Translate

24 Şubat 2018 Cumartesi

Tıpta politikadan kaçarken, ihanete düşmek

Tıp “sosyal” bir bilim olduğundan, sınıflı toplumlarda tıp alanında çalışan bilim insanlarının işi gerçekten çok zordur. Hemen her konuda “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” ikilemiyle karşılaşırlar. Birçok bilim insanı bu ikilemden kurtulmak için kendisini moleküler dünyaya atmaya çalışır fakat nafile… Toplumdaki uzlaşmaz sınıf çelişkileri DNA sarmalından bile sırıtır, kaçış yoktur.


Tıbbın başlangıç noktası olan etiyolojiyi ele alalım. Etiyoloji sağlık sorunlarının “nedenlerini” inceler. Sınıflı toplumlarda bilim insanı işinde öyle mahir olmalıdır ki, hastalıkların ve ölümlerin “gerçek” nedenlerini ararken, fincancı katırlarını ürkütmemelidir. Toplumcu tıbbın kurucularından Rudolf Virchow, 1848 yılında bu çelişkiyi şöyle ifade etmiştir:

“Biri sokakta insanlara, 'Berlin’de ölümlerin onda dokuzundan fazlasının nedeni tüberküloz ve tüberkülozdan ölenlerin yüzde 80’i işçi sınıfından' dese, bu ajitasyon olmaz mıydı?” (1)

Bugün tüberkülozun yerini kronik hastalıklar ve kanserler almış, fakat bilim insanlarının çelişkisi değişmemiştir. Bu hastalıkların gerçek nedenlerinin, toplumun hastalık üreten sosyal ve ekonomik örgütlenmesinde yattığını söylese egemen güçleri karşısına alacak ve “politika yapmakla” suçlanacak, sorunları yaşam tarzı, davranışlar veya genetiğin arkasına saklamaya çalışırsa, kendisine, ailesine, yakınlarına ve topluma ihanet edecektir.

Ağır mı oldu? Belki, fakat durumu örneklediğimizde meselenin “ağırlığı” kendisini daha iyi gösterecek.

Bugün literatüre bakıldığında, günümüzün en önemli sağlık sorunları olan kronik hastalıklar ve bazı kanser türlerinin, beslenmeyle yakından, hatta doğrudan ilişkili olduğu görülecektir. Buraya kadar sorun yok. Fakat bir adım ileri gittiğinizde kendinizi ister istemez “politikanın” göbeğinde bulursunuz.

Sorun insanların sağlıksız beslenmeleridir, fakat bu “sağlıksızlığı” nereye bağlayacaksınız? Önünüzde iki seçenek vardır: birincisi “politika yapmamak” adına, insanların neden sağlıksız beslendiklerine hiç dokunmamak ve örneğin Canan Karatay ve diğerleri gibi kendinizi sadece “şunu yiyin, bunu yemeyin” demekle sınırlamak; ikincisi insanların neden sağlıklı beslenemediklerini araştırarak, sorunlara doğru çözümler önermek.

Daha “güvenli” olan birinci yolu seçenler, sağlıksız beslenmenin sorumluluğunu sağlıksız beslenen “bireylere” yıkmayı tercih ederler. Bunu yaparken sorunu “bağlamından” kopartmak gerekir. Sağlıklı beslenmenin temel “belirleyicileri” olan maliyet ve bulunabilirliği tamamen göz ardı ederek, sorunu “tercih” sorunu gibi görmeye ve göstermeye çalışırlar.

Bu “hayali” dünyada, bütün dükkanların raflarında sağlıklı besinler bulunduğu ve herkesin bu besinleri alacak parası olduğu halde, insanlar “yaşam tarzları” nedeniyle sağlıksız besinler tüketmeyi “tercih” etmektedir. Bu durumda bilim insanlarına, hekimlere, diyetisyenlere düşen, insanları bu kötü alışkanlıklarından vazgeçirmek için eğitmek ve doğru yolu göstermektir. Böylece insanlar sağlıkları için zararlı beslenme modellerini terk edecek, sağlıklı beslenmeye başlayacak ve sorunlar çözülecektir.

Böylece bilim insanları politikadan kaçarken “ihanete” düşer ve sorunları çözmek bir yana, kendileri sorunun bir parçası haline gelirler. Fakat bunun karşılığında kürsülerini koruyabilir, medyada boy gösterebilir ve ceplerini doldurabilirler. Önerilerini bizzat kendileri, çocukları, en sevdikleri bile uygulayamaz ve beslenmeyle ilişkili hastalıkların pençesine düşermiş, ne gam! Yeter ki başları derde girmesin.

Oysa bu tür bilim insanları Küba’da yaşasaydı, yaptıkları “ihanet” değil, gerçekten bilimsel ve doğru olacaktı. Çünkü onların kurguladıkları dünya Küba’da 1962’den beri var ve yaşıyor.

Küba’da devlet 1962 yılından beri herkese aylık gıda karnesi (Libreta de Abastecimiento) veriyor. Ekonomi Bakanı Dr. Ernesto Che Guevara tarafından kurulan sistemin amacı, bütün Kübalıların “sağlıklı beslenmesini” garanti altına almak.

Kübalılar gıda karneleriyle gereksinimlerini yaşadıkları yerlerdeki “bogeda” adı verilen kurumlardan karşılıyor. Ayrıca et, tavuk ve balık için “carniceria” denen kurumlar var.

Libreta “bireyin” özelliklerine göre değişiyor. Örneğin 7 yaş altındaki çocuklar, yaşlılar ve hamile kadınlara günde 1 litre süt veriliyor, 65 yaş üzerindekiler için de farklı libreta içeriği var. “Özel diyet” gereksinimi olanların (örneğin diyabetikler) libretası buna göre düzenleniyor. Bu işlerle ilgili devlet kurumu olan OFICODA her yıl büyün yurttaşlar için yeni libretalar hazırlıyor ve dağıtıyor. (2)

Aslında sorunu “tercih” sorununa indirgeyen bilim insanları örneğin sağlıklı beslenebilmenin insanların maddi güçleriyle sınırlı olduğu Türkiye yerine, sağlıklı beslenmenin belirleyicileri olan maliyet ve bulunabilirlik sorunlarının çözüldüğü Küba’da bilim yapıyor olsalardı, ne ihanete düşecekler, ne de insanları kandırmak zorunda kalacaklardı.

Nitekim bugün Küba’da beslenmeyle ilişkili hastalıklarda esas sorun, bireylerin “sağlıksız” tercihleridir. Bu nedenle Küba’da bilim insanları, hekimler ve diyetisyenler Kübalıları sağlıklı beslenmeye teşvik etmekte, devlet geleneksel Küba diyetine daha besleyici gıdalar girmesi için çaba harcamaktadır.

Geleneksel Küba diyeti pirinç, kuru fasulye, domuz eti ve şekerden zengin, meyve ve sebzelerden fakirdir. Bir ada ülkesi olmasına rağmen, Kübalıların geleneksel diyetinde balık ve deniz ürünleri çok azdır. (3) Eğer Canan Karatay Küba’da hekimlik yapsa ve o insanların müthiş etkileyici bulduğu ifadeleriyle, “bırakın o şekeri elinizden, balık yiyin biraz” dese, gerçekten çok iyi bir hekimlik yapmış olurdu. Maalesef Karatay, son DİSK araştırmasının gösterdiği gibi, emekçilerin ortalama aylık gelirinin 2 bin liranın altında ve sağlıklı beslenmenin insanların balık yiyebilmesinin maddi durumlarına bağlı olduğu bir ülkede hekimlik yapıyor. Talihsizlik işte…

Bugün örneğimizi, ülkemizde oldukça popüler bir konu olduğu için beslenmeden ve beslenmeyle ilişkili hastalıklardan verdik. Ancak diğer sağlık sorunlarında da durum hiç farklı değil. Örneğin kanserlerin etiyolojisi konusunda literatürde devasa kanıtlar birikmesine rağmen bilim insanları kanserlerin nedeninin “bilinmediğini” söylemeye devam ediyorlar. Çünkü kanserojenlerin çok büyük bir çoğunluğunun “üretimle” ve “çevre” ile doğrudan ilişkili olduğunu çok iyi biliyorlar ve bunlar da “politik.”

Şimdi bir bilim insanının veya hekimin, falan fabrikada üretimde kullanılan filan hammaddenin ya da fabrikanın çevreye saldığı atıkların kansere yol açtığını açıkladığını düşünün. Başına neler gelirdi? Onur Hamzaoğlu’nun başına neler geldiğini biliyoruz… O halde en iyisi kanserlerin nedenlerini “genlerde” aramak değil mi? Birileri buna “ihanet” diyormuş. Varsın desinler. Onları kim duyuyor ki? 

Akif Akalın


KAYNAKLAR

1. Virchow, R. (1848). Radicals and Compromise. Medical Reform, Sayı: 14. (6 Ekim 1848).

2. Akalın, A. (2016). Küba’da insanlar ne yiyor? Sınıfın Sağlığı, 10 Mart 2016. http://haber.sol.org.tr/blog/sinifin-sagligi/akif-akalin/kubada-insanlar...

3. Feinsilver, JM. (1993). Healing the Masses: Cuban Health Politics at Home and Abroad. Berkeley: University of California Press.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder