Hekimliğin serbest meslek olarak bir
kazanç vasıtası haline sokulması tebabetin gayesine ve ruhuna aykırıdır. Kâr
vasıtası olan her meslekte bir istismar vardır.
Ferdlerin (bireylerin) teker teker tedavi ve bakımını hedef tutan ferdi (bireyci) tebabet (tıp) bugün artık halk sağlığı bakımından temamile (tamamen) yetersizdir. Cemiyet (toplum) içinde insan nasıl tek başına mütalea edilemezse (ele alınamazsa), aynı şekilde sadece şahısları hedef tutan bir tebabet de bugün için kitlenin sağlık ihtiyaçlarına cevap veremez.
Cemiyet
bir küldür (bütündür); diğer bütün problemleri gibi sağlığı da bir kül halinde (bütün olarak) ele alınmak
gerektir. Bu sebepten yarınki hekimliğin esas[ı] “sosyal tebabet”dir. Diğer
ihtisas şubeleri ise sosyal hekimliğin
birer yardımcı kolu olacaktır.
Tebabette esas “halk sağlığını koruma” olunca bu yardımcı şubelerin de
şimdi son derece yüklü olan işi hafifleyecek ve istikbalde (gelecekte) mahdut (sınırlı) sayıda
hastalıklarla meşgul olan tam mânasile bir ihtisas şubesi haline
gelebilecektir. Bugün bütün dünyada
sağlık ve sosyal yardım alanında sarfolunan gayeler “halk sağlığı” meseleleri
üzerine teksif edilmiş (yoğunlaştırılmış) bulunmakta ve sosyal tebabetin hudutları genişletilmektedir.
Klinisyenlerce, nadir görülen ve
binaenaleyh (bu nedenle) dikkate şayan (değer) olarak kabul edilip neşri (yayınlanması) ile tıp âleminde
büyük ilgi uyandıran vakaların “halk
sağlığı” bakımından hiç bir ehemmiyeti (önemi) yoktur. Faraza (örneğin) on senede bir defa yahut
milyonda bir kişide görülen bilmem hangi enteresan bir hastalık sosyal tebabeti
hiç ilgilendirmez. Aksine olarak her gün yüzlercesi görülen ve klinikçilerin
“alelâde vaka” diyerek üzerinde durmaya
bile lüzum görmedikleri hastalıklar ise “halk sağlığı” bakımından son derece
önemlidir. Çünki bütün çalışma gayretleri bunları önlemeye matûftur (yöneliktir).
Sosyal tebabetin asıl gayesi mevcut halk
hastalıklarını tedavi ile beraber, bundan daha önemli olarak, halka gelebilecek
hastalıkları gelmeden evvel önlemektir. Binaenaleyh (dolayısıyla) tedavici olmaktan ziyade
koruyucudur. Bu sebepten bir defa organize edilip önleyici tedbirler tamamile
alındıktan sonra hâlen mevcut birçok halk salgınları da ortadan kalkacak ve
bugün pek mühim yekûnlara varan, fakat o derecede kifayetsiz (yetersiz) olup halka büyük
bir şey sağlamayan geniş tedavi masrafları halkın temamen rahatlık ve refahına
sarfedilebilecektir.
Meselâ, halkın en
büyük düşmanı olan verem bugün yeryüzüne o derece geniş bir surette yayılmış
bulunmaktadır ki bu işe ayrılan ve sarfolunan (harcanan) paranın bir kaç yüz misli dahi harcanmış olsa bu korkunç afeti önlemek
şöyle dursun, mevcut veremlilerin hepsine ihtimam göstermeye yine de kâfi
gelmez (yetmez).
Binaenaleyh nâmütenahi (çok sayıda) veremlinin tedavi, bakım veya tecridi (ayrı tutulması) için
nâmütenahi imkân lâzımdır, halbuki bu namütenahi imkân mevcut olsa bile bu
yoldan veremin kökü katiyen kazınamaz; gaye “veremliyi tedavi” olmakla beraber
mücadele bakımından bundan daha önemli olan “insanı veremden koruma”dır. Bu
misâl hemen bütün hastalıklara teşmil olunabilir (genişletilebilir).
Bir memlekette sosyal tebabetin
gelişmesi için halli lâzım gelen iki önemli mesele mevcuttur. Bunlardan birisi
hekimliği bugün münhasıran (özellikle) ferdiyetçi ve ticarî şekilden kurtarıp
devletleştirilmesi; diğeri de halkın bu işi tamamen kavrayabilmesi ve yardımcı
olabilmesi için sağlık konusunu iyice öğrenmesidir.
Hekimliğin serbest
meslek olarak bir
kazanç vasıtası haline
sokulması tebabetin gayesine ve ruhuna aykırıdır. Kâr vasıtası olan her
meslekte az çok bir istismar mevcuttur. Çeşitli karaktere sahip çeşitli ferdler
elinde her meslek hakiki formunu kaybedip onu kullananın karakterine
uydurulmaktadır. Esefle kaydetmemiz lâzımdır ki bizdeki hekimlik de böyledir.
Bugün hekimlere karşı halkımızın itimadı sarsılmıştır. Çaresiz olarak parasız
bakılan hastane polikliniklerine müracaat edenler arasında iyi olacağına, iyi
bakılacağına inananlar pek azdır. Hekime verecek kadar parası olanlar ise yine
bu itimatsızlıktan dolayıdır ki bir hekimle iktifa etmeyip ve kime inanacağını
kestiremeyerek kapı kapı dolaşırlar.
Bugün çeşitli şekillerde halkın karşısına
dikilmiş bir dert olan “insan sağlığının istismarı”na bir son verilmek zamanı
çoktan gelmiş ve geçmiş bulunmaktadır. Tebabetin serbest ticaret metaı olarak
kullanılmasına devam edildiği müddetçe yapılacak bütün çalışmalar halk sağlığı
bakımından akıntıya kürek çekmek demek olacaktır.
Hipokrat devrinde küret yoktu
diye tebabetin âlemşumul (her yerde tanınmış olan) namus yeminini okuyup, arkasından küreti eline alarak
doğacak nesilleri, ceplerine girecek beş on liraya karşılık imha edenlerin
işlerine artık bir son verilmesi gerektir.
Hekimlik her şeyden evvel âmme (kamu) hizmeti olduğuna göre; bu mesleğe şerefle
beraber fazla kazanç temin etmek gayesile girecek olana kapılar kapatılmalıdır.
Şerefle başkasının zararına fazla kazanç temini hırsı yekdiğerile (birbiriyle) bağdaşması
mümkün olmayan iki zıt yoldur. Bunları bir arada yürüterek bir taşla birkaç kuş
birden vurmak isteyenler devletleştirilmiş bir tebabet mesleği içinde elbetteki
buna imkan bulamazlar. Ancak kendilerini cemiyete ve ilme verebilecek olan
şerefli kimseler elinde sosyal tebabet ve yarının tıp ilmî hiç bir ihtiras ve
istismara alet olmadan süratle gelişebilir.
Tebabetin devletleştirilmesi
burada üzerinde durmayacağımız ayrı ve geniş bir konudur. Yalnız şu kadarını
ilâve etmek lâzımdır ki böyle bir gaye tahakkuk ettiği zaman hiçbir hekim,
devlet hizmetinde bugün çalışanların yaptığı gibi, geçim zorlukları karşısında
gündelik ihtiyaçlarını düşünmek durumunda olmayacaktır.
Bir insanın kendisini
mesleğe tamamen verebilmesi ve âzamî randımanla çalışabilmesi için lüks
sayılmayan normal ihtiyaçlarını temin edecek kadar bir karşılık alması gerektir.
İngiltere’de bu önemli konu ele alınmış ve önümüzdeki bir kaç yıl içinde
tebabetin devletleştirilmesine karar verilmiştir.
Sosyal tebabetin faaliyet sahası halk
kitleleri olduğundan halkın bizzat bu çalışmalara iştirak etmesi çok
lüzumludur. Bilhassa halkın arasında büyük salgınlar yapan bulaşıcı
hastalıklarla mücadelede bunlar ortaya çıkmadan önce alınacak önleyici
tedbirlerin tatbikinde halkın geniş ölçüde yardımına kati lüzum vardır. Bu da
ancak halkın bu sahada daha evvelden aydınlanmış olmasiyle mümkündür. Halkın
bu şekilde terbiyesi de (eğitimi de) sosyal hekimliğin domenine [fikir sahasına] giren ilk
ve en önemli meselelerden birisidir.
Bilgisiz ve tamamiyle geri kalmış bir
cemiyet içinde sosyal tebabet çalışmaları beklenildiği derecede müsbet bir
netice veremez. Hattâ çok kere halk tarafından menfi bir mukavemetle de
karşılanabilir. Halkın, bilhassa, gelenek ve göreneklerinin tesiri altında
cehalet bataklığına saplanıp kalmış olması her türlü sosyal hijyen
kalkınmasına engel olur. Tamamen bu
vaziyette bulunan bizim köy halkımızın
aydınlatılması ise pek o kadar kolay olmayan bir iştir.
Bugün en büyük
şehirlerimizde dahi bu dava henüz halledilmemiştir. Şurada, burada verilen beş
on konferans, radyoda bir iki vaız, istasyon, kahve ve mekteplerde asılan bir
kaç afişle bu büyük sosyal davanın halline doğru gidilemez. Bu suretle ancak
kendi kendimizi aldatmış oluruz.
Bugün memleketimizin pek çok yerlerinde hâlâ
sıtmayı okuyup bağlarlar, dalağı keser, vereme tütsü yakıp kabakulağı yazarlar
ve yılancığa taş bağlayıp felçliyi binlik tesbihten geçirtirler. Halk bütün bu
hastalıkların sebebini bir takım mevhum (gerçekte var olmayan) kuvvetlerde arar ve türlü gülünç
usullerle derdine çare bulmaya çabalar. Anadolumuzun hâlâ yılancık ve kırık
çıkıkçı ocaklarının cehalet baskısı altında inleyen yerleri vardır.
Halkın
uyandırılması için verilen konferanslar her ne kadar faydalı ise de, halk,
anlayamayacağı bir lisanla anlatılan mücerret (soyut) sözlerden ibaret konferanslardan
ziyade gözlerinin önünde cereyan eden hadiselere inanır. Bu nokta göz önüne
alınarak şimdi dünyanın bir çok yerlerinde
olduğu gibi kültür ve propaganda filmlerinden faydalanmak ve sosyal tebabet
organizasyonu içine filmciliği de esas olarak almak düşünülmüş ve tatbik
edilmiştir.
Hâlen Amerika’da, İngiltere ve Sovyetler Birliği’nde kültür
filmleri bu gün artık sosyal tebabetin yardımcı bir şubesi haline girmiş
bulunmaktadır. Bu maksatla bir çok hekimler, hijyen mütehassısları,
belediyeciler, film operatör ve teknisyenleri, kimyagerler, biyoloji
mütehassısları ve sağlık mühendisleri sıkı bir işbirliği yapmakta ve halka
zahmetsizce, hattâ zevkle öğretilebilecek kültür film kütüphaneleri meydana
getirmektedirler.
Böyle bir işbirliği ile hazırlanan kültür filmleri halk
tarafından büyük bir alâka ile karşılanmakta ve gözlerinin önünde cereyan eden
hâdiseler verilecek bin bir öğüt ve mücerret konferanslardan daha ziyade
faydalı olmaktadır. Bu filmlerde meselâ halk salgınların sebeplerini, geçiş
şekilleri, klinik tabloları, tedavi tarzları, alınacak korunma
tedbirleri ve tatbikleri,
tedavi görmeyen vakaların
neticeleri, demonstratif bir şekilde temsil edilmektedir. Bu son harp
yıllarında bu gibi filmler Amerikan ordusunda öğretim programına konmuş ve çok
istifade edilmiştir.
Hülâsa (özetle): Halk, sağlığının gereği üzere garanti
altına alınabilmesi için her şeyden önce şu iki önemli meselenin
halli lâzımdır:
1- Tebabetin devletleştirilip bir
ticaret vasıtası olmaktan ve dolayısiyle insan sağlığının da istismardan
kurtarılması,
2- Halkın hayat standardının
yükseltilmesi ve bunun için de evvel emirde (ilk iş olarak) cehaletin ortadan
kaldırılması.
Sabire Dosdoğru
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder