Sağlıkçılar Kazakistan dendiğinde,
Dünya Sağlık Örgütü’nün 1978’de bu ülkenin o zamanki başkenti Alma-Ata’da
düzenlenen Temel Sağlık Hizmetleri Konferansı’nı anımsar. Dünya Sağlık Örgütü
bu konferansta temel sağlık hizmetlerini, “Herkese Sağlık” hedefine ulaşmanın
anahtarı olarak tanımlamıştır.
Konferans’ın Alma-Ata’da düzenlenmiş
olması bir tesadüf değildir. Kazakistan tarihinde sağlık alanında elde edilen
başarılar, bütün dünyada daha sağlıklı bir yaşam için umut kaynağı ve esinlendirici
bir örnek olmuştur.
KAZAKLAR
Bizim kuşağımız Kazakları ilk kez,
Durgun Don gibi klasikleri bilmeyen birinin kantinde masaya oturamadığı
üniversite yıllarında okuduğu Sholokhov’la tanıdı. Gerçi romanda öyküleri
anlatılan hristiyan Kazaklar, bugünkü Kazakistan coğrafyasına göre oldukça
batıda yaşayan ve uzun süredir yerleşik düzene geçmiş Kazaklardı. Yine de doğan
bebeklerini “yulaf lapasına bulamak” gibi gelenekleri, Kazak steplerinde
tamamen göçebe bir yaşam süren milyonlarca sünni müslüman Kazak’ın sağlık
davranışlarına ilişkin fikir veriyordu.
Bugün dahi yalnızca yüzde 48’i
şehirlerde yaşayan Kazaklar, 1917 yılında Ekim Devrimi gerçekleştiğinde,
bugünkü Kazakistan coğrafyasında irili ufaklı boylar ve aşiretler halinde
göçebe bir yaşam sürüyorlardı. Yirminci yüzyılda kapitalizmin, okulun,
hastanenin henüz ulaşamadığı bu coğrafyada geçimlerini hayvancılıkla sağlayan
göçebe gruplar, sosyalizmle tanıştıklarında henüz yerleşik yaşama
geçmemişlerdi.
Diğer birçok kadim toplumda olduğu
gibi Kazaklar da, hastalıkların tanrılar tarafından, işlenen günahlar
karşılığında ceza olarak gönderildiğine inanıyorlardı. Bu nedenle
hastalandıklarında iyileşmek için tanrılara yalvarıyorlar, şamanlardan
tanrılarla iletişim kurmalarında yardımcı olmalarını bekliyorlardı. Çoğu aynı
zamanda dini lider olan şamanlar (geleneksel iyileştiriciler), sağlık
sorunlarının çözümünde kilit rol oynuyorlardı.
Şamanlık yanında, ayurveda (Hint),
unani (Fars – Arap) ve siddha (Tamil) tıbbı bu coğrafyada sık rastlanan
geleneksel uygulamalardı. Şamanlık islamiyetin benimsenmesinden sonra bazı
değişimlere uğradı. Eskiden “kötü ruhları” uzaklaştırmaya çalışan şamanların
bir kısmı, Kuran’dan dualar okuyarak “cinleri” kovan mollalar haline geldi.
Bunların yanında Kazakistan
coğrafyasında her boy ve aşiret içinde çeşitli bitkisel ve hayvansal ürünlerden
“kocakarı ilaçları” yapan yaşlı kadınlar da vardı. Bu ilaçlar şaman ve
mollaların tedavilerine “tamamlayıcı” olarak görülüyordu. Örneğin Kazaklar
arasında oldukça yaygın olarak görülen tüberküloz hastalığının tedavisi için
fermente edilmiş kısrak sütü kullanılıyordu.
SOSYALİST KAZAKİSTAN’DA SAĞLIK
Çarlık döneminde Kazakistan
topraklarında bulunan Rus askeri birlikleri ve bölgede kurdukları büyük
çiftliklerde yaşayan Ruslar sağlık sorunlarının çözümünde “bilimsel” tıptan
yararlanabiliyordu. Kazakistan’da Ruslara hizmet için kurulmuş birkaç klinik ve
hastane ile çiftliklerde doğumlara yardımcı olan ebeler vardı. Ruslarla ilişki
içinde olan Kazakların bir bölümünün de Ekim Devrimi öncesinde bu hizmetlerden
(en azından acil durumlarda) yararlandıkları söylenebilir. Kağıt üzerinde 100
bin kişiye 4 doktor düşüyordu fakat Kazaklar, çoğu askeri hekim olan bu
doktorların hizmetine erişemiyordu.
Kazakların Çarlık dönemindeki sağlık
göstergelerine ilişkin çok az bilgimiz var. Ancak bölgede sıtma, lepra, çocuk
felci, difteri ve tüberküloz gibi hastalıkların kol gezdiğini biliyoruz.
1900’lerin ilk yıllarında yapılan bazı tahminlere göre Kazaklar arasında yaşam
beklentisi 32 yılın altında hesaplanmıştı. Bunun en büyük nedeni, bebek ölüm
hızının binde 270’in üzerinde olması, diğer bir deyişle neredeyse doğan her üç
bebekten birinin, bir yaşını göremeden yaşamını yitirmesiydi.
1918 yılında Rusya’da merkezi bir
Sağlık Bakanlığı kurulmasından sonra, 1920’li yıllarda Kazakistan’da ve diğer
Cumhuriyetlerde de Sağlık Bakanlığı örgütlendi. Köylerde feldsher istasyonları
açıldı ve sağlık eğitimi kampanyaları başlatıldı.
Kazakların barınma, beslenme ve
sanitasyon koşulları çok kötüydü. Sovyet yönetimi 1920’li yıllarda bu
koşulların iyileştirilmesi için çaba harcarken, toplumun üretim ilişkilerinde
de köklü değişimler gerçekleştiriyordu. Bu değişimler molla ve şamanların
toplumsal konumlarını sarsarken, tıbbi etkinliklerine daha da sıkı
sarılmalarına yol açtı.
Şaman ve mollaların Kazak aşiretleri
Sovyet tıbbına ve modern tıp ve sağlık eğitimi almış sağlık emekçilerine karşı
tutum almaya teşvik etmeleri, kısa zamanda Kazakistan’da hizmet sunmaya çalışan
sağlık emekçilerinin dikkatini çekti. Toplumu sağlık emekçilerine karşı
kışkırtan bazı şaman ve mollalar tutuklanarak, hapis cezalarına çarptırıldılar.
1928 yılında Komünist Parti Kazak
Bölgesel Yönetimi, sağlık konusunda kitlesel bir propaganda kampanyası açmak ve
Sovyet sağlık kurumlarını destekleyerek molla ve şamanların etkisinin
kırılmasına yardımcı olmakla görevlendirildi. Ana-Çocuk Sağlığı Merkezleri
kadınlara “gece kursları” vermeye başladılar.
Aynı yıl içinde Kazakistan Bakanlar
Kurulu Semipalatinsk ve Kzyl Orda’da birer Ebe Okulu açmaya karar verdi. Bu
okullardan yetişen ebeler doğan Kazak bebeklerin sağlıklı bir şekilde dünyaya
gelmesi ve hayatta kalabilmeleri için çaba harcayacaklardı. Bütün doğumların
sağlık personeli eşliğinde yaptırılmasını teşvik etmek için kampanyalar açıldı.
Ancak okur – yazarlığın oldukça düşük olduğu göçebe bir toplumda insanlara tek
tek ulaşmak ve yüz yüze iletişim kurmak gerekiyordu.
Kentsel bölgelerde ise “Sağlık
Eğitimi Evleri” aracılığıyla yürütülen eğitim çalışmaları daha başarılıydı.
Fabrikalarda ve okullarda hijyen eğitimi veriliyor, sergiler açılıyordu.
Fizyoloji, enfeksiyon hastalıkları, sosyal hastalıklar (alkolizm, fuhuş,
sifiliz ve tüberküloz) konuları özellikle vurgulanıyordu.
Sağlıkta en büyük sorunlar hijyen ve
ana-çocuk sağlığı alanlarında yaşanıyordu. Çoğu insan sağlığını tehdit eden
“gelenekler”, dinsel motiflerden de beslenerek göçebe toplum yapısında önemli
bir yer tutuyordu. Bunlar arasında en yakıcı olanlardan biri genç kızların çok
erken yaşlarda evliliğe zorlanmalarıydı. Çocuk yaştaki kızlar “başlık” parası
(kalyan) karşılığında evlendirildiklerinden, aynı zamanda aileler için bir
“gelir kaynağı” durumundaydılar. Bu durum jinekolojik sorunları daha da
arttırıyordu.
Kızların çocuk yaşta evlendirilmesini
önlemek amacıyla bir yasa çıkartılarak, 18 yaş altı evlilikler yasaklandı.
Diğer yandan Kazak toplumu içinde islami geleneklere göre bir erkek 4 kadınla
evlenebiliyordu. Sovyet hükumeti poligamiyi de yasakladı ve 22 Mart günü çocuk
evliliği ve poligamiye karşı mücadele günü ilan edildi. Böylece sağlık
kurumları 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ile 22 Mart Çocuk Evlilikleri ve
Poligamiye Karşı Mücadele Günü arasındaki süreci, kadınlara yönelik propaganda
faaliyetlerine ayırdılar.
Sovyet yönetiminin bu uygulamaları
müslümanlar arasında tepkiyle karşılanıyordu. Kızlarını erken yaşta
evlendirmekten sağladıkları gelirlerden yoksun kalan Kazak aileler arasında
Sovyet rejimine tepkiler artmaya başladı. Yine poligaminin yasaklanması da,
aile içinde cömertçe kullanılabilen kadın emeğinin yitirilmesine neden olmuştu.
Bunlar geleneksel göçebe Kazak ailesinin dağılmasına neden oluyordu.
Müslümanların muhalefetinin
“dışarıdan” müdahaleyle etkisizleştirilemeyeceğini gören yetkililer, Kazak
nüfus içinden daha çok sağlık emekçisi yetiştirebilmek amacıyla 1931 yılında
V.M. Molotov Kazak Tıp Enstitüsü’nü açtılar. Ancak Kazak kökenli sağlık
emekçisi yetiştirme çabaları doğası gereği zaman alacaktı. Kazakistan’da 1927
yılında 452 olan hekim sayısı, 1937 yılında üç katından fazla artarak 1.571’e
yükseldi. Ancak yine de Kazak nüfusa hizmet veren hekimler içinde Kazak kökenli
hekimler ancak yüzde 30 – 35’e ulaşıyordu. Bu durum hekim dışı sağlık
emekçileri için de geçerliydi. 1935 yılında ülkede hizmet sunan 14.604 sağlık
emekçisi içinde yalnızca 2.015’i (yüzde 13.8) Kazak kökenliydi.
1930’dan itibaren Sovyet hükumeti
göçebe Kazakları sovhoz ve kolhozlara yerleşmeye zorlamaya başladı ve aynı
zamanda Rusları ve diğer Slav halkları Kazakistan’a yerleşmeye teşvik etti.
Yerleşik düzene geçmek istemeyen Kazaklar arasında Çin, Afganistan, İran ve
Türkiye’ye kaçanlar oldu. Ancak yerleşik düzene geçildikçe patriarkal – feodal
yapı çatırdıyor, yalnızca aşiret reisleri değil, aynı zamanda molla ve şamanlar
da güçlerini yitiriyorlardı.
.
1930’lu yıllarda Sovyet tıbbı bütün
Kazaklar için erişilebilir ve ücretsiz hale gelmesine rağmen, Kazaklar “aşiret
baskısı” nedeniyle Sovyet tıbbından yararlanamıyorlardı. 1933 yılında
Aktyubinsk Doğumevi’nde yalnızca 6 Kazak kadın doğum yapmıştı. Kadınlar Sovyet
sağlık kurumlarına gelmeye çekiniyorlardı. Fakat çabalar ısrarla sürdürüldü ve
1935 yılında aynı doğumevinde doğum yapan Kazak kadın sayısı 200’e çıktı. 1934
yılında yenidoğanlar da tüberküloza karşı aşılanmaya başlamıştı. Gericilik adım
adım geriletiliyordu.
Sağlıkta gericiliğe karşı mücadele,
sosyalizm mücadelesinin de bir parçasıydı ve oldukça sert geçiyordu. 1938
yılında Kazakistan Sağlık Bakanı I. Karakulov, “tıbbi yardımın sunulamayışı,
şamanların ve cahil büyücü hekimlerin islama daha sıkı sarılarak ilkel
gelenekleri sürdürmelerini kolaylaştırıyor” diyordu. Bu ilkel gelenekler
arasında hastaların ağzına tükürmek, hastaları ele geçiren ruhları onları sakat
bırakacak derecede “döverek” çıkartmaya çalışmak gibi uygulamalar vardı.
Aralık 1938’de Kazakistan Sağlık
Bakanı yardımcısı I. Tazhiev, molla ve şamanların Kazak toplumunun sağlığı
üzerine olumsuz etkilerine dikkat çekti. Şamanların ağızlarında çiğnedikleri
materyali, hastaların ağızları içine tükürmeleri, hastayı iyileştirmemesi bir
yana, kendisi bir sağlık sorunuydu. İnsanların bir an önce molla ve şamanlardan
kurtarılmaları gerekiyordu.
Sağlık emekçileri arasında Kazak
kökenli olanların sayıları arttıkça “dil” sorunu da önemini yitirmeye ve Sovyet
tıbbı Kazaklara daha iyi ulaşmaya başladı. Artık bebeklerinin doğduktan kısa
bir süre sonra ölmediklerini gören kadınlar, molla ve şamanlara daha az gider
olmuştu. İkinci Paylaşım Savaşı öncesinde Kazakistan’da sağlıkta gericiliğe
karşı önemli kazanımlar elde edilmekle kalınmamış, sağlık göstergelerinde de
önemli iyileşmeler sağlanmıştı.
Şimdi insanlar tüberkülozun, tanrı
tarafından günahları için gönderilmiş bir ceza değil, kötü barınma ve beslenme
koşullarının, çok çalışıp az dinlenmenin etkisiyle depreşen bir hastalık
olduğunu ve tedavisinin bulunduğunu biliyorlardı. Molla ve şamanların gerçekte
birer şarlatan oldukları ortaya çıkmıştı. 1940’larda Kazaklar arasında bebek
ölüm hızı 5 kat azalmış, doğuşta yaşam beklentisi 1942 yılında 43 yıla
yükselmişti.
Ancak molla ve şamanların
etkinliklerinin kırılmasının ardındaki en önemli etmen, molla ve şamanların
toplum içinde güç kazanmalarını sağlayan feodal sistemin yıkılmasıydı. Çarlık
döneminde Kazak toplumunu sömürenler, Kazak aşiret reisleriyle işbirliği
içindeydi ve aşiret düzeninin devamından çıkar sağlıyorlardı. Molla ve
şamanların birer şarlatan olduklarını bildikleri halde, aşiret düzeninin
sürmesinde payları olan bu asalaklara karşı hiçbir şey yapmıyorlardı.
Sovyet yönetimi sağlıkta gericiliğe
karşı mücadeleye özellikle kadınların katılmalarını sağlamak için büyük çaba
harcamıştı. Bu çabalar 1940’ların başında meyvesini vermiş, Kazakistan’da
mesleğini icra eden hekimler arasında kadınların sayısı, erkek meslekdaşlarını
geçmişti.
1960 yılında Kazakistan 77 bin yatak
kapasiteli 1.620 hastane (11.500’ü çocuk yatağı), 560 poliklinik, 704 sağlık
merkezi, 34 saniter – epidemiyolojik istasyon (sanepid) ve 3.940 feldsher – ebe
istasyonuna sahip olmuştu. 410 kolhoz doğumevinde 11 bin yatak vardı. 196
kırsal bölgede 1.700’den fazla çocuk sağlığı uzmanının görev yaptığı 500’den
fazla ana-çocuk sağlığı merkezi açılmıştı.
Kazakistan’da 13 binden fazla hekim ve 53 binden fazla feldsher, ebe ve
hemşire görev yapıyordu.
Devrim öncesi 25.000 kişiye bir
hekimin düştüğü Kazakistan’da, 1961 yılında 859 kişiye bir hekim düşüyordu. Bu
oran 1971’de bin kişiye 2,18 ve 1988 yılında 3.83’e kadar yükseldi. Diğer bir
deyişle Kazakistan’da devrimden önce 100 bin kişiye 4 hekim düşerken, sosyalizm
çözülürken bin kişiye 4 hekim hizmet sunuyordu. Dahası 1970’lerde Kazakistan’da
her 4 hekimden 3’ü kadındı.
Önleyici tıbba ağırlık verilmesiyle,
sıtma, lepra, çocuk felci, tüberküloz, difteri, kolera, veba, çiçek, tifüs gibi
hastalıklar artık görülmez olmuştu. Aşılama ve bağışıklama çabaları oldukça
etkin biçimde yürütülüyordu. Bebek ölüm hızı binde 36’ya gerilemişti. Bu rakam
Sovyetler Birliği ortalamasının yüzde 40 kadar üzerinde olmasına rağmen,
uluslararası platformlarda da çok büyük bir başarı olarak kabul ediliyordu.
Kazakistan’da doğuşta yaşam beklentisi Sovyet tıbbıyla tanıştığı yıllarda 32
yıl iken, bu rakam sosyalizm çözüldüğünde 70 yıla yaklaşmıştı.
İşte Kazakistan gibi bir coğrafyada
sağlık alanında elde edilen bütün bu kazanımların, 1978 yılında DSÖ’nün
Konferansı’nın Alma-Ata’da yapılmasına karar verilmesinde büyük payı vardı.
Kazakistan başardıysa, her yerde başarı kazanılabilirdi.
SOSYALİZM SONRASI KAZAKİSTAN
1990 yılında 68.8 yıl olan doğuştan
yaşam beklentisi, sosyalizmin çözülmesinden sonra hızla düşerek 1996 yılında
64.4 yıla geriledi (erkeklerde 58.9 yıl). Yaşam beklentisi daha sonraki 15
yıllık dönemde kısmen iyileşmesine rağmen, yirmi birinci yüzyılın ilk on yılı
tamamlanırken hala 1990’daki düzeyine erişememişti.
Sosyalizmin çözülmesiyle birlikte
Kazakistan’ın diğer sağlık göstergeleri “inanılmaz” bir hızla kötüleşmeye
başladı. Özellikle 1992 – 1995 yılları arasında sosyoekonomik koşulların
kötüleşmesi ve alkol tüketimindeki patlama Kazakistan’da uzun zamandır unutulan
hastalıkların hortlamasına neden oldu. Ülkede ishal, hepatit ve tifo gibi
hastalıkların artması, ciddi hijyen sorunları yaşandığına işaret ediyordu.
Çevre sağlığı sorunları insan
sağlığını tehdit etmeye başladı. Aşırı gübre kullanımı ve kimyasal sanayi atıkları
suları kirletirken, tarım emekçileri pamuk tarlalarında kullanılan pestisitlere
maruz kaldılar. Artık Kazakistan’da üretimin amacı “kâr” olduğundan,
emekçilerin sağlığı hiçe sayılmaya başlamıştı. Önemli olan pestisitler
nedeniyle kaç tarım emekçisinin öldüğü değil, pamuk üretiminin ne kadar
arttığıydı.
Ülkede solunum sistemi hastalıkları,
özellikle astımda büyük artışlar görüldü. Kimyasal kirleticilere bağlı alerjik
reaksiyonlar ile nörolojik ve doğumsal hastalıklarda da artış gözleniyordu.
Öyle ki, birçok araştırmacı birkaç yıl içinde “patlayan” bu sorunların yeni
ortaya çıkmış olamayacağını, geçmişte de var olması gerektiğini, bunların
eskiden “gizlenmiş” olabileceğini düşünmeye başladılar. Ancak bunu
kanıtlayabilecek hiçbir veri yoktu.
Kazakistan ve Özbekistan’ın belli
bölgelerinde “anne sütünde” toksik maddelerin tehlikeli düzeylere eriştiği
anlaşılınca, annelere bebeklerini emzirmemeleri tavsiye edildi. 1995 yılında
Kazakistan’da “anemi” başlıca sağlık sorunlarından biri haline geldi. Kadınların
yüzde 49’unun ve üç yaş altındaki çocukların yüzde 69’unun anemik olduğu
belirlendi. Aral bölgesinde oranlar çok daha yüksekti. Bunlar sosyoekonomik
sorunlarla, çevre sağlığının kötüleşmesi bir araya gelince neler olabileceğini
gösteriyordu.
ÇÖZÜM ATA YOLU’NDA
Kazakistan’da sosyalizmin
çözülmesinden sonra Kazakistan’ın yirmi birinci yüzyılda “çağdaş” sağlık
hizmetlerinde öne çıkmaya başlayan şamanlar, ruhlar ile insanlar arasında
aracılık yaparak “tedavi hizmetleri” sunuyor. Bunun en önemli nedenlerinden
biri, yirminci yüzyılda sağlık sorunlarının “dünyevi” kaynaklı olduğuna inanan
Kazakların, artık hastalıklarından “doğaüstü” güçleri sorumlu tutmaya
başlamaları. Yine Kazak yöneticiler, yaşanan sorunlardan Kazakların “Ata
Yolu’nun” terk edilmesini sorumlu görüyorlar. Eğer işler on dokuzuncu yüzyılda
Ataların gittiği yoldan gidilirse, kolayca çözülecek.
Kazakistan 1991 yılında
“bağımsızlığını” kazandığında, kurulan yeni Kazak devleti Sovyet döneminde
yitirildiğine inanılan “Kazaklığı” yeniden inşa etme kararı alıyor. Bu
çerçevede her şeyi eskiden “atalarının
yaptığı gibi” yapma politikası olarak “Ata Zhol” veya Ata Yolu, Kazakistan’ın
yaşamın her alanında izlediği temel politika haline geliyor.
Sağlık alanında Ata Yolu’na dönüş
amacıyla, Sovyet döneminde yasaklanan geleneksel tıp, yeniden yasal bir statüye
kavuşturuluyor. Ancak şamanların ve mollaların mesleklerini icra edebilmeleri
için bir devlet sınavından geçerek, “lisans” alma şartı getiriliyor. Şaman ve
mollaların tepkisini çeken bu düzenlemeye, Kazakistan Cumhuriyeti Anayasası’ndaki
devletin yurttaşlarının sağlığını koruma görevi gerekçe olarak gösteriliyor.
İlk olarak sertifikalı şaman ve
mollalar yetiştirmek üzere Alma-Ata Bilimsel-Uygulamalı Geleneksel Tıp Merkezi
açılıyor. 1997’den itibaren lisans alan iyileştiricilere Sağlık Bakanlığı
tarafından Profesyonel İyileştirici unvanı ve diploması veriliyor. Sağlık
Bakanlığı 2000 yılında tıpta uzmanlık alanları listesini yenilediğinde, listeye
doğu tıbbı doktorluğu, homeoterapi ve hinduroterapi uzmanlıklarını ekliyor.
2003 yılında lisans almadan şamanlık
ve mollalık yapanlara üç yıla kadar hapis cezası getirilirken, ülkede açılan
“özel” iyileştiricilik kursları da yasaklanıyor ve böylece şamanlık ve mollalık
tamamen devletin denetimine alınıyor.
Yirmi birinci yüzyılda Kazakistan’da
iyileştiriciler (emsi) üç ana grupta toplanıyor:
• Bedensel
hastalıklarla ilgilenenler (tamirisi, uwqalawsi)
• Falcılar
(palsi, balger, zawirinisi)
• Spiritüel
iyileştiriciler (tawip / tabip).
Tawiplerin kullandıkları ana
iyileştirme tekniği, dini metinleri yüksek sesle okumak. Şamanların (baqsi)
büyük çoğunluğu mesleklerini tawip olarak icra ediyor. Tukiruwsiler,
tawiplerden farklı olarak, yüksek sesle dini metinler okuduktan sonra
hastalarına tükürürken, uskiruwsiler hastalarına üfleyerek yaşam enerjilerini
geçiriyor. Diğer bir tawip türü olan imamlar (molda veya molla) ise
tedavilerinde Kuran kullanıyor.
KAZAKİSTAN’DA ÇAĞDAŞ BİR ŞAMAN
1970’li yılların sonlarında Dünya
Sağlık Örgütü’nün tarihindeki en önemli toplantılarından birine, “Uluslararası
Temel Sağlık Hizmetleri Konferansı”na ev sahipliği yapan Alma-Ata, bugünlerde
Kazakistan’ın en önemli şamanlarından Bifatima Dauletova ile anılıyor.
1940 yılında doğan Bifatima şimdi 77
yaşında. Sovyet döneminde bir şekilde zorunlu eğitime katılmaktan kurtulmuş ve
hayatında hiçbir zaman okuma – yazma öğrenmemiş. Avrupalı bir araştırmacıya
verdiği mülakata göre 13 yaşında ruhlarla konuşmaya başlamış. Ruhlar
Bifatima’ya hastaları nasıl tedavi edeceğini öğretmişler. Sosyalizmin çözüldüğü
1989 yılına kadar mesleğini serbestçe icra edemeyen Bifatima, sosyalizm yıkılır
yıkılmaz Alma-Ata’ya taşınmış. Bifatima bu kararı Zher-ana’nın (ana tanrılardan
biri) telkiniyle aldığını söylüyor.
Dauletova, Tien Shan dağlarının
eteklerinde kurduğu “tedavi merkezinin”, dünyanın enerji merkezi olduğuna
söylüyor (Zher-ana böyle olduğunu söylemiş). Rusya’nın ve bölge ülkelerin her
yerinden her yıl binlerce insanın sağlık sorunlarına şifa bulmak için ziyaret
ettiği bu çağdaş şaman, konuklarının konaklayabileceği derme-çatma tesisler de
yaptırmış. Buralarda kalanlar Dauloteva’nın koyunlarına çobanlık ve bahçesine
bahçıvanlık da yapabiliyorlar. Böylece şamanlık ve ekolojiyi sentezleyen
Bifatima, hastalarına biyomedikal yaklaşımın sunamadığı olanaklar sağlıyor.
Kazaklar Bifatima Dauletova’ya,
Bifatima-apa diyorlar. “Apa”, Kazakistan’da yaşlı kadınlar için kullanılan,
saygınlık ifade eden bir sıfat olup, iyileştirici, bilge ve yaşam kurtaran
anlamlarına da geliyor. Bifatima müslüman bir aileden geliyor ve şamanlıkla
müslümanlığı ustaca bütünleştirmiş. Hastasının yüzünü koyun kanıyla ovarak,
hastanın hastalığına yol açan günahlarını ölmüş hayvana transfer ederken,
dualar mırıldanmayı da ihmal etmiyor.
Bifatima-apa günde ortalama 50 – 60
hasta kabul ediyor. Hastaları arasında Moskova’dan, hatta Berlin’den gelen tıp
doktorları da varmış. Açıkçası Bifatima-apa’nın tedavi merkezine erişebilmenin,
sırf yol parası göz önüne alındığında dahi, ortalama bir Avrupalı veya Rus
emekçinin bütçesinin kaldıramayacağı bir yük olduğu düşünülürse, 21. yüzyıl
şamanının hastalarının ağırlığının toplumun orta ve üst kesimlerinden
insanlardan oluştuğunu varsaymak çok yanlış olmaz.
Bifatima’nın muayene ücreti 15.000
Tenge (2015 kuruyla 80 dolar civarında). Ancak bu ücret “muayene” ücreti olarak
talep edilmiyor, hastaların “şükran” duygusunun bir ifadesi olarak görülüyor ve
“hediye” olarak tanımlanıyor. Ancak bu ücret dışında tedavide kullanılan
malzemelerin de (örneğin inek akciğeri veya kilim) Bifatima’nın tezgahından satın
alınması gerekiyor.
Yine burada islami geleneklere göre
adak sunmak veya kurban kesmek de mümkün. Bir koyunun hediyesi 150, bir sığırın
hediyesi ise bin dolar. Bifatima adak ve kurban etlerini bölgedeki yoksul
Kazaklara dağıtıyor. Bunun Bifatima’nın “yöre halkı” tarafından çok
sevilmesinde payı olabilir.
Bifatima-apa’nın “tedavi” yöntemleri
çok geniş bir yelpazeye yayılıyor. Bunlar arasında hastaların sırtına inek
akciğeri ile vurmaktan (daha sonra bu akciğerler köpeklere yediriliyor), kışın
dondurucu soğuklarda bile tedavi merkezinin yakınlarındaki soğuk akarsuda
yıkanmaya kadar birçok farklı tedavi yöntemi var. Buzlu suya giren insanlar,
bedenlerinin bütün toksinlerden arındığına inanıyorlar. Bifatima sigarayı
bırakmak isteyenlere de yardımcı oluyor.
Bifatima Dauletova, Kazakistan devlet
yetkilileri ve ileri gelenleri arasında da oldukça popüler bir figür. Geçen
yıllarda Alma-Ata belediyesi tarafından düzenlenen “ekoloji festivaline” davet
edilen şaman, burada bir Hint Yogi (yoga öğretmeni) ile tartışmaya giriyor.
Bifatima tartışma sırasında sinirlenerek Yogi’ye bir odun parçası fırlatması
bir yana bırakılırsa, başarılı bir tanıtım gerçekleştiriliyor. Bifatima
festivalde isteyenlerin bedenine ellerini koyarak, hastaları tedavi ediyor.
Bu konuda daha geniş bilgi almak
isteyenler, internet üzerinden herhangi bir arama motorunda “Bifatima
Dauletova” yazarak şamanın mesleki etkinliklerinin fotoğraflar ve videolarla
tanıtıldığı çok sayıda web sitesine erişebilir.
Akif Akalın
Akif Akalın
İLGİLİ MAKALE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder