Bugün 1 Mayıs.
Geçimlerini emek-güçlerini satarak
sağlayanların, işverenlere 8 saatlik işgünü hakkını kabul ettirdikleri günü
kutluyoruz.
Ancak işçi sınıfı “bugün” hala 8 saatlik işgününü mü savunmalı?
Bu soru, dünyanın birçok
coğrafyasında işçilerin ve emekçilerin, geçimlerini emek-güçleriyle
sağlayanların 8 saatlik işgünü haklarının “kağıt üzerinde” kaldığı, günlük
ortalama çalışma süresinin 10 saatin üzerine çıktığı bir dünyada çok afaki
görünebilir.
Fakat emek-güçlerini satarak
geçimlerini sağlayanların 8 saatlik işgünü talep ettikleri günlerde de bu talep
birçoklarına çok afaki görünmüyor muydu?
Bugün, 21. yüzyılın ilk çeyreğinin
sonuna yaklaştığımız bir dönemde, işçiler ve emekçiler için “4 saatlik işgünü” gerçekten
çok “makul” bir taleptir. Hatta günümüzde emek verimliliğinin, yani birim emek
başına elde edilen ürünün, 1800’lü yıllara göre ne kadar arttığı göz önüne
alınırsa, belki 2 saatlik işgünü talebi
dahi çok makul bir taleptir.
Burada şüphesiz insanlar
çalışmasınlar, tembellik etsinler, aylak yaşasınlar demiyoruz. Aksine çalışmak
herkes için, çalışmasını engelleyecek bir tıbbi sorun yoksa hem bir hak, hem de
bir ödevdir. Bizim tartıştığımız konu işgününün “süresidir”.
İşçiler ve emekçiler için Maslow’un
gereksinimler piramidinin “tabanına” sıkışan bir yaşamı asla savunamayız.
Toplum içindeki herkesin, Maslow piramidinin “tepesine” erişme olanağı olmalı.
Maslow’un tanımladığı “kendini gerçekleştirme” düzeyine erişebilmek için
insanların daha fazla “zamana” gereksinimleri var.
Bugün emekten yana güçler, siyasi
partiler, sendikalar ve meslek kuruluşları 1 Mayıs’larda “4 saatlik işgünü”
talebini dile getirmeli ve geçimlerini emek-güçlerini satarak sağlayanları, “4
saatlik işgünü” için mücadeleye örgütlemelidir.
İşçilerin ve emekçilerin işverenlere,
150 yıl önce 8 saatlik işgününü kabul ettirdikleri gibi, gelecekte de 4 saatlik
işgününü kabul ettirecekleri günleri görmek ve “yeni 1 Mayıs’lar” kutlamak
umuduyla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder