Aslında “teşhis tedavinin yarısıdır”
deyişi yalnızca tıbba özgü olmayıp, yaşamın bütün alanlarında sorunlara
yaklaşım için geçerlidir. Herhangi bir sorunun çözümünde sorunun kaynağının
doğru teşhis edilmesi, çözümün kilididir. Sorunun kaynağı yanlış
belirlendiğinde, çözüme yönelik bütün çabalar, ne kadar iyi niyetli olursa
olsun, boşa gidecektir. Belki de bu nedenle cehenneme giden yolların iyi niyet
taşlarıyla döşeli olduğu söylenmiştir.
İYİ NİYET YETMEZ
Hangi tarzda örgütlenmiş olursa
olsun, sağlık amaçlı örgütlenmelerin hepsinin “iyi niyetlerle” yola çıktığına
kuşku yoktur. Ancak iyi niyet başarı ve sorunları çözümü için asla “yeterli”
değildir. Başarı ve sorunun çözümü için iyi niyetin yanında mutlaka soruna “bilinçli”
bir yaklaşım gereklidir.
Konu “sağlık” olduğunda, soruna
“bilinçli” yaklaşım önünde birçok engel vardır. Bu engellerin başında sağlığa
ve tıbba kapitalist toplumlarda yaygın olan “biyomedikal” yaklaşımın egemenliği
gelir. Sağlık sorunlarını “biyolojiye” indirgeyen bu yaklaşım yalnızca sorunun
kaynağını gizlemekle kalmaz, aynı zamanda çözüm önerilerini “tıbbi / teknolojik
müdahalelerle” sınırlar.
Oysa sağlık sorunları doğası gereği “çok
etmenlidir” ve bu etmenler içinde “sosyal” etmenler çok büyük bir yer işgal
eder. Nitekim tıbbi / teknolojik müdahalelerin başarısızlığının ya da başarının
sınırlı olmasının, hatta toplum içinde bilimsel tıbba güvenin azalmasının ve
insanların sorunlarının çözümünü bilim dışı şarlatanlıklarda aramasının nedeni,
bu müdahalelerin sosyal tedbirlerle desteklenmemesidir.
Dahası hiçbir tıbbi / teknolojik
müdahaleye gerek kalmaksızın, yalnızca sosyal tedbirlerle çözülebilecek sağlık
sorunlarının sayısı da az değildir. Örneğin yalnızca barınma, beslenme,
güvenceli ve anlamlı istihdam ve eğitim gibi alanlarda iyileştirmelerle birçok
sağlık sorunu tıbbi veya cerrahi müdahaleye gerek kalmadan ortadan
kaldırılabilir veya yıkıcı etkileri hafifletilebilir.
MODERN YAŞAM DEĞİL, KAR AMAÇLI ÜRETİM
Sağlık sorunları etrafındaki örgütlenmelerin
ezici çoğunluğu çağımızın en büyük sağlık sorunları olan kronik hastalıklara ve
kansere yöneliktir. Tedavi olanaklarının çok sınırlı olduğu ve hastaların yaşam
kalitesini büyük ölçüde düşüren bu hastalıklara karşı mücadele amacıyla bir
araya gelen insanlar, egemen biyomedikal yaklaşımdan büyük ölçüde etkilenir ve
çalışmalarını bu yaklaşıma uyumlandırmaya çalışırlar.
Biyomedikal yaklaşımın belirleyici
ögesi, sağlık sorunlarını “toplumsal” içeriğinden arındırarak, biyolojiye
indirgemek ve çözümleri “tıbbi / teknolojik müdahalelere” sınırlamaktır
demiştik. Ancak sağlığa ve tıbba “toplumcu” yaklaşımın yüz yılı aşkın çabaları
sonucu sağlık sorunlarının “kaynaklarının” biyolojiyle sınırlı olmadığına
ilişkin devasa kanıtlar ortaya konmuştur ve biyomedikal yaklaşım bu kanıtlar
karşısında sağlığın sosyal belirleyicilerine hitap etmek zorunda kalmıştır.
Ancak biyomedikal yaklaşımın sağlığın
toplumsal belirleyicilerine yönelik tutumu, hastalıklara kaynaklık eden sosyal
ve ekonomik koşulların “değiştirilemez” koşullar olarak kabul edilmesi
biçimindedir. Kronik hastalıkların ve kanserlerin etiyolojisinde çok büyük bir
yer tutan sosyal ve ekonomik koşulları “modern yaşam” olarak tanımlayan
biyomedikal yaklaşım, bu koşulları eleştirmekle birlikte, sorunların çözümünde
bu koşulların iyileştirilmesi yönünde hiçbir anlamlı öneri sun(a)mamaktadır.
Hastalıklara kaynaklık eden sosyal ve
ekonomik koşulların “modern yaşamın” gerekleri olarak görülmesi, bir yandan bu
koşulları üreten ve yeniden üreten mevcut toplumsal düzeni meşrulaştırırken,
diğer yandan çözümleri “bireysel” yaşam tarzı değişiklikleriyle
sınırlamaktadır. Biyomedikal yaklaşımın çözüm önerilerinin sigaranın
bırakılması, sağlıklı beslenme veya egzersiz gibi önerilere sıkıştırılması
aslında “mağduru suçlamaktan” başka bir anlam taşımamaktadır.
Oysa “modern yaşamın” ürünleri olarak
tanımlanan sorunlar, “kar amaçlı üretimin” başta geçimlerini emeklerini satarak
sağlayanlar olmak üzere topluma dayattığı çalışma ve yaşam koşullarıdır.
Örneğin kronik hastalıklar ve kanserlerin çoğundan sorumlu tutulan “hızlı
yemek” modern yaşamın değil, kar amaçlı üretim etkinliğinin sosyal bir
sonucudur. İnsan hayatını karın azamileştirilmesi doğrultusunda örgütleyen
kapitalizm, insanların beslenmeleri için gerekli zamanı “çalmakta”, insanları
ayaküstü beslenmeye zorlamaktadır.
Bu anlamda sabah kahvaltısını bir çay
ve simitle, öğle yemeğini bir
hamburgerle geçiştirmek “modern yaşamın” değil, işverenlerin emekçilere
dayattığı çalışma ve yaşam koşullarıdır. Mesai saatlerinin insanların beslenme
gereksinimleri göz önüne alınarak tasarlanması veya sabah kahvaltılarının ve
öğle yemeklerinin işyerinde sunulması birçok sağlık sorununun çözümünde kilit
önemdedir. Şüphesiz bu beslenme konusunda tarladan sofraya alınabilecek onlarca
sosyal tedbirden yalnızca biridir.
TOPLUMCU TIP MÜCADELESİ İDEOLOJİK MÜCADELEDİR
Görüldüğü gibi sağlık sorunlarının
çözümünde “ideolojik” mücadele kritik önemdedir. Toplum ve sağlıkçılar arasında
sağlığın ve hastalıkların belirleyicilerine ilişkin yanlış bilinçlenmenin
önünde geçilebilmesi ve sağlık sorunlarının “gerçek” kaynaklarının ortaya
konması, bu sorunların çözümü için iyi niyetlerle yola çıkan birçok insanın
çabasının başarıya ulaşmasını sağlayacaktır.
Kuşkusuz bu alanda sağlıkçılara
önemli görevler düşmektedir. Sağlıkçılar çoğu kez bilinçsiz olarak insanları
sağlıklarıyla ilgili konularda yanlış yönlendirmektedir. Kendisine bir sağlık
sorunu nedeniyle başvuran hastasına hastalığının “gerçek” nedenlerine ilişkin
yeterli bilgi vermeyen, tedavi önerilerini yalnızca tıbbi – cerrahi
müdahalelerle sınırlayan hekim, bireysel olarak toplumcu bir dünya görüşünü
benimsiyor olsa dahi, hastalıklara kaynaklık eden sosyoekonomik düzenin
kendisini hastasıyla ilişkisinde yeniden üretmesine hizmet etmektedir.
Elbette sağlık hizmeti hekimlerle
sınırlı değildir. Günümüzde onlarca sağlık meslek grubu vardır ve bu grupların
her birinin hastaları sağlığın toplumsal belirleyicileri konusunda
bilinçlendirmeleri mümkündür. Hastaya serum takan bir hemşire, laboratuvarda
örnek alan bir teknisyen, ilaç veren bir eczacı hastasıyla hastalığı hakkında
konuşabilir, hastalığının sosyoekonomik kaynaklarına dikkat çekebilir.
Uygulamada ise toplumcu dünya görüşüne sahip sağlıkçıların bunları
yapmadıkları, aksine biyomedikal yaklaşımı pekiştirdikleri gözlenmektedir.
Aynı şekilde sağlık sorunları
etrafında örgütlenen örgütler de, hastalık üreten sosyal ve ekonomik koşullar
hakkında önce kendileri bilinçlenmeli, sonra hizmet sundukları toplumu
bilinçlendirmelidir.
Akif Akalın
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder