Ekim Devrimi’nin 100. yıl dönümünde, dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de etkinlikler düzenleniyor ve artık emekçilerin “ortak mirası” haline gelen Sovyet deneyimi çeşitli yönleriyle tartışılıyor. Bugün Sovyetler Birliği tarihe karışmış olsa da, genelde sağlık ve özelde işçi sağlığı ve güvenliği alanında (İSG) gerçekleştirdiği “devrimler” yaşamaya ve yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor.
İnsanlık, emekçilerin üretim süreçlerinde sağlıklarına ve yaşamlarına mal olan çeşitli tehlikelere maruz kaldıklarını “antik çağlardan” beri biliyordu. Hipokrat kurşun zehirlenmesini bugünkü ders kitaplarında yazılı olanlara çok yakın bir şekilde tanımlamış, daha Roma döneminde madenlerde çalıştırılan kölelerin cıva ve sülfürden zehirlendikleri belgelenmişti.
Orta Çağ’da Ellenborg, Paracelsus ve Agricola, emekçilerin çalışma ortamında maruz kaldıkları tehlikelerin “Önlenebileceğini” yazmıştı. İşçi sağlığının “babası” olarak kabul edilen Ramazzini’nin, daha 1700’lerin başlarında birçok “meslek hastalığını” tanımladığını ve işçilerin bu hastalıklardan korunması için “yasal tedbirler” önerdiğini de biliyoruz.
Thackrah 1830’larda, sanayi devriminin beşiği İngiltere’de yetkililere, 6-7 yaşındaki çocukların hiç değilse ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmamaları için yalvarıyordu. 1850’lere gelindiğinde dünyanın “en ileri” ülkelerinde, emekçilerin olumsuz çalışma ve yaşam koşulları nedeniyle yaşamlarını vakitsiz yitirdiği ve bu koşulların aslında çok basit tedbirlerle iyileştirilebileceği “resmi” raporlara girmişti. Fakat bu çabaların hiçbiri sonuç vermemiş, emekçiler asırlar boyunca iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle sağlıklarını ve yaşamlarını yitirmeye devam etmişlerdi.
SOSYAL GÜVENLİK
Birçokları İSG alanında ilk adımların Ekim Devrimi’nden 40 yıl önce Almanya’da atıldığını öne sürer. Gerçekten de 1880’lerde Alman işçi sınıfı içinde komünist düşüncelerin yaygınlaşmasını önlemek amacıyla Bismarck tarafından getirilen “sosyal sigorta” sistemi, ilk bakışta böyle görünebilir. Ancak dikkatlice incelendiğinde, bu düzenlemelerin işçilerin sağlık ve güvenliğini “korumaktan” çok, iş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle “tazminat” almalarını öngördüğü açıkça görülebilir.
Kaldı ki, önce Almanya’dan başlayan ve diğer gelişmiş kapitalist ülkelere yayılan sosyal güvenlik uygulamaları, değil nüfusun, çalışanların dahi “hepsini” kapsamamıştır. Örneğin Rusya’da da ilk sosyal sigorta yasası 1912 yılında kabul edilmiş, ancak kapsamı çok dar olduğundan emekçilerin yalnızca “beşte biri” yararlanabilmiştir.
Tarihte ilk “kapsamlı” sosyal güvenlik uygulaması Ekim Devrimi ile gerçekleştirilmiştir. Bolşevikler, daha devrimin ilk haftası dolmadan, 13 Kasım’da “Tam Sosyal Sigorta” kararnamesini yayımlamışlar, böylece yalnızca sanayi işçileri ve devlet memurlarını değil, aynı zamanda “tarım emekçilerini” ve “işsizleri” de sosyal sigorta kapsamına almışlardır. Kapitalist ülkelerde bu kesimler, sosyal güvenlik kapsamına alınabilmek için on yıllarca beklemek zorunda kalmışlardır.
1920’li yıllarda dünyada Sovyetler Birliği’nin emekçilere sağladığı sosyal sigortanın kapsamına “Yaklaşabilen” tek ülke yoktur: Tıbbi bakım; geçici engellilik durumlarında (hastalık, kaza, karantina, gebelik, hasta aile bireyine refakat) yardım; doğum, ölüm gibi durumlarda ek yardımlar; işsizlik yardımları, iş göremezlik aylığı; yaşlılık aylığı; ailenin geçimini sağlayan kişinin ölümü durumunda geride kalanlara aylık bağlanması…
Bugün yukarıda sayılanların çoğu dünyanın her yerinde sosyal güvenlik alanında “norm” haline gelmişse, insanlık bunu Ekim Devrimi’ne borçludur. Kaldı ki, 2017 yılında dahi dünyada “İşçilerden sigorta primi almadan”, genel vergilerle, bütün nüfus için bu kapsama, tümüyle ulaşabilen çok az ülke vardır.
1933 yılında Çalışma Bakanlığının işlevleri işçi sendikalarına devredilmiş, böylece işçilerin sosyal sigorta üzerinde tam kontrolü sağlanmıştır. Sağlık hizmetlerinin finansmanı sigorta fonu tarafından yapıldığından, işçiler sağlık hizmetleri üzerine de kontrol kazanmışlardır. Böylece Ekim Devrimi, işçilerin sağlığını tam anlamıyla işçilerin eline bırakmıştır.
İŞÇİ SAĞLIĞI
Sovyetler Birliği’nde işyeri hekimliği hizmetleri “devrimci” bir anlayışla kurgulanmıştır. Bu anlayışın düşünsel temelini, Sovyetler Birliği’nin ilk Sağlık Bakanı Nikolay Semaşko, “işçilerin sağlığı, işçilerin elinde olmalıdır” şeklinde ifade etmiştir.
İşçi sağlığı birimleri işyerlerinde atölye bazında “sağlık hücresi” biçiminde örgütlenmiştir. Sağlık hücrelerinde, işçiler arasından gönüllü olarak sağlık eğitimi alanlar çalışmaktadır. Sağlıkçı işçilerin tespit ettiği hastalar, ilk yardım ve ön muayene yapılan, ayakta bakım birimlerine gönderilmekte, hekim gerek görürse tedavi için dispanser veya polikliniğe sevk edilmektedir. Sağlık hücreleri, dispanserler ve poliklinikler, “dispanser çalışanları, sendika, fabrika ve devlet temsilcilerinden” oluşan Sosyal Yardım Konseylerine bağlıdır.
1923-1925 yılları arasında Harkov Tıp Fakültesi ile Moskova 1. ve 2. Tıp Fakültelerinde işçi sağlığı departmanları kurulmuştur. Bu arada Sovyetler Birliği’nde işçi sağlığının bir disiplin haline gelmesinde büyük emeği olan Sergey Kaplun’u anmadan geçmemeliyiz. 1918 yılından itibaren işçi sağlığı alanında çalışmaya başlayan Kaplun, Moskova 1. Tıp Fakültesi İşçi Sağlığı Departmanı ve Çalışma Bakanlığı, Merkez İş Güvenliği Enstitüsü başkanlıklarını yürütmüş ve Mesleki Sağlık ve Güvenlik dergisinin editörlüğünü üstlenmiştir.
İŞ GÜVENLİĞİ
Sovyetler Birliği “iş kazasını”, bugün Uluslararası Çalışma Örgütünün kabul ettiği standartlarda yorumlayan “ilk” ülkedir. Daha 1920’lerin başında işçinin, değil işyerinde başına gelen kazalar, işe giderken yolda geçirdiği kazanın dahi “iş kazası” sayılması ve tazminat ödenmesi gerektiği kabul edilmiştir.
Sovyetler Birliği’nde ilk İş Kanunu 1918’de kabul edilmiş, 1922’de daha kapsamlı bir hale getirilmiştir. Yasaya göre hiçbir sanayi tesisi, sendikalar ve sağlık otoritelerinin onayı alınmadan inşa edilemez, tadilat yapılamaz veya başka yere taşınamaz. Hiçbir tesis iş müfettişi ve hijyen müfettişi tarafından incelenmeden hizmete giremez. Yasa ayrıca kadınlar ve gençlerin korunması için tedbirler getirmiştir.
Bu düzenlemelerin anlam ve önemini açıklayalım. İSG tedbirleri içinde özel bir yeri olan “mühendislik” tedbirlerinin, daha işletmenin “tasarım” aşamasında alınmaya başlanması gerekir. İnşa-at tamamlandıktan, makineler yerleştirildikten ve işletme çalışmaya başladıktan sonra bu tedbirlerin alınabilmesi, neredeyse tesisin yıkılıp yeniden yapılmasını gerektirecek kadar zordur.
Sovyetler Birliği’nde, kapitalist dünyadan farklı olarak, İş Kanunu’nun uygulanmasını “denetlemekten” sorumlu olan iş müfettişleri, sendikalar tarafından işçiler arasından seçilmekte ve iş müfettişliği okullarında eğitilmektedir. Bu konudaki ilk yasal düzenleme 1918’de yapılmıştır. Bugün dahi İş Kanunu’nun uygulanmasının işçiler tarafından denetlendiği Küba dışında tek bir ülke yoktur.
İSG’NİN BİLİMSEL BİR DİSİPLİN HALİNE GELMESİ
Ekim Devrimi’nin İSG alanında “bilimsel” çalışmaların kurumlaştırılmasında da öncü olduğunu söyleyebiliriz. Sovyetler Birliği işçilerin sağlığını olumsuz etkileyebilecek etmenleri ve bunlara karşı alınabilecek tedbirleri “bilimsel” olarak araştırmak için 1921 yılında Moskova Hijyen Enstitüsü (Erisman Enstitüsü) ve 1923 yılında Obukh Meslek Hastalıkları Araştırma Enstitüsü kurulmuştur. Yine 1922 yılında Sovyetler Birliği’nin ilk meslek hastalıkları kliniği açılmıştır. 1925 yılında Çalışma Bakanlığı da, Merkez İş Güvenliği Enstitüsünü açmıştır. 1935 yılında ülkedeki meslek hastalıkları enstitülerinin sayısı 35’e ulaşmıştır.
Bu enstitülerde gerçekleştirilen bilimsel araştırmalar sonucu işçi sağlığı alanında fiziksel, kimyasal ve biyolojik etkenlere maruziyet standartlarının belirlenmesi ve bunların uygulanmasında Sovyetler Birliği öncülük etmiştir. Hava kirliliği standartları ilk kez 1920’lerde Sovyetler Birliğinde kullanılmaya başlamış ve üretimde kullanılan işçi sağlığına zararlı 14 maddeyi içeren “ilk” liste Sovyetler Birliği’nde yayınlanmıştır. Bu standartlar ABD’de 1937, Almanya’da 1938, İsveç’te ancak 1969 yılında kabul edilmiştir.
Çalışma ortamlarında toksik maddelerin “Azami kabul edilebilir yoğunluklarının” belirlenmesi için içinde sendika temsilcilerinin de yer aldığı bilimsel bir komite görevlendirilmiştir. Günümüzde dahi bu tür bir çalışmaya “işçilerin” dahil edildiği, Küba dışında, çok az ülke bulunmaktadır.
1970’li yıllarda Sovyetler Birliği’ni ziyaret eden Amerikalı bilim insanlarından oluşan bir heyet, raporunda, Sovyetler Birliği’ndeki İSG standartlarının mevcut teknoloji ve ekonomik fizibilite dikkate “Alınmaksızın”, yalnızca “sağlık” etkileri temelinde belirlendiğini, bu yöntemin ABD’deki standart belirleme politikalarıyla taban tabana zıt olduğunu bildirmiştir. Sovyetler Birliği’nde işçilerin sağlığı ve güvenliği, üretimden “önce” gelmektedir. Oysa bu tarz bir yaklaşım, asıl amacın kâr olduğu kapitalist üretimde asla benimsenemez.
8 SAATLİK İŞ GÜNÜ VE YILLIK ÜCRETLİ İZİN
Tarihte 8 saatlik iş günü konusunda öncülüğü ABD’nin yaptığını öne sürenler vardır. Gerçekten de 1868 yılında ilk kez ABD, “federal görevliler” için çalışma süresini günde 8 saatle sınırlandırmıştır. Fakat “1 Mayıs’ın” tarihini bilen herkes, 1886’da Amerikalı işçilerin 8 saatlik iş gününün diğer çalışanları da kapsaması için eyleme geçtiklerinde, nasıl bir katliama maruz kaldıklarını anımsayacaktır.
Dünyada 8 saatlik iş günü ve emekçiler için ücretli yıllık izin hakkı ilk defa Ekim Devrimi ile bütün çalışanları kapsayacak şekilde yaşama geçirilmiştir. Sovyetler Birliği bununla yetinmemiş, Devrim’in 10. yıl dönümünde iş gününü gündüz vardiyasında 7, gece vardiyasında 6 saate indirmiştir. Ayrıca ağır ve tehlikeli işlerde çalışan işçiler için mesai günde 6 saate, bazı kategorilerde ise (örneğin civa sanayi) 4 saate indirilmiştir. ABD ise, 8 saatlik iş gününü, ancak 1938 yılında kabul edecektir.
SONUÇ YERİNE
Çalışma koşullarının emekçilerin sağlığı üzerinde “Önlenebilir” olumsuz etkileri olduğunun “antik çağlardan” beri biliniyor olmasına rağmen, bu konuda “ilk” somut tedbirlerin ancak Ekim Devrimi sonrasında alınmaya başlaması bir tesadüf değildir. Paris Komünü’nü saymazsak, emekçiler tarihte ilk kez Ekim Devrimi ile iktidara gelebilmiş ve bütün yaşamı “toplumun” gereksinimlerine göre örgütlemeye başlamışlardır. Bu nedenle Ekim Devrimi günümüzde de dünya emekçilerine esin kaynağı olmaya ve yollarını aydınlatmaya devam etmektedir.
Akif Akalın
https://www.evrensel.net/haber/337882/sovyetler-birliginde-isci-sagligi-ve-guvenligi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder