Translate

22 Mart 2020 Pazar

Halk sağlığı ve sosyal tebabet


Hekimliğin serbest meslek olarak bir kazanç vasıtası haline sokulması tebabetin gayesine ve ruhuna aykırıdır. Kâr vasıtası olan her meslekte bir istismar vardır.


Ferdlerin (bireylerin) teker teker tedavi ve bakımını hedef tutan ferdi (bireyci) tebabet (tıp) bugün artık halk sağlığı bakımından temamile (tamamen) yetersizdir. Cemiyet (toplum) içinde insan nasıl tek başına mütalea edilemezse (ele alınamazsa), aynı şekilde sadece şahısları hedef tutan bir tebabet de bugün için kitlenin sağlık ihtiyaçlarına cevap veremez. 

Cemiyet bir küldür (bütündür); diğer bütün problemleri gibi sağlığı da bir kül halinde (bütün olarak) ele alınmak gerektir. Bu sebepten yarınki hekimliğin esas[ı] “sosyal tebabet”dir. Diğer ihtisas şubeleri ise sosyal hekimliğin birer yardımcı kolu olacaktır.   

Tebabette esas “halk sağlığını koruma” olunca bu yardımcı şubelerin de şimdi son derece yüklü olan işi hafifleyecek ve istikbalde (gelecekte) mahdut (sınırlı) sayıda hastalıklarla meşgul olan tam mânasile bir ihtisas şubesi haline gelebilecektir. Bugün bütün dünyada sağlık ve sosyal yardım alanında sarfolunan gayeler “halk sağlığı” meseleleri üzerine teksif edilmiş (yoğunlaştırılmış) bulunmakta ve sosyal tebabetin hudutları genişletilmektedir. 

Klinisyenlerce, nadir görülen ve binaenaleyh (bu nedenle) dikkate şayan (değer) olarak kabul edilip neşri (yayınlanması) ile tıp âleminde büyük ilgi uyandıran vakaların “halk sağlığı” bakımından hiç bir ehemmiyeti (önemi) yoktur. Faraza (örneğin) on senede bir defa yahut milyonda bir kişide görülen bilmem hangi enteresan bir hastalık sosyal tebabeti hiç ilgilendirmez. Aksine olarak her gün yüzlercesi görülen ve klinikçilerin “alelâde vaka” diyerek üzerinde durmaya bile lüzum görmedikleri hastalıklar ise “halk sağlığı” bakımından son derece önemlidir. Çünki bütün çalışma gayretleri bunları önlemeye matûftur (yöneliktir).  

Sosyal tebabetin asıl gayesi mevcut halk hastalıklarını tedavi ile beraber, bundan daha önemli olarak, halka gelebilecek hastalıkları gelmeden evvel önlemektir. Binaenaleyh (dolayısıyla) tedavici olmaktan ziyade koruyucudur. Bu sebepten bir defa organize edilip önleyici tedbirler tamamile alındıktan sonra hâlen mevcut birçok halk salgınları da ortadan kalkacak ve bugün pek mühim yekûnlara varan, fakat o derecede kifayetsiz (yetersiz) olup halka büyük bir şey sağlamayan geniş tedavi masrafları halkın temamen rahatlık ve refahına sarfedilebilecektir.  

Meselâ, halkın en büyük düşmanı olan verem bugün yeryüzüne o derece geniş bir surette yayılmış bulunmaktadır ki bu işe ayrılan ve sarfolunan (harcanan) paranın bir kaç yüz misli dahi harcanmış olsa bu korkunç afeti önlemek şöyle dursun, mevcut veremlilerin hepsine ihtimam göstermeye yine de kâfi gelmez (yetmez). 

Binaenaleyh nâmütenahi (çok sayıda) veremlinin tedavi, bakım veya tecridi (ayrı tutulması) için nâmütenahi imkân lâzımdır, halbuki bu namütenahi imkân mevcut olsa bile bu yoldan veremin kökü katiyen kazınamaz; gaye “veremliyi tedavi” olmakla beraber mücadele bakımından bundan daha önemli olan “insanı veremden koruma”dır. Bu misâl hemen bütün hastalıklara teşmil olunabilir (genişletilebilir).

Bir memlekette sosyal tebabetin gelişmesi için halli lâzım gelen iki önemli mesele mevcuttur. Bunlardan birisi hekimliği bugün münhasıran (özellikle) ferdiyetçi ve ticarî şekilden kurtarıp devletleştirilmesi; diğeri de halkın bu işi tamamen kavrayabilmesi ve yardımcı olabilmesi için sağlık konusunu iyice öğrenmesidir. 

Hekimliğin serbest  meslek  olarak  bir  kazanç  vasıtası  haline  sokulması tebabetin gayesine ve ruhuna aykırıdır. Kâr vasıtası olan her meslekte az çok bir istismar mevcuttur. Çeşitli karaktere sahip çeşitli ferdler elinde her meslek hakiki formunu kaybedip onu kullananın karakterine uydurulmaktadır. Esefle kaydetmemiz lâzımdır ki bizdeki hekimlik de böyledir. 

Bugün hekimlere karşı halkımızın itimadı sarsılmıştır. Çaresiz olarak parasız bakılan hastane polikliniklerine müracaat edenler arasında iyi olacağına, iyi bakılacağına inananlar pek azdır. Hekime verecek kadar parası olanlar ise yine bu itimatsızlıktan dolayıdır ki bir hekimle iktifa etmeyip ve kime inanacağını kestiremeyerek kapı kapı dolaşırlar. 

Bugün çeşitli şekillerde halkın karşısına dikilmiş bir dert olan “insan sağlığının istismarı”na bir son verilmek zamanı çoktan gelmiş ve geçmiş bulunmaktadır. Tebabetin serbest ticaret metaı olarak kullanılmasına devam edildiği müddetçe yapılacak bütün çalışmalar halk sağlığı bakımından akıntıya kürek çekmek demek olacaktır. 

Hipokrat devrinde küret yoktu diye tebabetin âlemşumul (her yerde tanınmış olan) namus yeminini okuyup, arkasından küreti eline alarak doğacak nesilleri, ceplerine girecek beş on liraya karşılık imha edenlerin işlerine artık bir son verilmesi gerektir. 

Hekimlik her şeyden evvel âmme (kamu) hizmeti olduğuna göre; bu mesleğe şerefle beraber fazla kazanç temin etmek gayesile girecek olana kapılar kapatılmalıdır. Şerefle başkasının zararına fazla kazanç temini hırsı yekdiğerile (birbiriyle) bağdaşması mümkün olmayan iki zıt yoldur. Bunları bir arada yürüterek bir taşla birkaç kuş birden vurmak isteyenler devletleştirilmiş bir tebabet mesleği içinde elbetteki buna imkan bulamazlar. Ancak kendilerini cemiyete ve ilme verebilecek olan şerefli kimseler elinde sosyal tebabet ve yarının tıp ilmî hiç bir ihtiras ve istismara alet olmadan süratle gelişebilir. 

Tebabetin devletleştirilmesi burada üzerinde durmayacağımız ayrı ve geniş bir konudur. Yalnız şu kadarını ilâve etmek lâzımdır ki böyle bir gaye tahakkuk ettiği zaman hiçbir hekim, devlet hizmetinde bugün çalışanların yaptığı gibi, geçim zorlukları karşısında gündelik ihtiyaçlarını düşünmek durumunda olmayacaktır. 

Bir insanın kendisini mesleğe tamamen verebilmesi ve âzamî randımanla çalışabilmesi için lüks sayılmayan normal ihtiyaçlarını temin edecek kadar bir karşılık alması gerektir. İngiltere’de bu önemli konu ele alınmış ve önümüzdeki bir kaç yıl içinde tebabetin devletleştirilmesine karar verilmiştir.  

Sosyal tebabetin faaliyet sahası halk kitleleri olduğundan halkın bizzat bu çalışmalara iştirak etmesi çok lüzumludur. Bilhassa halkın arasında büyük salgınlar yapan bulaşıcı hastalıklarla mücadelede bunlar ortaya çıkmadan önce alınacak önleyici tedbirlerin tatbikinde halkın geniş ölçüde yardımına kati lüzum vardır. Bu da ancak halkın bu sahada daha evvelden aydınlanmış olmasiyle mümkündür. Halkın bu şekilde terbiyesi de (eğitimi de) sosyal hekimliğin domenine [fikir sahasına] giren ilk ve en önemli meselelerden birisidir.

Bilgisiz ve tamamiyle geri kalmış bir cemiyet içinde sosyal tebabet çalışmaları beklenildiği derecede müsbet bir netice veremez. Hattâ çok kere halk tarafından menfi bir mukavemetle de karşılanabilir. Halkın, bilhassa, gelenek ve göreneklerinin tesiri altında cehalet bataklığına saplanıp kalmış olması her türlü sosyal hijyen kalkınmasına engel olur. Tamamen bu vaziyette bulunan bizim köy halkımızın aydınlatılması ise pek o kadar kolay olmayan bir iştir. 

Bugün en büyük şehirlerimizde dahi bu dava henüz halledilmemiştir. Şurada, burada verilen beş on konferans, radyoda bir iki vaız, istasyon, kahve ve mekteplerde asılan bir kaç afişle bu büyük sosyal davanın halline doğru gidilemez. Bu suretle ancak kendi kendimizi aldatmış oluruz. 

Bugün memleketimizin pek çok yerlerinde hâlâ sıtmayı okuyup bağlarlar, dalağı keser, vereme tütsü yakıp kabakulağı yazarlar ve yılancığa taş bağlayıp felçliyi binlik tesbihten geçirtirler. Halk bütün bu hastalıkların sebebini bir takım mevhum (gerçekte var olmayan)  kuvvetlerde arar ve türlü gülünç usullerle derdine çare bulmaya çabalar. Anadolumuzun hâlâ yılancık ve kırık çıkıkçı ocaklarının cehalet baskısı altında inleyen yerleri vardır. 

Halkın uyandırılması için verilen konferanslar her ne kadar faydalı ise de, halk, anlayamayacağı bir lisanla anlatılan mücerret (soyut) sözlerden ibaret konferanslardan ziyade gözlerinin önünde cereyan eden hadiselere inanır. Bu nokta göz önüne alınarak  şimdi dünyanın bir çok yerlerinde olduğu gibi kültür ve propaganda filmlerinden faydalanmak ve sosyal tebabet organizasyonu içine filmciliği de esas olarak almak düşünülmüş ve tatbik edilmiştir. 

Hâlen Amerika’da, İngiltere ve Sovyetler Birliği’nde kültür filmleri bu gün artık sosyal tebabetin yardımcı bir şubesi haline girmiş bulunmaktadır. Bu maksatla bir çok hekimler, hijyen mütehassısları, belediyeciler, film operatör ve teknisyenleri, kimyagerler, biyoloji mütehassısları ve sağlık mühendisleri sıkı bir işbirliği yapmakta ve halka zahmetsizce, hattâ zevkle öğretilebilecek kültür film kütüphaneleri meydana getirmektedirler. 

Böyle bir işbirliği ile hazırlanan kültür filmleri halk tarafından büyük bir alâka ile karşılanmakta ve gözlerinin önünde cereyan eden hâdiseler verilecek bin bir öğüt ve mücerret konferanslardan daha ziyade faydalı olmaktadır. Bu filmlerde meselâ halk salgınların sebeplerini, geçiş şekilleri, klinik tabloları, tedavi tarzları, alınacak korunma  tedbirleri  ve  tatbikleri,  tedavi  görmeyen  vakaların  neticeleri, demonstratif bir şekilde temsil edilmektedir. Bu son harp yıllarında bu gibi filmler Amerikan ordusunda öğretim programına konmuş ve çok istifade edilmiştir. 

Hülâsa (özetle):  Halk,  sağlığının gereği  üzere  garanti  altına  alınabilmesi  için her şeyden önce şu iki önemli meselenin halli lâzımdır:

1- Tebabetin devletleştirilip bir ticaret vasıtası olmaktan ve dolayısiyle insan sağlığının da istismardan kurtarılması,

2- Halkın hayat standardının yükseltilmesi ve bunun için de evvel emirde (ilk iş olarak) cehaletin ortadan kaldırılması. 

Sabire Dosdoğru

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder