Translate

1 Ağustos 2019 Perşembe

Küresel hastabakıcı döngüsü


Bugün medyaya Almanya Sosyal Yardım Kurumu’nun, Türkiye’den hasta ve yaşlı bakımı alanında çalışmak isteyen sağlık emekçileriyle iş görüşmesi yapacağı haberi düştü. İş görüşmelerine, iktidar yanlısı Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları Sendikası (Sağlık-Sen) aracılık edecekmiş.

Almanya, işe alacağı sağlık emekçilerinin “üniversite mezunu” ve en az “iki yıl” iş deneyimine sahip olmasını şart koşuyor. Sınavı geçen adaylara önce Almanca kursu verilecek, daha sonra Almanya’nın Oldenburg kentinde iki hafta staja alınacaklar. Bütün aşamaları geçenlere “üç yıllık” bir sözleşme imzalatılacak ve 2 bin Euro maaşla işe başlayacaklar.

Maaş Almanya standartlarına göre oldukça düşük, fakat “fazla mesailerle” artabilecek. Bu düzenleme kasıtlı olarak yapılıyor, çünkü hasta ve yaşlı bakımı gibi hizmetler, geleneksel 8 saatlik mesaiye sığamayacak hizmetlerdir. Bu durumda iki vardiyada iki bakıcı çalıştırmak yerine tek bakıcıya fazla mesai yaptırmak işverene çok daha ucuza gelir.


HASTA VE YAŞLI BAKIMI

Kapitalist metropollerde 1980’li yıllarda nüfusun yaşlanmasıyla birlikte hasta ve yaşlı bakımı önemli bir istihdam alanı haline gelirken, bu alanda “kimlerin” istihdam edileceği önemli bir sorun olarak ortaya çıktı. Bu işi hemşirelere yaptırmak çok “pahalı” bir seçenek olduğundan, sorun “hastabakıcı” (personal support worker) yetiştirilerek çözülmek istendi. Lise mezunlarına yönelik 6 aylık “sertifika” programları açılarak, açık giderilmeye çalışıldı.

1990’larda sosyalizmin çözülmesiyle birlikte, kimsenin daha önce hayal edemeyeceği bir gelişme yaşandı. Sosyalist ülkelerden “batıya” göçen onbinlerce “uzman doktor”, bu ülkelerde geçimlerini sağlayabilmek için “hastabakıcılık” yapmaya razı oldular. Kuşkusuz yaşlı annesine, lise sonrası birkaç aylık kurstan geçmiş biri yerine, mesela bir dahiliye uzmanına “aynı ücret karşılığı” baktırmak çok cazip geliyordu.

Zaman içinde göçmen doktorlar dillerini geliştirip, lisans sınavlarını vererek mesleklerini yapmaya başlayınca, 2000’li yıllarda yeniden bir açık ortaya çıktı. Bu kez daha “kalıcı” bir çözüm arayışına girildi ve gözler geri bıraktırılmış ülkelerin hemşirelerine çevrildi. Kendi ülkelerinin sunduğu şartlardan memnun kalmayan hemşireler, hastabakıcılık yapmak için metropollere göçmeye başladılar. ABD ve Kanada gibi ülkeler ihtiyaçlarını daha çok Filipinler gibi Asya ülkelerinden sağlarken, batı Avrupa ülkeleri de doğu Avrupa ülkelerinden hemşire getirmeye başladı.

Ancak bu “çözüm” de kalıcı olamadı. Metropollere hastabakıcılık yapmak için gelen hemşireler de, birkaç yıl içinde dillerini geliştirip, lisans sınavlarını verip, göçtükleri ülkelerde hemşirelik yapmaya başlamışlardı. Bunun nedeni metropollerde hastabakıcı kadar hemşire gereksiniminin de olmasıydı. Göreli olarak pahalıya mal olan hemşire eğitimi giderlerinden de tasarruf ediliyor, Asya ve doğu Avrupa’da eğitimleri uluslararası kuruluşlar tarafından akredite edilen hemşirelik okullarından mezun hemşireler “bedavaya” getiriliyordu.

SIRA TÜRKİYE’YE GELMİŞ

Haberlere bakılırsa metropollerin hastabakıcı gereksinimini karşılamak için sıranın Türkiye’ye gelmiş olduğu anlaşılıyor. Ancak metropoller bu kez daha akıllanmış görünüyor. Habere göre Türkiyeli hemşireler “üç yıllık” sözleşmeyle çalıştırılacaklar. Muhtemelen bu yöntemle Türkiyeli hemşirelerin kendi ülkelerinde “kalıcı” olmasının önünü alabileceklerini umuyorlar. Yanlış hesap Bağdat’tan döner demişler, göreceğiz…

Türkiye’de büyük hemşire açığı olmasına rağmen, hemşirelerin gerek kamu, gerekse özel sektörde çalışma şartlarının ve ücretlerinin tatminkar olduğunu söyleyebilmek mümkün değil. Dahası, birçok yeni mezun hemşirenin çeşitli nedenlerle Türkiye’de iş bulamadığını da biliyoruz. Bu koşullarda hemşirelerimizin önemli bir kısmının Almanya’ya hastabakıcılık yapmak için sıraya gireceklerini tahmin edebilmek zor değil.   

PSİKOSOSYAL FAKTÖR

Aslına bakılırsa Türkiye’de de hemşireler, zengin evlerinde “hastabakıcılık” veya “modern hizmetçilik” yapmayı kabul etseler, aşağı yukarı Almanya’da hastabakıcılık yaparak kazanacakları kadar para kazanabilirler (yaşam standardı yönünden). Fakat bu noktada “psikososyal” faktör devreye giriyor ve hemşirelerimiz Almanya’da yapacakları işi Türkiye’de yapmayı kabul etmiyorlar.

Sadece Türkiye’de değil, diğer ülkelerde de insanlar “psikososyal” nedenlerle “kendi ülkelerinde” eğitim düzeylerinin altında işlerde çalışmak istemiyor. Türkiye’de maddi durumu iyi olanlar, ayda örneğin 3 – 4 bin lira ücret önermelerine rağmen, hemşirelerimiz asgari ücret karşılığı da olsa özel hastanelerde çalışmayı tercih ettiğinden, Türki cumhuriyetlerden gelen hemşireleri çalıştırıyorlar. Onlar da kendi ülkelerinde yapmayı kabul etmedikleri hastabakıcılık işini Türkiye’de yapıyor. Kapitalizm bu şekilde bir “küresel hastabakıcı döngüsü” kuruyor ve işletiyor.

HALK SAĞLIĞI SORUNU

Kapitalist küresel hastabakıcılık döngüsü, Dünya Sağlık Örgütü’nün de yıllardır dikkat çektiği bir “halk sağlığı sorunu” olarak karşımıza çıkıyor. Bugün hemşireleri metropoller tarafından hastabakıcılık yaptırılmak için emilen ülkelerde, “rutin” sağlık hizmetlerini aksatacak düzeyde hemşire açığı oluşuyor. Bu ülkeler oluşan açığı kapatmak için “daha hızlı” hemşire yetiştirme yollarına başvurduğunda da (örneğin eğitim süresinin kısaltılması), kalite düşüyor ve bu durum zamanla hizmetin niteliğine de olumsuz etkide bulunuyor.

Aslında sağlıkta beyin göçünün önlenmesi gerektiğini “herkes” kabul ediyor, fakat gelişmiş kapitalist ülkeler, bu konuda bizden çok daha fazla yazıp çizmelerine rağmen (timsah gözyaşları), diğer sorunlarda (örneğin iklim değişikliği) olduğu gibi hiçbir adım atmıyor. Türkiye gibi ülkelerin ise “kapitalist düzen içinde” beyin göçüne karşı direnebilecekleri güçleri yok.

Sosyal demokrat arkadaşlarımız belki yine kızacaklar, fakat Türkiye’de birkaç yıl sonra bugün zaten yetersiz olan hemşirelik hizmetlerinin daha da kötüleşmemesi için dahi “sosyalist devrim” yapmak gerekiyor. Kapitalist düzen içinde bir çözümünüz varsa söyleyin, biz de öğrenelim.

Akif Akalın


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder