Amerikalıların “there ain't no such
thing as a free lunch” (beleş öğle yemeği diye bir şey yok) gibi bir deyişi
vardır. Söylentiye göre bu deyiş, on dokuzuncu yüzyılda Amerika’da barların
bedava öğle yemeği ile müşteri çekip, sattıkları içkiden para kazanmalarından
türemiş. Bugün de “biri sana karşılıksız bir şey verirse, bunu senden bir
şekilde çıkartır” anlamında kullanılıyor.
NO FREE LUNCH
İlaç şirketlerinin hekimlere yönelik
promosyon (özendirme) çalışmalarında sundukları hediyelerin, hekimlerin tıbbi
kararlarını ilaç şirketleri lehine etkileyebileceğinden endişe eden New Yorklu
dahiliye uzmanı Robert Goodman da, 2000 yılında yukarıdaki deyişi çağrıştıran
“No Free Lunch” adlı bir örgüt kurmuş.
Kısa zamanda çoğu hekim olmak üzere
500 üyeye ulaşan örgüt, ilaç şirketlerinin kullandığı pazarlama yöntemlerinin “çıkar
çatışması” yaratarak, hekimlerin reçete yazma tarzlarını etkilediğini savunuyor
ve hekimleri ilaç şirketlerinden hediye, para veya ikram kabul etmeyi reddetmeye
ikna etmeye çalışıyor.
İLK DESTEK ÖĞRENCİLERDEN
Eskiden hemen her duvarda görülen,
her eylemde atılan bir slogan vardı: “Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!”. Bu
slogan yalnızca bir umudu değil, aynı zamanda bir “gerçeği” yansıtıyordu:
Gelecek iyisiyle, kötüsüyle gençler için geliyordu. Bu nedenle gençlerin
“gelecekle” ilgilenmelerinden daha doğal bir şey olamazdı. Gençlik ileride
nasıl bir dünyada yaşamak istediğine karar vermeli ve bunun için mücadele
etmeliydi.
ABD’de de No Free Lunch hareketine ilk
yanıt Amerikalı genç hekim adaylarından geldi. 30 bin üyesi olan Amerikan Tıp
Öğrencileri Birliği, 2002 yılında hekimlerin ilaç şirketlerinden hediye veya
öğle yemeği kabul etmelerine, ilaç şirketlerinin sürekli eğitim etkinliklerine
sponsor olmasına ve konuşmacılara ücret ödemelerine karşı, “PharmFree” sloganıyla
bir kampanya başlattı. Bu çerçevede Hipokrat Yemini’nin de değiştirilmesini
isteyen öğrenciler, yemin metninde şu ifadelere yer verilmesini talep ettiler:
“Tıbbi kararlarımı reklam veya promosyon
etkisinden bağımsız vereceğime… Eğitimimde, mesleğimi icra ederken, öğretim
etkinliklerimde ve araştırmalarımda çıkar çatışması yaratacak para, hediye veya
ikram kabul etmeyeceğime…”
ENDÜSTRİ – HEKİM İLİŞKİLERİ
Sınıfın Sağlığı okurları tıbbi –
sanayi kompleksin tıbbı (ve hekimleri) kontrol altına alabilmek için tıbbi
bilgi üretimi süreçlerini nasıl denetlediğini ve bu denetimi sağlamak için
kullandığı araçlardan birinin de “mali araçlar” olduğunu anımsayacaklardır. Bu
bağlamda endüstri ile hekimler arasındaki “mali” ilişkilerin, hekimlerin
mesleki pratiğine nasıl yansıdığı her zaman tartışma konusu olmuştur.
Ancak neoliberal politikalarla
sağlığın özelleştirilmesi ve piyasalaştırılması sonucu tıbbi – sanayi
kompleksin, kârlılıkta askeri – sanayi kompleksle yarışır hale gelmesiyle
birlikte tartışma bir “halk sağlığı sorunu” niteliğine bürünmüştür. Silah
şirketlerinin satışlarını arttırmak için savaş çıkartması gibi, ilaç
şirketlerinin de satışlarını arttırabilmek için hastalık “icat” etmeye
başlaması, bazı hastalıkların tanı kriterleri değiştirilerek aslında hasta
olmayan insanlara çeşitli tedaviler uygulanması gibi pratikler son yıllarda
iyice yaygınlaşmıştır.
Tıbbi – sanayi kompleksin ve
özellikle ilaç şirketlerinin körüklediği hastalık tüccarlığı, tıpsallaştırma,
aşırı teşhis veya ilaçsallaştırma gibi pratikler, doğası gereği “hekimler”
üzerinden yürütülmektedir. Çünkü tıbbi – sanayi kompleksin ürünlerini
satabilmesi için bu ürünlerin “hekim reçetesine” girmesi gereklidir. Kuşkusuz
bunun için önce hekimlerin “ikna edilmesi” gerekir.
HEKİMLERE ULAŞMANIN YOLLARI
İlaç şirketlerinin hekimlere ulaşmak
için kullandığı birçok yöntem vardır. Ancak bunlar arasında en etkili olduğu
düşünülen yöntem “yüz yüze görüşme” yöntemidir. Fakat hekimlerle yüz yüze gelebilmek
kolay değildir.
Hekimlik birçok meslekten farklı
olarak “mesai” saatlerine sığmayan bir meslektir. Oldukça yoğun bir çalışma
içinde olan hekimler (özellikle asistanlar) çoğu kez, değil ilaç şirketinin
temsilcisiyle görüşmek, öğle yemeği için zaman dahi bulamazlar. İlaç şirketleri
de bu durumu kendi gereksinimleri doğrultusunda değerlendirerek, özellikle “öğle
yemeklerini” hekimlere erişmek için en uygun zaman olarak belirlemişlerdir.
Nitekim ABD’de ilaç şirketlerinin hekimler için yaptıkları harcamalar
incelendiğinde, harcamaların yüzde 80’inin “öğle yemeği” harcaması olduğu
görülmektedir.
Huffington Post’tan Jamie Reidy’ye
göre ilaç şirketlerinin temsilcileri öğle saatlerinde soluğu ellerinde bir
pizza veya tost paketiyle hekimlerin yanında almakta, ilaç tanıtımlarını bu
“fırsatta” yapmaktadır. “Yemekli toplantı (veya görüşme)” olarak tanımlanan bu
ilişki içinde hekimlerin ilaç şirketinin temsilcisinin söylediklerine “daha
açık” hale geldiği düşünülmektedir.
KAFESLENME
Robert Goodman’ın kurduğu örgütün
adını “Bedava Öğle Yemeğine Hayır” olarak belirlemesinin bir nedeni de, ilaç
firmalarının hekimlere yemekli toplantılarda promosyon yapma tarzından geliyor
olmalı. Literatürde hekime doğrudan pazarlama olarak tanımlanan bu yönteme
karşı mücadele, ilaç şirketlerinin hekimleri etkilemek amacıyla kullandığı en
etkili yöntemlerden birini boşa çıkartmak anlamına geliyor.
No Free Lunch web sayfasına (http://www.nofreelunch.org) girdiğinizde
karşınıza dört soruluk bir anket (“kafes”) çıkıyor:
·
Hiç
Celebrex yazdınız mı?
·
Öğle
yemekleri ve bedava hediyelerden yakınan insanlar tarafından rahatsız edildiniz
mi?
·
Kullandığınız
kalemin üstünde bir ilacın logosu var mı?
·
Sabah
kahvenizi Lipitor fincanından mı içiyorsunuz?
Sayfa eğer bu sorulardan iki veya
daha fazlasına “evet” dediyseniz, ilaç şirketine bağımlı olabileceğinizi (veya
“kafeslendiğinizi”) söylüyor. Fakat “umutsuzluğa kapılmayın” diyerek sizi
örgütlenmeye davet ediyor.
AVRUPA’DA NO FREE LUCH: MEZIS
No Free Lunch hareketi Avrupa’ya
birkaç yıl gecikmeyle ulaşıyor. 2007 yılında Almanya’da ilaç endüstrisinin
“kuşatma stratejisine” etkisizleştirmek amacıyla bir araya gelen bir grup
hekim, ABD’deki No Free Lunch hareketinin bir parçası olarak, “öğle yemeğimi
kendim öderim” (Mein Essen zahl ich selbst – MEZIS) sloganıyla bir hareket
başlatıyorlar.
MEZIS’in Türkçe dahil 8 dilde
yayınlanan web sayfasında (https://www.mezis.de),
hareketin ilkeleri şöyle sıralanıyor:
·
MEZIS
ilaç endüstrisinin sağlık üzerindeki yaygın etkisine ve hoş görülemez gücüne
karşı savaşır.
·
MEZIS
hekimler ve tıp öğrencileri arasında kalem, yemek, klinik çalışma sponsorluğu,
yol harcaması ve pazarlama sonrası sürveyans çalışmaları için ücret kabul
etmenin, reçete yazma alışkanlıklarını etkiye açık hale getireceğine ilişkin
farkındalığı arttırır.
·
MEZIS
sağlık çalışanları mevzuatında etkileme ve rüşvetin açıkça yasaklanmasını talep
eder.
·
MEZIS
üreticiden bağımsız bilgiyi, Sürekli Tıp Eğitimi programlarını ve reklamsız
tıbbi yazılımı teşvik eder.
·
MEZIS
dünya çapındaki No Free Lunch ağının parçasıdır.
MEZIS ‘DÜRÜSTLÜĞE’ VURGU YAPIYOR
MEZIS kurucularının kendilerini
“dürüst” hekimler olarak tanımlaması dikkat çekici. Genç kuşaklar bunu yadırgayabilir,
“dürüstlüğün” örgütlenme ile ilişkisini garip karşılayabilirler. Oysa orta yaşlarını
geride bırakanlar, bir zamanlar sol örgütlerin örgütlenme ve kadro
politikalarının ideolojik – politik yetkinlikten önce “iyi niyetli, dürüst ve
namuslu olmak” temeline dayandığını anımsayacaklardır.
Sınıf yerine kimlik siyasetini öne
çıkartan liberal ideoloji, solun yalnızca içini boşaltmakla kalmadı, aynı
zamanda örgütlenme anlayışını da bozdu. Bu nedenle MEZIS kurucularının kendilerini
her şeyden önce “dürüst hekimler” olarak tanımlamalarını çok anlamlı buluyorum.
GERÇEKTEN HEDİYELER HEKİMLERİ ETKİLİYOR MU?
Sağlıkçı olsun olmasın herkes ilaç
şirketlerinin hekimlere zaman zaman “promosyon” adı altında çeşitli hediyeler
verdiğini bilir. Kimileri bu hediyelerin hekimlerin mesleki pratiği üzerine
etkili olamayacağını savunurken, kimileri de promosyonların özellikle
hekimlerin reçetelerini etkileyebileceğini düşünür.
Son yıllara kadar hekimlerin
aldıkları hediyelerin mesleki pratikleri üzerine gerçekten etki edip etmediğini
“bilimsel” olarak ortaya koyabilmek neredeyse olanaksızdı. Ancak ABD’de Obama’nın
sağlık reformu çerçevesinde ilaç şirketlerinin hekimlere yaptığı ödemeler ve
hekimlerin reçeteleri kamuoyuna açılınca bilim insanları hemen konuyu
araştırmak için harekete geçtiler.
DeJong ve arkadaşları hekimlerin ilaç
şirketlerinin “yemekli toplantılarına” katılmalarıyla, teşvik edilen ilaçları
yazmaları arasındaki ilişkiyi araştırmak için bir araştırma tasarladılar.
Federal Açık Ödeme Programı çerçevesinde ilaç şirketlerinin hekimler için
yaptıkları yemekli toplantı harcamaları ve Medicare yasası çerçevesinde
hekimlerin reçetelerine erişen araştırmacılar, ilaç şirketlerinin promosyon
çalışması yürüttüğü 4 ilaçla ilgili olarak 279.669 hekime 63.524 kez ödeme
yaptıklarını, ödemelerin yüzde 95’inin “yemekli görüşme” şeklinde olduğunu
buldular.
Yemekli görüşmelere “yalnızca bir kez”
katılan hekimlerin reçeteleri incelendiğinde, hekimlerin promosyonu yapılan
rosuvastatini diğer statinlere, nebivololü diğer beta-blokerlere, olmesartanı
diğer ACE inhibitörleri ve ARB’lere ve desvenlafaxini diğer SSRI ve SNRI’lere
göre “istatistiksel olarak anlamlı” düzeyde daha fazla reçete ettikleri
bulundu. Birden fazla yemekli görüşmeye katılan hekimlerin reçeteleri
incelendiğindeyse, promosyonu yapılan ilaçların daha fazla bulunduğu ortaya
çıktı (doz-yanıt ilişkisi).
Kuşkusuz araştırma bulguları bir
“neden – sonuç” ilişkisi ortaya koyamıyor, fakat bugüne kadar “spekülasyon”
düzeyinde tartışılan bir ilişki, artık “bilimsel” bir bulgu olarak önümüzde.
Nitekim DeJong ve arkadaşlarının çalışmasının yayınladığı derginin editörü
Steinbrook da, Ağustos 2013 – Aralık 2014 arasında endüstri ile hekimler ve
eğitim hastaneleri arasında toplam 9.92 milyar dolarlık 16 milyon mali transfer
gerçekleştiğini belirterek, ilaç şirketlerinin “hayır kurumu” olmadığını, bu
harcamaların “yatırım” olarak kabul edilmesi gerektiğini ifade ediyor.
Akif Akalın
Akif Akalın
KAYNAKLAR
Akalın, A. (2015). Sağlığa ve
Hastalığa Toplumcu Yaklaşım. İstanbul: Yazılama
DeJong, C ve ark. (2016).
Pharmaceutical Industry–Sponsored Meals and Physician Prescribing Patterns for
Medicare Beneficiaries. JAMA Intern Med. 2016;176(8):1114-10.
doi:10.1001/jamainternmed.2016.2765.
Moynihan, J. (2003). Who pays for the
pizza? Redefining the relationships between doctors and drug companies. 2:
Disentanglement. BMJ. 2003 May 31; 326(7400): 1193–1196. doi:
10.1136/bmj.326.7400.1193
Reidy, J. (2011). No Free Lunch.
Huffington Post. http://www.huffingtonpost.com/jamie-reidy/no-free-lunch_b_29490.html
Steinbrook, R. (2016). Industry
Payments to Physicians and Prescribing of Brand-name Drugs. JAMA Intern Med.
2016;176(8):1123. doi:10.1001/jamainternmed.2016.2959.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder