Translate

16 Mart 2021 Salı

Pandemi akademisyenlerimizin ne kadar yetersiz olduklarını gösterdi

Pandemi sürecinde herkesi en çok şaşırtan konulardan biri de, ülkemizdeki akademisyenlerin, doçentlerin ve profesörlerin “akademik” bakımdan ne kadar yetersiz olduklarını görmek oldu.


EVLERE ŞENLİK AKADEMİSYENLER

 

Geçtiğimiz aylarda adının önünde “doçent” yazan bir akademisyenin “kapanma salgının başında etkili olabilirdi, şimdi değil 2 hafta, ülkeyi 2 yıl kapatsanız bu salgın bitmez” demesi parmak ısırttı. Herkes bu “doçent” tıp fakültesinin 3. sınıfını nasıl geçebildi, bırakın uzman veya doçent olmayı, tıp fakültesinden nasıl mezun olabildi diye sordu.

 

Medyada adlarının önünde doçent ve profesör unvanı bulunan insanların, virüsün davranışları hakkında verdikleri yalan – yanlış bilgiler karşısında gerçekten şaşkına döndük. Maskenin “aşı” kadar koruyucu olduğunu söyleyen mi ararsınız, “en kötü” aşının virüsten iyi olduğunu söyleyen mi… Acaba bu Bilim Kurulu üyesi “profesör”, Astra Zeneca aşısının askıya alındığını görünce zerre utanmış mıdır? Demek en kötü aşı virüsten iyi değilmiş…

 

Dün gece haberleri izleyenler önce son iki haftada vaka sayılarının katlanmasına ve haritanın “kırmızıya” boyanmasına rağmen, hiçbir ek tedbir alınmayacağını, yalnızca eski tedbirlerin süreceğini duyduklarında “hayrete” düştüler. Fakat daha sonra hemen bütün kanallarda adının önünde “profesör” ünvanı bulunan onlarca akademisyenin bu duruma sessiz kalmaları karşısında “dehşete” düştüler.

 

YÖK verilerine göre bugün ülkemizde 200 bine yakın akademisyen var. Elbette bu 200 bin akademisyen arasında bulundukları yere bilimsel yeterlilikle gelmiş, liyakatli olanlar var. Ancak maalesef liyakatli olanlar, bilimsel yeterliliğe sahip olanlar en azından “görünürlükte” çoğunluğu oluşturmuyorlar. 

 

NİYE ŞAŞIRIYORUZ Kİ?

 

Ancak belki de üniversitelerimizin son 40 yılına baktığımızda, aslında bu duruma şaşırmamıza şaşırmak gerektiğini anlıyoruz. Maalesef hepimiz “balık hafızalı” olduğumuz için, geçtiğimiz 40 yılda üniversitelerin nasıl üniversite olmaktan çıkartıldığını, bu süreçte akademisyenlerin nasıl akademisyen yapıldığını unutuyoruz.

 

Aslında Türkiye’de akademinin çürümesi 12 Eylül 1980 darbesiyle başlamıştı. Önce YÖK ile akademiye çok ağır bir darbe indirilmiş, ardından 1402 sayılı yasa ile üniversitelerimizden en değerli bilim insanları uzaklaştırılmıştı. 1990’larda bu akademisyenlerden bir bölümü geri dönebilmiş olsa da, açılan yara asla tam olarak kapanamadı.

 

PİJAMALI PROFESÖRLER

 

Özal döneminde Türkiye “pijamalı profesörler” deyimiyle tanıştı. Bununla tepeden inme bir kararla bir gecede profesörlüğe yükseltilen akademisyenler tarif ediliyordu. 12 Eylül’ün boşalttığı üniversitelerde akademisyen açığını kapatmak için “tezi olmayan” bir sürü insana akademik unvanlar dağıtıldı.

 

TUS NEGATİF UZMAN HEKİMLER

 

Daha sonra 1990’lı yılların koalisyon hükumetleri döneminde “TUS negatif” uzman hekimler dönemi başladı.

 

Bilindiği gibi hekimler tıpta uzmanlık eğitimi için TUS sınavına girerler. Gerçekten zor bir sınavdır ve yalnızca en iyiler kazanabilir. 1990’lı yıllarda TUS’u kazanamayan hekimler, eski sosyalist ülkelerin dağılmasından istifade ederek, bu ülkelerdeki tıp fakültelerine sahte kayıtlar yaptırdılar ve parayla sanki uzmanlık eğitimi görüyorlarmış gibi belgeler aldılar.

 

Bu yoldan sahte belgeler alan “binlerce” hekim, Türkiye’deki eğitim hastanelerine sözde “yatay geçiş” yaparak, uzmanlık eğitimlerini tamamladılar. “TUS negatif” olarak tanımlanan bu hekimlerin bir kısmı daha sonra üniversitelerde, eğitim hastanelerinde doçent, profesör oldu ve TUS sınavını hakkıyla kazanmış asistanlara “hocalık” yaptılar.

 

ON BİNLERCE PRATİSYEN BİR GECEDE AİLE HEKİMİ OLDU

 

2000’li yıllara damgasını vuran olay da “aile hekimliği” oldu. Bilindiği gibi aile hekimliği dünyanın her yerinde bir “uzmanlık dalıdır”. Hatta Türkiye’de bile aile hekimliği uzmanlığı vardır. Hekimler TUS’a girer, aile hekimliğini kazanır ve yıllarca ihtisas yaparak aile hekimi olurlar.

 

AKP hükumeti ise 2010 yılında pratisyen hekimleri, hiç TUS’a girmeden, aile hekimliği uzmanlık eğitimi yapmadan bir gecede “aile hekimi” yaptı. Aile hekimliği uzmanları buna çok itiraz ettiler, bir gecede aile hekimi olunuyorsa biz neden yıllarca ihtisas yaptık dediler, fakat nafile. AKP’nin bir gecede aile hekimi yaptığı pratisyen hekimler bugün Aile Sağlığı Merkezleri’nde çalışıyor.

 

Yine bilindiği gibi dünyanın her yerinde bir rahatsızlığı olanlar “önce” aile hekimine giderler. Yıllarca ihtisas yapmış, uzman aile hekimleri, kendilerine başvuranların yüzde 90’ını hastaneye gitmelerine gerek kalmadan tedavi eder. Halbuki Türkiye’de bir gecede aile hekimi yapılan hekimler “akademik” olarak yetersiz oldukları için, başvuranların yüzde 90’ını tedavi edemiyor. İnsanlar mecburen hastanelere gitmek zorunda kalıyorlar.

 

AKP 2010 yılında pratisyen hekimleri “şimdilik” aile hekimi yaptıklarını, zaman içinde bunların ihtisas eğitimine alınacağını söylemişti. Aradan 11 yıl geçti ve her şey gibi bu söz de unutuldu gitti.

 

DÜN NE EKTİYSEK, BUGÜN ONU BİÇİYORUZ

 

Bunlar “taa ne zaman olmuş bitmiş” derseniz, çok yanılırsınız. Bitmedi ve bitmeyecek. Çünkü Türkiye’de on yıllardır öğrencileri ve asistanları yukarıda anlattığımız yollardan profesör olanlar eğitti, eğitiyor. Kendileri “akademik” yönden yetersiz olanlar, nasıl akademik bakımdan yeterli öğrenciler, akademisyenler yetiştirebilir?

 

İşte bugün medyada insanlara pandemi hakkında yalan yanlış bilgiler veren akademisyenler, bir zamanların pijamalı profesörlerinin veya TUS negatif hocaların öğrencileridir. Hocaları ne biliyordu da, bugünkülere öğretebildi?

 

Günün birinde AKP iktidardan gidecek. Peki, ya bu akademisyenler? Dün gece Cumhurbaşkanı hiçbir yeni tedbir alınmayacağını söylediğinde, bunun sonuçlarının ne olacağını çok iyi bilmelerine rağmen ağızlarını açmayan “profesörler”? AKP giderken onları da götürecek mi?  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder