olan herkes Küba’ya gidebilir, bu ülkeyi tanımasına yetecek kadar uzun
bir süre kalabilir, hatta isterse “casa” denen pansiyonlarda oldukça uygun
fiyatlarla Kübalı ailelerin misafiri olarak Küba toplumunu derinlemesine
inceleyebilir, ne yediklerini, çocuklarına okulda nasıl eğitim verildiğini,
sağlık hizmetlerinden nasıl yararlandıklarını görebilir, hatta hastalandığında
aile hekimine “ücretsiz” başvurabilir.
Fakat bütün bunlara rağmen hala
Küba’daki yaşam hakkında, 1970’lerde Sovyetler Birliği’ndeki yaşam hakkında
bildiklerimizden fazlasını öğrenemiyoruz. Dahası Küba’yı ziyaret edenlerin
döndüklerinde birbirine taban tabana zıt şeyler anlattıklarına tanık oluyoruz
ve kafamız karışıyor.
Kimileri Küba’yı göklere çıkartıyor,
yeryüzü cenneti olarak anlatıyor, kimileri tam tersine yerin dibine batırıyor
ve Küba’ya gittiğine pişman olduğunu söylüyor. Küba ufacık bir ada ve Küba’ya
gidenler üç aşağı beş yukarı aynı yerlere gidiyor ve aynı şeyleri görüyor,
yaşıyor. O halde kimsenin en azından akrabalarına, yakınlarına yalan
söylemeyeceğini varsayarsak, insanlar Küba hakkında nasıl böyle birbirinin tam
zıddı yargılara varabiliyor?
Aslında sorunun yanıtının Küba’da
değil, Küba’yı ziyaret edenlerde olduğunu anlamak için çok zeki olmak gerekmez.
Sorun Küba’ya giden insanların Küba’dan ne bekledikleriyle, Küba’da ne
aradıklarıyla ilgilidir. Beklentileri (hayalleri) karşılananlar Küba’yı
överken, karşılanmayanlar yermektedir.
İnsanların hayattan beklentileri üzerinde
sosyoekonomik konumlarının ve dünya görüşlerinin etkili olduğunu düşünürsek,
Küba’ya gidenleri bu özellikleri üzerinden değerlendirerek Küba’ya ilişkin
beklentilerinin neler olduğunu tahmin edebiliriz. O halde öncelikle Küba’ya
“kimlerin” gittiğine (veya gidebildiğine) bakalım.
İnsanların çoğu Küba’ya bir tur
organizasyonuna katılarak giderler. Bu göreli olarak ekonomik ve güvenli bir
seyahat sağlar. Ancak bu turlar ne kadar “ekonomik” olursa olsun, kısa bir
gezinin kişi başına en az 4 – 5 aylık “asgari ücrete” mal olacağı ortadadır. O
halde çok özel bir durum olmadıkça Türkiye’de çalışan kesimlerin ezici
çoğunluğunu oluşturan asgari ücretli emekçilerin, asgari ücretin de altında
çalışmak zorunda kalan milyonların ve bir geliri olmayan işsizlerin Küba’ya
gidemeyeceklerini varsayabiliriz.
Bu kategorideki onmilyonlarca insanın
ortak özellikleri sağlıklı barınma ve yeterli beslenme koşullarının olmayışı,
çocuklarına ancak asgari düzeyde eğitim olanakları sunabilmeleri ve bir şekilde
hastalık güvenceleri olsa bile katkı ve katılım payları nedeniyle bu
güvencelerinden gereksinimleri ölçüsünde yararlanamamalarıdır.
Küba’ya gidebilenler arasında
kendilerini “emekçi” veya “orta sınıf” hisseden, maaş veya ücret karşılığında
geçimlerini sağlayan ve atadan kalma mal – mülk sahibi olmayanlar da vardır
kuşkusuz. Belki aralarında Küba seyahati için uzun süre para biriktirenler veya
Küba seyahatinin bedelini döndüğünde uzun süre ödemek zorunda kalacak olanlar
vardır.
Ancak yine çok özel bir durum
olmadıkça, gelirleriyle Küba seyahatinin bedelini karşılayabilen bu insanların,
yukarıdaki kategoridekilerden farklı olarak Türkiye’de en azından barınma ve
beslenme sorunlarının bulunmadığını, çocuklarını göreli iyi okullarda
okutabildiklerini ve hastalık güvencelerinin bulunduğunu ve katkı ve katılım
paylarını sıkıntıya girmeden ödeyebildiklerini varsayabiliriz.
Elbette Türkiye’de “zengin”
diyebileceğimiz kesimler de var ve bu kesimler içinde de en azından
“değişiklik” olsun diye Küba’ya gidenler olabilir. Birçok araştırmanın ortaya
koyduğu gibi gelişmiş ülkelerde yaşayan alt ve orta sınıfların maddi yaşam
koşulları ile orta ve düşük gelir düzeyindeki ülkelerde yaşayan alt ve orta
sınıfların maddi yaşam koşulları arasında gerçekten büyük uçurumlar varken, bu
ülkelerin “zengin” kesimlerinin maddi yaşam koşulları arasında büyük fark
yoktur. Dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Bangladeş’in en zengin
kesimlerinin, varlıkta New York zenginlerinden geride kalmadıkları bildirilmiştir.
Sonuç olarak zengin
kategorisindekilerin, yukarıdaki iki kategorideki insanlardan çok daha iyi
barınma ve beslenme koşullarına, eğitim ve sağlık olanaklarına sahip olduğunu
varsaymak abartı olmayacaktır.
Kuşkusuz her üç kategori içinde de
farklı ağırlıklarda olsa da toplumcu ve bireyci dünya görüşlerini benimsemiş
insanlar olacaktır ve bu görüşleri de Küba’ya ilişkin beklentilerini
etkileyecektir. Yine de Küba’ya daha çok dünya görüşleri toplumcu düşüncelere
yakın olanların seyahat ettiğini düşünebiliriz. Fakat pekala bir anti-komünist
de Küba’ya gidebilir, Küba bazı ülkeler gibi ülkesine gelen turistlerin dünya
görüşünü sorgulamıyor.
Küba günümüzde özellikle Dünya
Bankası gibi kuruluşlar tarafından ülkelerin sosyoekonomik durumunu belirlemekte
kullanılan uluslararası standartlara göre “düşük” gelirli veya “yoksul” ülkeler
arasında yer alan bir ülkedir. Milli geliri bir hesaba göre Türkiye’nin milli
gelirinin dörtte biri, diğer bir hesaba göre yarısına yakındır. Küba’da
insanların gelirleri arasında büyük farklar yoktur ve en yüksek ücret dahi ABD
doları bazında Türkiye’deki asgari ücretin altındadır.
Böylesine yoksul bir ülkede
Türkiye’nin “en alt” kesimlerinden olmayan birinin alıştığı “standartları”
görememesine çok şaşırmamak gerekir. Diğer yandan Küba’da “uluslararası
standartlarda” yer verilmeyen ve yalnızca Küba’ya özgü bazı “standartlar”
vardır.
İlk olarak Küba dünya üzerinde “ev
kirası” sıkıntısı yaşamadığı, gelirinin önemli bir bölümünü barınma için
ayırmak zorunda kalmadığı, “herkesin” barınma güvencesinin devlet tarafından
sağlandığı tek ülkedir. Kübalıların barınma koşulları Türkiye’de zengin, hatta
orta halli olarak kabul edilebilecek kesimlerin barınma koşullarıyla
kıyaslandığında çok “modern” sayılamaz. Evlerinde Türkiye’nin orta halli veya
zengin kesimlerinin evlerinde gördüğümüz birçok elektronik aleti veya pahalı
mobilyaları göremeyebilirsiniz. Giyim – kuşamları da oldukça mütevazıdır. Fakat
bunları Türkiye nüfusunun geri kalan dörtte üçünün durumuyla kıyasladığınızda
kesinlikle çok daha “sağlıklı” olduğunu görebilirsiniz. Zaten aile hekimi
yaptığı ev ziyaretinde evin “sağlıklı” barınma koşullarına uygun olmadığını
tespit ederse, devlet aileye sağlıklı bir barınma sağlamak zorundadır.
İkinci olarak Küba dünya üzerinde
insanların “beslenme” sorunu olmadığı, “herkesin” diyetinin yaşına,
cinsiyetine, sağlık durumuna vb bağlı olarak diyetisyenler tarafından
belirlendiği, beslenme güvencesinin 1960’lardan beri devlet tarafından
sağlandığı tek ülkedir. Devlet tarafından verilen kuponlarla devlet
kurumlarından gereksindikleri gıda maddelerini sağlayan Küba’da dünyanın hiçbir
ülkesinde eradike edilemeyen beslenme yetersizliği (malnutrisyon) sorunu uzun
yıllar önce tarihe karışmıştır. Buna karşılık Kübalıların beslenme koşulları
Türkiye’de zengin, hatta orta halli olarak kabul edilebilecek kesimlerin
beslenme koşullarıyla kıyaslandığında çok “zengin” sayılamaz. Türkiye’de zengin
ve orta halli kesimlerin yiyebildiği bazı besinler Küba’da bulunmayabilir. Fakat
Kübalıların Türkiye nüfusunun dörtte üçünden çok daha iyi, sağlıklı ve kaliteli
(nitelikli) beslendiğini, kimsenin gece yatağına aç girmek zorunda kalmadığını
görebilirsiniz.
Küba’nın eğitim olanakları yine dünya
standartlarına göre sıra dışıdır. Dünyanın hiçbir ülkesinde rastlayamayacağınız
olanaklar vardır. Bunlar arasında en çok bilineni Latin Amerika Tıp Okulu’dur.
Küba yalnızca Kübalılara değil, bütün dünyalılara, yalnızca mezun olduklarında
kendi ülkelerindeki yoksullara hizmet sunmaları taahhüdü karşılığında
“ücretsiz” tıp eğitimi sağlamaktadır. Bütün bedeli Küba devleti tarafından
sağlanan bu eğitimde öğrencilere kitap, yemek, yurt olanakları sağlanırken, cep
harçlığı da verilmektedir. Bu olanak dünyanın diğer ülkelerinde değil
“yabancılar” için, kendi yurttaşları için dahi yoktur. Türkiye’de toplumun en
alt kesimleri için bir hayal bile olamayan tıp eğitimi, bütün Kübalılara
açıktır ve Küba dünyada nüfus başına en çok hekim düşen ülkesidir. Küba’nın
eğitim kalitesi de ABD ve Kanada üniversiteleriyle kıyaslanabilir düzeydedir.
Son olarak Küba dünyada bütün
yurttaşlarına eşit ve ücretsiz, aynı zamanda kapsamlı ve nitelikli “sağlık
hizmeti” (yani önleyici hizmetlere dayalı bir sağlık hizmeti) sunan tek
ülkedir. Dahası Kübalılar bu olanaklardan yalnızca Küba’nın büyük şehirlerinde
değil, en ücra yerleşim yerlerinde de yararlanabilmektedir. Dünyanın hiçbir
gelişmiş ülkesi (İskandinav ülkeleri dahil), “bütün” yurttaşlarına önleyici ve
tedavi edici hizmetlere Küba kadar “eşit” erişim standardı sağlayamamıştır.
İskandinav ülkelerinde bile sağlıkta “sınıf” temelinde eşitsizlikleri ortaya
koyan çok sayıda makale vardır. Bugüne kadar Küba’da “sağlıkta eşitsizlik”
olduğuna ilişkin tek bir kanıt gösterilememiştir.
Küba’yı ziyaret eden bir turist bir
sağlık sorunu nedeniyle Küba’da bir sağlık kurumuna başvurduğunda, gözleri
ülkesinde alışkın olduğu pahalı teknolojileri veya konforu arayacaktır. Bunları
göremediğinde sağlık kurumuna “güveni” sarsılabilir ve kurumun sağlık sorununu
çözmekte yetersiz kalacağını düşünebilir, kendisini huzursuz hissedebilir. Bunları
anlayışla karşılayabiliriz. Fakat bu durum “nesnelliği” yitirmeye yol
açmamalıdır.
SAĞLIĞIN SIRRI NEDİR?
Aşut yazısında DSÖ’nün Küba’yı
dünyada sağlık ölçütleri bakımından ilk 30 ülke arasında gösterdiğini söylüyor.
Küba’da insanların sağlıklı olmalarının sırrı Küba’nın “tedavi” hizmetlerinin
değil, “önleyici” hizmetlerinin mükemmel olmasıdır. Küba’da insanlar aile
hekimi ofisleri modern olduğundan değil, barınma ve beslenme güvenceleri
“devlet” tarafından güvence altına alındığı için daha sağlıklıdır.
Aşut Küba’da devrim öncesinde 6 bin
olan hekim sayısının 85 bine ulaştığını söylüyor. Nicelik de kuşkusuz önemli
fakat daha önemlisi “niteliktir”. Kübalı hekimlerin “niteliği” birçok bakımdan
dünyanın geri kalan ülkelerindeki hekimlerin niteliğinden farklıdır.
Küba’da tıp eğitimi “ücretsizdir”. Bu
durum diğer ülkelerden farklı olarak toplumun “bütün” kesimlerinin çocuklarına
tıp fakültesine girme şansı vermektedir. Dünyanın başka hiçbir ülkesinde “kol
gücüyle” çalışan bir sanayi veya tarım işçisinin çocuğunun tıp eğitimi alma
şansı Küba’daki kadar yüksek değildir. Bu durum Küba’nın “hekim emekgücünün”
niteliğini dünyanın geri kalanına göre önemli ölçüde farklılaştırmaktadır.
Diğer yandan Küba’da hekimlik,
dünyanın geri kalanından farklı olarak sınıf atlamakta bir “kaldıraç” işlevi
görmemektedir. Değil bir aile hekiminin, tıp fakültesi profesörünün dahi gelir
düzeyi, Kübalıların ortalama gelir düzeyinin çok üzerinde değildir. Bu durum
hekim adaylarının tıp fakültesine girmekteki “motivasyonları” üzerinde büyük
bir farklılık yaratmaktadır.
Küba’da (ve sosyalist ülkelerde)
hekimlerin tedavi hizmetleri yerine insanları sağlıklı kılmaya yönelik önleyici
hizmetlere ağırlık vermesinde ve dolayısıyla Küba’nın sağlıkta ilk 30 ülke
arasına girmesinde Kübalı hekimlerin bu nitelikleri de önemli bir rol
oynamaktadır.
Aslında yazılabilecek çok şey var
fakat yazı şimdiden çok uzadığı için kesmek zorundayım. Belki Küba’ya seyahat
planlayanların Küba’yı daha iyi değerlendirebilmeleri için “rehberliğe”
gereksinimleri olabilir. İlker Belek’in Küba’da sağlığı anlatan çok değerli bir
kitabı var, bu kitabı önerebilirim. En azından “sağlık hizmetini”
değerlendirebilmek için nelere bakılması gerektiği hakkında bir fikir
verebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder