Son yıllarda dünyada giderek büyüyen
bir tehdit halini alan aşı karşıtlığı, ülkemizde de alarm verir hale gelmiştir.
Bilim ve Aydınlanma Akademisi’nin yayınladığı son rapor, 12 – 23 aylık
çocuklarda tam aşılanma oranının yüzde 66,9’a gerilediğini ortaya koymaktadır.
Bu durum, ülkemizde bir salgın hastalığın patlak vermesinin an meselesi olduğu
anlamına gelmektedir.
Rapora göre kızamık aşılamasında
kırsal kesimde, güney, kuzey ve doğu Anadolu bölgelerinde aşılama düzeyleri bir
salgını önleyebilmek için gereken düzeyin altına düşmüştür. Yine
difteri-boğmaca-tetanoz ve çocuk felci aşılamasında hiçbir bölgemizde bir
salgını önleyebilecek bağışıklama düzeyine ulaşılamamıştır.
Aşılama – bağışıklama etkinliklerinin
başarısı, diğer bir deyişle aşılama ile çocuklarımızın aşı ile korunulabilir
hastalıklardan korunması, toplum içinde belirli aşılama düzeylerine
erişilebilmesiyle mümkündür. Örneğin, kızamık aşılamasının toplum düzeyinde
koruyuculuk sağlayabilmesi için, aşı çağındaki çocukların yüzde 95’inin
aşılanması gereklidir.
Bunun nedeni, aşının yalnızca
aşılanan çocuğu değil, çeşitli nedenlerle aşı yapılamamış (örneğin bağışıklık
sistemleri sorunlu olanlar) çocukları da korumasıdır. Dahası aşılanması gereken
nüfusun yüzde 95’i aşılandığında, aşı yaptırmış olduğu halde çeşitli nedenlerle
(örneğin aşının etkisi azaldığı için) hastalığa karşı yeniden duyarlı hale
gelmiş bireyler de korunmuş olur.
Özetle, aşıyı sadece kendi çocuğumuzu
aşı ile önlenebilen hastalıklara karşı korumak için değil, aynı zamanda aşı
yaptıramamış olan diğer çocukların da bu hastalıklara karşı korunması için
yaptırıyoruz. Diğer bir deyişle aşılama, bir toplumsal “dayanışma” ifadesidir.
Yalnızca kendi çocuğumuzu değil, “herkesin” çocuğunu hastalıklardan korumak
için aşılanıyoruz.
Buraya kadar aktardıklarım, herhangi
bir kaynaktan erişilebilecek “bilimsel” gerçeklerdir. Aşıların hastalıkların
önlenmesinde ne kadar etkili olduğu, 1800’lü yıllardan bugüne defalarca
kanıtlanmıştır. Bugün dünyada aşı karşıtlarının istekleri doğrultusunda hareket
edilirse, milyonlarca çocuğun, 19. yüzyıl ve öncesinde olduğu gibi, aşı ile
önlenebilir hastalıklar nedeniyle yaşamını yitireceği veya sakat kalacağı
ortadadır.
Bu gerçeklere rağmen dünyada ve
ülkemizde “gericilik” aşı karşıtlığını sürdürmeye devam ediyor. Dahası aşı
karşıtlığının her türden gericilik için bir “ortak payda” haline geldiğini
görüyoruz. Dinci gericiler aşılamanın “ilahi takdire” karşı durmak anlamına
geldiğini savunurken, liberal gericiler zorunlu aşılama uygulamasıyla “bireysel
özgürlüklerinin” ihlal edildiğini iddia ediyorlar. Gericiliğin diğer bir yaygın
formu olan “bilim karşıtlığı” da, sürekli yeni yalanlar üreterek insanlarda
aşılar konusunda kuşkular yaratmaktadır.
Bilim karşıtlığı, bilimsel tıbba
“alternatif” aramaktan, kuşkuculuğa kadar çok geniş bir yelpazeye
yayılmaktadır. Son yıllarda neoliberal ajandaları izleyen hükumetler, kamu
sağlık kuruluşlarını özelleştirme ve sağlığı piyasalaştırma çabalarıyla örtüşen
bu tür girişimleri teşvik etmekte, desteklemektedir. 2015 yılında ülkemizde bir
mahkemenin ikiz bebeklerine aşı yaptırmak istemeyen babayı “haklı” bulan karara
imza atması ve bunu ironik bir şekilde “bireysel özgürlüklere” bağlaması bu
desteğin bir göstergesi sayılabilir.
O halde aşı karşıtlığına karşı
mücadele, aynı zamanda her türden gericiliğe ve yobazlığa karşı mücadele
anlamına gelmektedir. Aşı karşıtlığına karşı mücadele bu anlamda bir
“aydınlanma” mücadelesidir.
Akif Akalın
https://haber.sol.org.tr/blog/sinifin-sagligi/akif-akalin/asi-karsitligi-gericiligin-ortak-paydasidir-274853
Akif Akalın
https://haber.sol.org.tr/blog/sinifin-sagligi/akif-akalin/asi-karsitligi-gericiligin-ortak-paydasidir-274853
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder