Bugün medyaya Almanya Sosyal Yardım
Kurumu’nun, Türkiye’den hasta ve yaşlı bakımı alanında çalışmak isteyen sağlık
emekçileriyle iş görüşmesi yapacağı haberi düştü. İş görüşmelerine, iktidar
yanlısı Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Sendikası (Sağlık-Sen) aracılık
edecekmiş.
Almanya, işe alacağı sağlık
emekçilerinin “üniversite mezunu” ve en az “iki yıl” iş deneyimine sahip
olmasını şart koşuyor. Sınavı geçen adaylara önce Almanca kursu verilecek, daha
sonra Almanya’nın Oldenburg kentinde iki hafta staja alınacaklar. Bütün
aşamaları geçenlere “üç yıllık” bir sözleşme imzalatılacak ve 2 bin Euro maaşla
işe başlayacaklar.
Maaş Almanya standartlarına göre
oldukça düşük, fakat “fazla mesailerle” artabilecek. Bu düzenleme kasıtlı
olarak yapılıyor, çünkü hasta ve yaşlı bakımı gibi hizmetler, geleneksel 8
saatlik mesaiye sığamayacak hizmetlerdir. Bu durumda iki vardiyada iki bakıcı
çalıştırmak yerine tek bakıcıya fazla mesai yaptırmak işverene çok daha ucuza
gelir.
HASTA VE YAŞLI BAKIMI
Kapitalist metropollerde 1980’li
yıllarda nüfusun yaşlanmasıyla birlikte hasta ve yaşlı bakımı önemli bir istihdam
alanı haline gelirken, bu alanda “kimlerin” istihdam edileceği önemli bir sorun
olarak ortaya çıktı. Bu işi hemşirelere yaptırmak çok “pahalı” bir seçenek olduğundan,
sorun “hastabakıcı” (personal support worker) yetiştirilerek çözülmek istendi.
Lise mezunlarına yönelik 6 aylık “sertifika” programları açılarak, açık
giderilmeye çalışıldı.
1990’larda sosyalizmin çözülmesiyle
birlikte, kimsenin daha önce hayal edemeyeceği bir gelişme yaşandı. Sosyalist
ülkelerden “batıya” göçen onbinlerce “uzman doktor”, bu ülkelerde geçimlerini
sağlayabilmek için “hastabakıcılık” yapmaya razı oldular. Kuşkusuz yaşlı
annesine, lise sonrası birkaç aylık kurstan geçmiş biri yerine, mesela bir dahiliye
uzmanına “aynı ücret karşılığı” baktırmak çok cazip geliyordu.
Zaman içinde göçmen doktorlar dillerini
geliştirip, lisans sınavlarını vererek mesleklerini yapmaya başlayınca, 2000’li
yıllarda yeniden bir açık ortaya çıktı. Bu kez daha “kalıcı” bir çözüm
arayışına girildi ve gözler geri bıraktırılmış ülkelerin hemşirelerine
çevrildi. Kendi ülkelerinin sunduğu şartlardan memnun kalmayan hemşireler,
hastabakıcılık yapmak için metropollere göçmeye başladılar. ABD ve Kanada gibi
ülkeler ihtiyaçlarını daha çok Filipinler gibi Asya ülkelerinden sağlarken,
batı Avrupa ülkeleri de doğu Avrupa ülkelerinden hemşire getirmeye başladı.
Ancak bu “çözüm” de kalıcı olamadı.
Metropollere hastabakıcılık yapmak için gelen hemşireler de, birkaç yıl içinde
dillerini geliştirip, lisans sınavlarını verip, göçtükleri ülkelerde hemşirelik
yapmaya başlamışlardı. Bunun nedeni metropollerde hastabakıcı kadar hemşire
gereksiniminin de olmasıydı. Göreli olarak pahalıya mal olan hemşire eğitimi
giderlerinden de tasarruf ediliyor, Asya ve doğu Avrupa’da eğitimleri
uluslararası kuruluşlar tarafından akredite edilen hemşirelik okullarından
mezun hemşireler “bedavaya” getiriliyordu.
SIRA TÜRKİYE’YE GELMİŞ
Haberlere bakılırsa metropollerin hastabakıcı
gereksinimini karşılamak için sıranın Türkiye’ye gelmiş olduğu anlaşılıyor.
Ancak metropoller bu kez daha akıllanmış görünüyor. Habere göre Türkiyeli hemşireler
“üç yıllık” sözleşmeyle çalıştırılacaklar. Muhtemelen bu yöntemle Türkiyeli
hemşirelerin kendi ülkelerinde “kalıcı” olmasının önünü alabileceklerini
umuyorlar. Yanlış hesap Bağdat’tan döner demişler, göreceğiz…
Türkiye’de büyük hemşire açığı olmasına
rağmen, hemşirelerin gerek kamu, gerekse özel sektörde çalışma şartlarının ve
ücretlerinin tatminkar olduğunu söyleyebilmek mümkün değil. Dahası, birçok yeni
mezun hemşirenin çeşitli nedenlerle Türkiye’de iş bulamadığını da biliyoruz. Bu
koşullarda hemşirelerimizin önemli bir kısmının Almanya’ya hastabakıcılık yapmak
için sıraya gireceklerini tahmin edebilmek zor değil.
PSİKOSOSYAL FAKTÖR
Aslına bakılırsa Türkiye’de de
hemşireler, zengin evlerinde “hastabakıcılık” veya “modern hizmetçilik” yapmayı
kabul etseler, aşağı yukarı Almanya’da hastabakıcılık yaparak kazanacakları
kadar para kazanabilirler (yaşam standardı yönünden). Fakat bu noktada “psikososyal”
faktör devreye giriyor ve hemşirelerimiz Almanya’da yapacakları işi Türkiye’de
yapmayı kabul etmiyorlar.
Sadece Türkiye’de değil, diğer
ülkelerde de insanlar “psikososyal” nedenlerle “kendi ülkelerinde” eğitim
düzeylerinin altında işlerde çalışmak istemiyor. Türkiye’de maddi durumu iyi
olanlar, ayda örneğin 3 – 4 bin lira ücret önermelerine rağmen, hemşirelerimiz
asgari ücret karşılığı da olsa özel hastanelerde çalışmayı tercih ettiğinden, Türki
cumhuriyetlerden gelen hemşireleri çalıştırıyorlar. Onlar da kendi ülkelerinde
yapmayı kabul etmedikleri hastabakıcılık işini Türkiye’de yapıyor. Kapitalizm
bu şekilde bir “küresel hastabakıcı döngüsü” kuruyor ve işletiyor.
HALK SAĞLIĞI SORUNU
Kapitalist küresel hastabakıcılık döngüsü,
Dünya Sağlık Örgütü’nün de yıllardır dikkat çektiği bir “halk sağlığı sorunu”
olarak karşımıza çıkıyor. Bugün hemşireleri metropoller tarafından hastabakıcılık
yaptırılmak için emilen ülkelerde, “rutin” sağlık hizmetlerini aksatacak
düzeyde hemşire açığı oluşuyor. Bu ülkeler oluşan açığı kapatmak için “daha
hızlı” hemşire yetiştirme yollarına başvurduğunda da (örneğin eğitim süresinin
kısaltılması), kalite düşüyor ve bu durum zamanla hizmetin niteliğine de
olumsuz etkide bulunuyor.
Aslında sağlıkta beyin göçünün
önlenmesi gerektiğini “herkes” kabul ediyor, fakat gelişmiş kapitalist ülkeler,
bu konuda bizden çok daha fazla yazıp çizmelerine rağmen (timsah gözyaşları), diğer
sorunlarda (örneğin iklim değişikliği) olduğu gibi hiçbir adım atmıyor. Türkiye
gibi ülkelerin ise “kapitalist düzen içinde” beyin göçüne karşı
direnebilecekleri güçleri yok.
Sosyal demokrat arkadaşlarımız belki
yine kızacaklar, fakat Türkiye’de birkaç yıl sonra bugün zaten yetersiz olan hemşirelik
hizmetlerinin daha da kötüleşmemesi için dahi “sosyalist devrim” yapmak
gerekiyor. Kapitalist düzen içinde bir çözümünüz varsa söyleyin, biz de
öğrenelim.
Akif Akalın
Akif Akalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder