Translate

23 Ocak 2021 Cumartesi

Çalışma yaşamında 19. yüzyıla döndük

 

Geçen yılın ilk aylarında kaleme aldığımız yazılarda, pandeminin faturasının emekçilere çıkacağından endişe ettiğimizi belirtmiştik. Maalesef endişelerimizin gerçekleştiği Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (UÇÖ) pandeminin çalışma yaşamı üzerine etkilerini değerlendirdiği son raporunda açıkça ifade edildi.

 

Rapora göre dünyada emekçilerin yüzde 94’ü “kapanma” süreçlerinden etkilendi ve milyonlarca emekçi işlerini yitirdi. Emekçiler 2020 yılının ilk üç ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 10,7 gelir kaybı yaşadılar. Emekçiler arasında en çok kol gücüyle çalışan emekçiler ve kadın emekçiler etkilendi.

 

Pandeminin çalışma yaşamı üzerindeki en önemli etkilerinden biri de, işverenlerin fırsattan istifade ederek emekçiler için çalışma koşullarını ağırlaştırması oldu. Gerçi dünyanın hemen her yerinde emekçiler 1990’lardan beri büyük hak kayıpları yaşıyorlardı, fakat pandemi bunların üzerine sözcüğün tam anlamıyla “tüy dikti”.

 

HAK KAYIPLARI

 

2020 yılında emekçiler için güvencesiz çalışma, düşük ücret ve sosyal haklardan yoksunluk “kural” haline gelmeye başladı. Geçmişte daha çok geri bıraktırılmış ülkelere özgü olduğu düşünülen bu koşullara, artık metropollerde de rastlamak şaşırtmıyor.

 

UÇÖ geçtiğimiz Ekim’de yayınladığı başka bir raporda, dünya nüfusunun yalnızca yüzde 45’inin “bir şekilde” sosyal güvenceye sahip olduğunu, yüzde 55’inin, diğer bir ifadeyle 4 milyar insanın hiçbir sosyal güvencesi bulunmadığını açıkladı. Dahası “kağıt üzerinde” sosyal güvenceye sahip görünen insanların bir kısmı, pratikte bu haklarını kullanamıyorlar.

 

Bugün dünyada çocuk yardımından yalnızca üç çocuktan biri yararlanabiliyor. Doğum yapan kadınların (lohusa) yalnızca yüzde 41’i doğum yardımı, beş işsizden sadece biri işsizlik aylığı alabiliyor. Dört engelliden ancak birine engelli aylığı bağlanıyor.

 

İşçi sınıfının uzun mücadeleler sonucu kazandığı “emeklilik hakkı”, henüz diğer haklar kadar erozyona uğramadı. Dünyada hala üç emekçiden ikisi emekli aylığı alabiliyor, fakat emekli aylıkları son yıllarda yaşam pahalılığı karşısında önemli ölçüde eridi. Dünyanın birçok ülkesinde emekliler geçinebilmek için yeniden çalışma yaşamına girmek zorunda kalıyor.  

 

Yukarıdaki rakamlar bize dünyada çalışma koşullarının emekçiler için hızla 19. yüzyıldaki çalışma koşullarına döndüğünü anlatıyor ve pandemi bu süreci daha da hızlandırdı.

 

21. yüzyılın işçisi, 19. yüzyıl işçisi gibi Maslow piramidinin “tabanına” sıkıştı. Asgari ücret yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın birçok ülkesinde “ortalama ücret” haline geldi. Artık işçilerin çoğu yirminci yüzyıldaki gibi daha iyi bir ev, araba, çocuklarına daha iyi eğitim için değil, aç karınlarını doyurmak, başlarını bir dam altına sokmak ve sağlık hizmetine erişim için mücadele ediyor.

 

Bu durum işçilerin ruh sağlığında da kendisini göstermeye başladı. Umutsuzluk içindeki emekçiler aynı 19. yüzyıl işçileri gibi madde ve alkol bağımlılığı, akıl sağlığı sorunları ve intiharlarla boğuşuyor. Öyle ki son yıllarda literatüre yeni bir kavram girdi: “umutsuzluk hastalıkları / ölümleri” (deaths of despair).

 

UMUTSUZLUK HASTALIKLARI / ÖLÜMLERİ

 

ABD’de 21. yüzyılın ilk on yılında orta yaş ve üzeri “beyaz” işçilerde alkol / uyuşturucu madde ve intihar kaynaklı ölümlerin hızla artması araştırmacıların dikkatini çekti. 1995 yılında bu nedenlerden ölümlerin toplamı yılda 65 bin iken, 2018’de 158, 2019’da 164 bine çıktı. Araştırmacılar umutsuzluk ölümlerinin pandemi sürecinde yüzde 10 – 60 düzeyinde arttığını belirtiyor.

 

ABD’de intihar hızı 1990’da yüz binde 10,5 iken, 2018’de yüzde 35 artarak 14,2’ye yükseldi. 2017 yılında 47.173 ABD’li intihar ederek yaşamına son verdi ve ABD’de intiharlar en sık görülen ilk 10 ölüm nedeni arasına girdi.

 

Japonya’da da 2018 yılında 13.850 kişi intihar ederek yaşamına son verdi. Araştırmacılar pandemi sürecinde Temmuz – Ekim ayları arasında intihar hızının yüzde 16 arttığını tespit ettiler.

 

14 Ocak 2021’de Vancouver Sun’da yayınlanan bir makale, Kanada’nın British Columbia eyaletinde 2020 yılında 1.550 erkek işçinin yaşamını aşırı uyuşturucu kullanımı nedeniyle yitirdiğini yazdı.   

 

Maalesef elimizde Türkiye’deki “umutsuzluk ölümlerine” ilişkin veri yok. Ancak bu konuda Türkiye’de durumun dünyanın geri kalanından çok farklı olabileceğini düşünmüyoruz. 2000’li yılların başında yılda ortalama 2 bin kişi yaşamına intihar ederek son verirken, bu rakam 2017 yılında 3.168’e yükselmişti. Pandemi sürecine ilişkin verilere ancak önümüzdeki yıl ulaşabileceğiz.

 

İŞÇİ SINIFI KÜLLERİNDEN YENİDEN DOĞABİLİR Mİ?

 

Şüphesiz bu gelişmelerin yaşanmasında bireyci ideolojileri benimseyen dünya emekçilerinin “örgütsüzlüğünün” rolü büyük. 21. yüzyılda, yirminci yüzyılın sermayeyi tir tir titreten sendikaları yok. Örneğin Türkiye’de 1970’lerde meydanları “DGM’yi ezdik, sıra MESS’de” diye inleten işçileri artık ancak eski Yeşilçam filmlerinde görebiliyoruz.  

 

O günler geri gelebilir mi, yirminci yüzyılda kazanılan haklar yeniden kazanılabilir mi? İşçi sınıfı küllerinden yeniden doğup, sermayeyi yirminci yüzyıldaki gibi tavizler vermeye, emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmeye zorlayabilir mi? Bunlar yanıtlanması oldukça zor sorular.

 

Belki de bu sorulardan önce şu soruya yanıt aramak gerekiyor: Dünyada ve Türkiye’de işçiler ve emekçiler 1970’lerden itibaren neden sendikalara ve emekten yana siyasi partilere sırtlarını döndüler? Neden dünyada 1910 – 1970 arasında yüzde 6’dan 60’lara yükselen sendikalaşma hızı, 1970’lerden sonra hızla gerileyerek yeniden 1910’lardaki düzeylere indi? Neden 20. yüzyılda dünyanın birçok coğrafyasında sol partileri iktidara taşıyan işçiler, şimdi Erdoğanların, Trumpların, Putinlerin peşinden gidiyor?

 

Hekimlikte bir deyiş vardır: “teşhis tedavinin yarısıdır”. Bir hastalığı tedavi edebilmek için önce teşhis etmeniz gerekir. Bu nedenle emekçilerin sola, sendikalara, kooperatiflere neden sırt çevirdiği sorusunun yanıtını bulamazsak, işçilerin küllerinden yeniden doğuşunu görmek için korkarım çok uzun yıllar beklemek zorunda kalacağız.


Akif Akalın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder