Yaşam hakkı en temel insan hakkıdır
ve diğer hakların şemsiyesidir. Çağdaş toplumlar yurttaşlarına tanıdığı yaşam hakkını
Anayasa ile garanti altına alır. Ancak pratikte insanlar yaşam haklarından, emeğin
bilinç ve örgütlülük düzeyi oranında yararlanabilirler. Emeğin bilinçsiz ve
örgütsüz olduğu toplumlarda sermaye yaşam hakkını kolayca gasp edebilir.
Geçtiğimiz Nisan ayında yayınlanan “elektrikli scooter (veya e-scooter) yönetmeliği”, yaşam hakkının sermayenin çıkarları doğrultusunda nasıl hiçe sayıldığının en somut örneklerindendir.
SCOOTERLARIN HALK SAĞLIĞI SORUNU OLMASI
Birkaç yüzyıldır genellikle bir
eğlence aracı olarak kullanılan scooterlar, yirmi birinci yüzyılda kolayca elde
taşınabilecek kadar hafifletilerek ve elektrikle güçlendirilerek, şehir içi “ulaşım
aracı” olarak kullanılmaya başladı.
Elektrikli scooterın trafiğin olmadığı
ara sokaklardan çıkarak, yoğun şehir trafiğine girmesiyle, ülkemizdeki halk
sağlıkçıların çoğunun bu tür konuları kendilerine dert etmemelerine rağmen, scooter
“halk sağlığının” da konusu olmaya başladı.
Aslında elektrikle çalıştığı için trafikte
emisyon üretmemesi ve bedensel hareketlilik sağlamasıyla “halk sağlığı dostu”
görünen bir teknoloji olan e-scooterın, önümüzdeki günlerde önemli bir “halk
sağlığı sorunu” haline gelmeye aday olması, tamamen ülkemizde emeğin bilinçsiz
ve örgütsüz oluşuyla ilişkilidir.
YAŞAM HAKKINI HİÇE SAYAN E-SCOOTER YÖNETMELİĞİ
Sermayenin kâr amacı ile insanların yaşam
hakkı, birbirleriyle taban tabana zıt, uzlaşmaz bir çelişki içindedir. Birinin
gerçekleşmesi, ancak diğerinin baskı altına alınabilmesiyle mümkündür. Bu durum
Nisan ayında yayınlanan e-scooter yönetmeliğinde apaçık ortadadır.
Yönetmelik incelendiğinde, e-scooterın
gündelik yaşamımıza girmesiyle ortaya çıkabilecek sağlık sorunlarının,
yaralanma ve ölümlerin göz ardı edildiği ve yönetmeliğin tamamen e-scooter ticaretinin
düzenlenmesi amacını güttüğü görülebilir.
Herhangi bir sağlık eğitimi almamış biri
dahi, e-scooterların trafiğe çıkmasıyla birlikte e-scooter kazalarının
artacağını ve bu kazalarda insanların yaralanabileceklerini, hatta yaşamlarını
yitirebileceklerini öngörebilir. Oysa yayınlanan yönetmelik olası kazalar
sonucu oluşabilecek yaralanmaları ve ölümleri önlemeye yönelik hiçbir tedbir
getirmemektedir.
Örneğin yönetmelikte e-scooter
kullananlara “kask” takma zorunluluğu getirilmemiştir. Oysa e-scooter
kullananların kask, dizlik ve dirseklik gibi kişisel koruyucu donanımlar
kullanmaları, olası kazalarda meydana gelecek yaralanmaların sonuçlarının
hafifletilmesinde çok önemlidir.
Yönetmelikte kullanıcılara kask zorunluluğu
getirilmemesinin amacı, e-scooter kullanımının “kolaylaştırılmasıdır”. Burada
kask sadece bir örnektir ve yönetmelikte kask gibi başka birçok sağlık –
güvenlik tedbirine yer verilmemesinin nedeni, insanların yaşamlarını tehlikeye
atmak pahasına e-scooter kullanımının yaygınlaşmasının önünü açmaktır.
Bu yılın rakamlarıyla dünyada 800 bin
ve Türkiye’de 35 bin paylaşımlı e-scooter vardır. E-scootera yatırım yapan
sermaye çevreleri, dünyada bu sayının önümüzdeki 10 yıl içinde 6 kat artmasını
planlamaktadır. 2020 itibariyle 30 milyar dolar olan e-scooter pazarı, 2030
yılında 300 milyar doları aşacaktır. Elbette bu artış, “yaşam hakkı” pahasına
gerçekleştirilecektir.
AMAN TEDBİRLER E-SCOOTER KULLANIMINI ZORLAŞTIRMASIN
Yönetmelik e-scooterların yaya
yollarını kullanmamasını, bisiklet yollarını kullanmasını, ancak bisiklet yolu
olmayan yerlerde trafiğe çıkmalarını hükme bağlamıştır. Ancak ülkemizdeki
toplam bisiklet yolu uzunluğunun sadece 49 km olduğu düşünüldüğünde,
e-scooterlerın esas olarak motorlu taşıt trafiği içinde olacakları
söylenebilir.
Yönetmelik e-scooter kullanım yaşını
15’e indirerek gençleri özendirirken, e-scooterların trafikte en çok saatte 25
km hız yapabilecekleri gibi uygulanması asla mümkün olmayan bir kural
getirmektedir. Zaten e-scooterların üzerinde bir hız göstergesi de yoktur.
Gerçi bizce e-scooterlar için saatte
25 km hız çok yüksektir, fakat bunun dahi gerçekten uygulanabilmesi, e-scooter
üreticilerinin ürünlerini saatte en çok 25 km hız yapabilecek şekilde
üretmeleriyle mümkün olabilir. Oysa kanun koyucu “halk sağlığı dostu” değil, “sermaye
dostu” olduğundan, sermayeyi böyle bir yükümlülük altına sokmamayı tercih
etmiştir.
E-scooterların azami hız sınırının 50
km’nin üstünde olduğu yollarda trafiğe çıkmayacak olması, insan sağlığı
bakımından yeterli bir tedbir değildir. Özellikle son yıllarda birçok yerde
azami hız sınırlarının 50 km’den 70 km’ye yükseltildiği dikkate alındığında, bu
kuralın sadece dilendiğinde e-scooter kullanıcılarına “trafik cezası kesmek” için
kullanılacağı açıktır.
E-scootera birden fazla kişinin
binmesinin yasak olması da, muhtemelen herkesin kendi e-scooterına binmesi için
konmuş bir yasak olmasına rağmen, güvenlik açısından olumludur. Yine
e-scooterla yük taşımanın yasaklanması da olumlu bir karardır.
Ancak yönetmelikteki yaşam hakkını
gözettiği söylenebilecek hükümlerin uygulanabileceğini düşünmek de naifliktir.
Çünkü şehirlerimizde ulaşım konusundaki yetkiler valilikler ve belediyeler
arasında paylaştırılmış olduğundan, yönetmelik hükümlerinin denetimi neredeyse
olanaksızdır. Dahası bu yönetmeliği denetlemek için ne valiliklerin yeterince
trafik polisi, ne de belediyelerin yeterli zabıtası vardır.
SERMAYE DOSTU E-SCOOTER YÖNETMELİĞİ
Yaşam hakkını hiçe sayan e-scooter
yönetmeliği, sıra sermayenin gereksinimlerine geldiğinde çok titiz
davranmıştır. “Paylaşımlı” veya ticari elektrikli scooterlar için sınırlama
getiren yönetmelik, büyük şehirlerdeki ilçelerde şirketlere nüfusun 200’de biri
kadar lisans verilmesini hükme bağlamıştır.
Büyükşehir belediyelerinde izin
verilen paylaşımlı scooter sayısı istenirse yüzde 50 artırılabilecektir. Nüfusu
20 binin altındaki belediyelerde ise nüfusun 200'de biri olan maksimum lisans
sayısı da üç katına kadar çıkarılabilecektir.
Her şirkete, il veya ilçedeki kotanın
beşte biri kadar lisans verilebilecek, böylece her ilçede en az beş ayrı şirketin
faaliyet göstermesi mümkün olacaktır.
Lisans başvurusu yapacak şirketler en
az 500 bin TL sermayeye ve 250 elektrikli scootera sahip olacaklardır. Yeki
belgesi için 10 bin TL ödeyeceklerdir. Scooterlarda yüzde 30 yerli üretim
zorunluluğu da vardır.
Eğer müşteri e-scooterı lisans
alınmamış bir belediye sınırına götürürse, şirket aracını 48 saat içinde geri
getirecektir. Şirketlerin bir il veya
ilçede bulundurmaları gereken e-scooter sayısı, izin aldıkları e-scooter
sayısının yüzde 70'inden aşağı düşemeyecek. Kasım-Şubat arası ise yüzde 40'ına
kadar düşmesine izin verilecektir.
Görüldüğü gibi e-scooter kazalarına
karışacak insanların sağlığı, hayatı ve güvenliği konusunda “zerre” titizlik
göstermeyen kanun koyucu, sıra ticarete geldiğinde kılı kırk yarmakta, akla
gelebilecek en küçük ayrıntıları düşünmektedir.
BÜTÜN BUNLARIN EMEĞİN BİLİNÇ VE ÖRGÜTLÜLÜK DÜZEYİ İLE NE İLGİSİ VAR?
Buraya kadar anlatılanlardan, Türkiye’de
kanun koyucunun yönetmelikte, sermayenin e-scooter kullanımının
yaygınlaştırılması talebine halel getirebilecek hiçbir sağlık ve güvenlik
tedbirine yer vermediği açıkça görülebilmektedir. Oysa yine sermayenin egemen
olduğu başka ülkelerde e-scooter yönetmeliklerinde yaşam hakkını da gözeten
hükümler olduğu biliniyor.
Örneğin Almanya’da e-scooterlar
trafikte en çok saatte 20 km hız yapabiliyor ve ön – arka reflektörler, her iki
fren, sesli uyarıcılar bulundurulması zorunlu. Malta ise sadece ehliyeti olan
18 yaş üzerindekilerin, sigorta yaptırmaları şartıyla e-scooter kullanmalarına
izin veriyor. Japonya’da e-scooter kullanabilmek için ehliyet, sigorta ve kask
zorunlu ve hız sınırı saatte 15 km.
Japonya’da yönetmelik “yaşam hakkı”
daha fazla gözetilerek hazırlandığı için Japon
sermayesi çok şikâyetçi. Fakat bu ülkede işçilerin ve emekçilerin
sendikalaşma oranı da Türkiye’nin iki katı. Yani Japonya’da emekçiler, Türkiye’deki
emekçilerden daha örgütlü. Bu nedenle
Japonya’da kanun koyucu e-scooter yönetmeliği hazırlarken emeğin şimşeklerini çekmemek için, yurttaşların yaşam
hakkını da dikkate almak zorunda kalıyor ve bu durum sermayenin işine gelmese
de sineye çekiliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder