Fas’ta 859
yılında örgütlenen Al Quaraouiyine Üniversitesi’nin tarihteki ilk üniversite
olduğu kabul edilir. 11. yüzyılın sonlarında örgütlenen Bologna, Paris ve
Oxford Üniversiteleri de, Avrupa’nın en eski üniversiteleridir. Ancak bu
kurumları, adlarının önündeki “üniversite” sözcüğüne takılarak birer “bilim”
kurumu olarak görmek doğru değildir. Ortaçağ üniversiteleri din adamları ile kralların
denetimindedir ve bilimin değil inancın egemen olduğu bu okullar “tarikatlar”
arasında paylaşılmıştır.
Üniversitelerin
dinin boyunduruğundan kurtarılıp, bilim yuvaları haline getirilmesi oldukça
yenidir. 18. yüzyıla doğru üniversiteler dışında, bilimsel derneklerde
örgütlenen bilim insanları, ortaçağ üniversitelerine karşı büyük bir mücadele
yürütmüşlerdir. Bu derneklerin ilklerinden olan Lincei Akademisi’nin
üyelerinden Galileo’nun mücadelesi, bilim tarihinde önemli bir yere sahiptir.
Üniversiteler
Fransız Devrimi’nden sonra kralların ve dinsel kurumların denetiminden
çıkartılarak “özerk” yapılar haline geldiğinde “bilim kurumu” kimliği
kazanmıştır. Yirminci yüzyılda dünyanın birçok coğrafyasında ve Türkiye’de,
ülkelerdeki sınıf mücadelesinin düzeyine paralel olarak şu veya bu ölçüde
idari, mali ve akademik özerkliğe sahip üniversiteler örgütlenmiştir.
Yirminci
yüzyılın son çeyreğine kadar “bilim yuvası” kimliklerini koruyan üniversiteler,
Reagan – Thatcher ekürisi liderliğinde başlatılan neoliberal saldırı
karşısında, önce Türkiye gibi çevre ülkelerde ve yirmi-birinci yüzyılda giderek
merkez ülkelerde göreli özerk yapılarını yitirmeye, sermayenin
egemenliğine girmeye başlamışlardır.
Türkiye’de hiçbir
zaman mali özerklik kazanamayan üniversiteler, 1980 darbesiyle oluşturulan Yüksek
Öğretim Kurumu ile idari ve AKP iktidarı döneminde akademik özerkliklerini de
yitirerek “bilim kurumu” olmaktan çıkmış, birer “devlet dairesi” halini
almışlardır. Bu süreçte bilim insanları da “devlet memuru” haline
getirilmişlerdir.
Günümüzde adrese
teslim kadro ilanlarıyla üniversitelerin verdiği derecelerin “bilimselliği”
tartışmalı hale gelirken, ekranlarda hemen her konuda birinin ak dediğine,
diğeri kara diyen profesörleri gören yurttaşlarda da, bilim insanlarına ve
giderek “bilime” karşı güvensizlik gelişmeye başlamıştır. Toplum içinde
Karataycılar, Dizdarcılar gibi “taraftar gruplarının” oluşması utanç vericidir.
Her gün daha çok insanın sağlık sorunlarına çareyi bilim yerine, üfürükçülerde
araması, birçok tıp fakültesi mezununun hekimliği bırakarak “şifacılığa”
soyunması tesadüf değildir.
Geleneksel
olarak “kürsülerinde” görmeye alıştığı ağırbaşlı üniversite profesörlerini,
ekranlarda kendisine mal, ideoloji veya hizmet pazarlama çabası içinde gören
insanların sadece bilim insanlarına değil, bilime de saygısının kalmamasını
yadırgamamak gerekir. Ekranda topluma başka, derste öğrencisine ve
asistanlarına başka “bilgiler” veren profesörler, yalnız kendi saygınlıklarını
değil, üniversitenin ve bilimin de saygınlığını ayaklar altına almaktadır.
Artık köy kahvelerinde insanlar bol keseden atanlara “bize profesörlük yapma”
demeye başlamıştır.
Son olarak, Covid
19 pandemisi sürecinde türeyen medya profesörleri, birbirleriyle çelişen
açıklamalarıyla kendilerini ve sevdiklerini hastalıktan korumaya çalışan
çaresiz insanların kafalarını karıştırırken, iktidarın şimşeklerini üstlerine
çekmekten korkan tıp fakültelerinin de ağızlarını açmadıkları bir süreçten
geçiyoruz. Bu süreçte Kayıhan Pala gibi bilim insanı sorumluluğuyla toplumu
bilgilendirme cesareti gösterebilen akademisyenler soruşturmalara maruz kalıyorlar.
Bugün hâlâ bilim
alanında kariyer yapmak isteyenlerin üniversitelere girmeye çalışmaları, genç
bilim insanlarının geleceklerini toplumun gözünde değersizleşmeye başlayan
üniversitelerde arıyor olmaları kimseyi aldatmasın. Bunlar da toplumun içinde
bulunduğu “çaresizliğin” ürünleridir. Ancak bir yandan da, aynı ortaçağın
sonlarında olduğu gibi, bilimin “biat eden” üniversiteler dışında örgütlenmeye
ve bilim insanlarının üniversiteler dışında akademilerde toplanmaya başladığı
gözleniyor.
Elbette yeniden Galileo
gibi her şeye rağmen dünyanın döndüğünü söyleme cesareti gösterecek bilim
insanlarının sayılarının artacağı ve üniversitelerin yeniden bilim yuvaları
haline getirileceği günler gelecek. Tarih bütün karanlıkların eninde sonunda
aydınlığa çıktığının kanıtlarıyla dolu. Bilimin üzerindeki sis perdesi ne kadar
kalın olursa olsun, bir gün mutlaka kalkacak. Geriye sadece biat eden
üniversitelerin, sözde bilim kurullarının utancı kalacak.
Akif Akalın
Çok güzel özetlemişsiniz hocam.
YanıtlaSilNet, açık, sade gerçek.
Çok teşekkürler
Teşekkür ederim.
YanıtlaSil