Pandemi sürecinde herkesi en çok şaşırtan konulardan biri de, ülkemizdeki akademisyenlerin, doçentlerin ve profesörlerin “akademik” bakımdan ne kadar yetersiz olduklarını görmek oldu.
EVLERE ŞENLİK AKADEMİSYENLER
Geçtiğimiz aylarda adının önünde
“doçent” yazan bir akademisyenin “kapanma salgının başında etkili olabilirdi,
şimdi değil 2 hafta, ülkeyi 2 yıl kapatsanız bu salgın bitmez” demesi parmak
ısırttı. Herkes bu “doçent” tıp fakültesinin 3. sınıfını nasıl geçebildi,
bırakın uzman veya doçent olmayı, tıp fakültesinden nasıl mezun olabildi diye
sordu.
Medyada adlarının önünde doçent ve
profesör unvanı bulunan insanların, virüsün davranışları hakkında verdikleri
yalan – yanlış bilgiler karşısında gerçekten şaşkına döndük. Maskenin “aşı”
kadar koruyucu olduğunu söyleyen mi ararsınız, “en kötü” aşının virüsten iyi
olduğunu söyleyen mi… Acaba bu Bilim Kurulu üyesi “profesör”, Astra Zeneca
aşısının askıya alındığını görünce zerre utanmış mıdır? Demek en kötü aşı
virüsten iyi değilmiş…
Dün gece haberleri izleyenler önce
son iki haftada vaka sayılarının katlanmasına ve haritanın “kırmızıya”
boyanmasına rağmen, hiçbir ek tedbir alınmayacağını, yalnızca eski tedbirlerin
süreceğini duyduklarında “hayrete” düştüler. Fakat daha sonra hemen bütün
kanallarda adının önünde “profesör” ünvanı bulunan onlarca akademisyenin bu
duruma sessiz kalmaları karşısında “dehşete” düştüler.
YÖK verilerine göre bugün ülkemizde
200 bine yakın akademisyen var. Elbette bu 200 bin akademisyen arasında
bulundukları yere bilimsel yeterlilikle gelmiş, liyakatli olanlar var. Ancak
maalesef liyakatli olanlar, bilimsel yeterliliğe sahip olanlar en azından
“görünürlükte” çoğunluğu oluşturmuyorlar.
NİYE ŞAŞIRIYORUZ Kİ?
Ancak belki de üniversitelerimizin
son 40 yılına baktığımızda, aslında bu duruma şaşırmamıza şaşırmak gerektiğini
anlıyoruz. Maalesef hepimiz “balık hafızalı” olduğumuz için, geçtiğimiz 40
yılda üniversitelerin nasıl üniversite olmaktan çıkartıldığını, bu süreçte
akademisyenlerin nasıl akademisyen yapıldığını unutuyoruz.
Aslında Türkiye’de akademinin
çürümesi 12 Eylül 1980 darbesiyle başlamıştı. Önce YÖK ile akademiye çok ağır
bir darbe indirilmiş, ardından 1402 sayılı yasa ile üniversitelerimizden en
değerli bilim insanları uzaklaştırılmıştı. 1990’larda bu akademisyenlerden bir
bölümü geri dönebilmiş olsa da, açılan yara asla tam olarak kapanamadı.
PİJAMALI PROFESÖRLER
Özal döneminde Türkiye “pijamalı
profesörler” deyimiyle tanıştı. Bununla tepeden inme bir kararla bir gecede
profesörlüğe yükseltilen akademisyenler tarif ediliyordu. 12 Eylül’ün
boşalttığı üniversitelerde akademisyen açığını kapatmak için “tezi olmayan” bir
sürü insana akademik unvanlar dağıtıldı.
TUS NEGATİF UZMAN HEKİMLER
Daha sonra 1990’lı yılların koalisyon
hükumetleri döneminde “TUS negatif” uzman hekimler dönemi başladı.
Bilindiği gibi hekimler tıpta
uzmanlık eğitimi için TUS sınavına girerler. Gerçekten zor bir sınavdır ve
yalnızca en iyiler kazanabilir. 1990’lı yıllarda TUS’u kazanamayan hekimler,
eski sosyalist ülkelerin dağılmasından istifade ederek, bu ülkelerdeki tıp
fakültelerine sahte kayıtlar yaptırdılar ve parayla sanki uzmanlık eğitimi görüyorlarmış
gibi belgeler aldılar.
Bu yoldan sahte belgeler alan
“binlerce” hekim, Türkiye’deki eğitim hastanelerine sözde “yatay geçiş”
yaparak, uzmanlık eğitimlerini tamamladılar. “TUS negatif” olarak tanımlanan bu
hekimlerin bir kısmı daha sonra üniversitelerde, eğitim hastanelerinde doçent,
profesör oldu ve TUS sınavını hakkıyla kazanmış asistanlara “hocalık” yaptılar.
ON BİNLERCE PRATİSYEN BİR GECEDE AİLE
HEKİMİ OLDU
2000’li yıllara damgasını vuran olay
da “aile hekimliği” oldu. Bilindiği gibi aile hekimliği dünyanın her yerinde
bir “uzmanlık dalıdır”. Hatta Türkiye’de bile aile hekimliği uzmanlığı vardır.
Hekimler TUS’a girer, aile hekimliğini kazanır ve yıllarca ihtisas yaparak aile
hekimi olurlar.
AKP hükumeti ise 2010 yılında
pratisyen hekimleri, hiç TUS’a girmeden, aile hekimliği uzmanlık eğitimi
yapmadan bir gecede “aile hekimi” yaptı. Aile hekimliği uzmanları buna çok
itiraz ettiler, bir gecede aile hekimi olunuyorsa biz neden yıllarca ihtisas
yaptık dediler, fakat nafile. AKP’nin bir gecede aile hekimi yaptığı pratisyen
hekimler bugün Aile Sağlığı Merkezleri’nde çalışıyor.
Yine bilindiği gibi dünyanın her
yerinde bir rahatsızlığı olanlar “önce” aile hekimine giderler. Yıllarca
ihtisas yapmış, uzman aile hekimleri, kendilerine başvuranların yüzde 90’ını
hastaneye gitmelerine gerek kalmadan tedavi eder. Halbuki Türkiye’de bir gecede
aile hekimi yapılan hekimler “akademik” olarak yetersiz oldukları için,
başvuranların yüzde 90’ını tedavi edemiyor. İnsanlar mecburen hastanelere
gitmek zorunda kalıyorlar.
AKP 2010 yılında pratisyen hekimleri
“şimdilik” aile hekimi yaptıklarını, zaman içinde bunların ihtisas eğitimine
alınacağını söylemişti. Aradan 11 yıl geçti ve her şey gibi bu söz de unutuldu
gitti.
DÜN NE EKTİYSEK, BUGÜN ONU BİÇİYORUZ
Bunlar “taa ne zaman olmuş bitmiş”
derseniz, çok yanılırsınız. Bitmedi ve bitmeyecek. Çünkü Türkiye’de on
yıllardır öğrencileri ve asistanları yukarıda anlattığımız yollardan profesör
olanlar eğitti, eğitiyor. Kendileri “akademik” yönden yetersiz olanlar, nasıl
akademik bakımdan yeterli öğrenciler, akademisyenler yetiştirebilir?
İşte bugün medyada insanlara pandemi
hakkında yalan yanlış bilgiler veren akademisyenler, bir zamanların pijamalı
profesörlerinin veya TUS negatif hocaların öğrencileridir. Hocaları ne
biliyordu da, bugünkülere öğretebildi?
Günün birinde AKP iktidardan gidecek.
Peki, ya bu akademisyenler? Dün gece Cumhurbaşkanı hiçbir yeni tedbir
alınmayacağını söylediğinde, bunun sonuçlarının ne olacağını çok iyi
bilmelerine rağmen ağızlarını açmayan “profesörler”? AKP giderken onları da
götürecek mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder