Dün Marmara’yı teslim alan ve
Çanakkale boğazını geçip Ege’ye doğru ilerleyen deniz salyası (musilaj) sorunu
için bir “bilim kurulu” oluşturulduğu açıklandı.
Tabii bilim kurulu dendiğinde aklımıza pandemi için kurulan “bilim” kurulu geldiği için hepimiz çok korktuk. Acaba müsilaj da pandemi gibi mi yönetilecek (veya daha doğrusu yönetilmeyecek)?
SÜTTEN AĞZIMIZ YANDI
Gerçekten pandemi sürecinde
yaşadığımız “bilim kurulu” deneyimi ağzımızı yaktı ve şimdi müsilaj için de
bilim kurulu oluşturulduğunu duyunca tüylerimiz diken diken oldu.
Bugün artık şu gerçeği herkes kabul
ediyor: Eğer Türkiye pandeminin başında salgın yönetimini herhangi bir tıp
fakültesinin Halk Sağlığı stajı yapan öğrencilerine bıraksaydı, kesinlikle
pandemiyi çok daha az kayıpla atlatabilirdik.
Emin olun, pandemi bilim kurulunun
salgın sürecinde yaptığı hataları, herhangi bir tıp fakültesinin Halk Sağlığı
stajı yapan öğrenciler kesinlikle yapmazdı.
AYNI TAS AYNI HAMAM
İlk açıklamalara bakıldığında
korkmakta ne kadar haklı olduğumuz apaçık görülebiliyor. Marmara
Belediyeler Birliği (MBB) Başkanı Tahir Büyükakın, “Marmara Denizi'ndeki müsilajı
temizlemek için oluşturulan Bilim ve Teknik Kurulu” derken, daha baştan yanlış
yola girildiğini anlıyoruz.
Değerli okurlarımız, bakınız aynısını
pandemi sürecinde yaşadık. Sorunun “kaynağına” müdahale etmek yerine, “sonuçları”
giderilmeye çalışıldı. Şimdi dakika bir, gol bir; müsilajda da aynı hataya düşülüyor.
Sorun Marmara’daki müsilajı “temizlemek”
değil, sorun Marmara’da müsilaj oluşmasını önleyecek tedbirler almak. Oysa
Büyükakın bilim kurulunu Marmara’daki müsilajı “temizlemek” için
oluşturduklarını ilan ediyor.
Pandemide de aynı hataya düşülmüş,
Halk Sağlığı tedbirleriyle test yaparak enfekte insanları tespit ederek izole
etmek ve temaslıları karantinaya almak, yani sorunu kaynağında çözmek yerine
hastaları iyileştirmeye, yani sonuçları gidermeye çalışılmıştı. Sonuç en az 50
bin, hatta Bakan’ın dünkü açıklamasına göre 100 bin kayıp…
BU KAFAYLA EGEYİ DE YİTİRİRİZ
Musilaj sorunu tartışılmaya başlanalı
daha birkaç hafta oldu. Tartışmaların hiçbiri sorunun kaynağının, yani alg
patlamasının nedenlerinin nasıl ortadan kaldırılabileceğine yönelik değil.
Birkaç dürüst bilim insanı ve meslek örgütü dışında kimse müsilajın neden
kaynaklandığını tartışmıyor.
Nasıl pandemi “fırsata çevrilmeye”
çalışıldıysa, müsilaj da aynı mantıkla ele alınıyor. En revaçta olan öneri
müsilajdan gübre üretilmesi. Turgut Özal’dan beri “oportünizm” (fırsatçılık)
iliklerimize işledi. Müsilajdan temizlik malzemesi üretmeye çalışan mı
ararsınız, krem üretmeye, biyoplastik üretmeye, hatta yakıt üretmeye çalışan mı…
Her gün sermaye düzeninin “profesörlerinden”
biri ekranlara çıkıp, müsilajın nasıl “fırsata” çevrilebileceğini anlatıyor.
Yani koyun can, kasap et derdinde.
NE YAPMALI?
Birincisi ve en önemlisi, Türkiye
artık her gün yeni bir skandalla medyaya düşen üniversitelerin “eski”
üniversiteler ve akademik yeterlilikleri çok şaibeli akademisyenlerin de “eski”
akademisyenler olmadığını kabul etmeli, bunlardan umudu kesmeli.
İkincisi, müsilaj yönetimi “demokratikleştirilmeli”,
yani toplumun sorunun çözümüne katılımı sağlanmalı. Kısa sürede “filim”
kuruluna dönüşen “bilim kurulları” yerine, sendikalar, meslek örgütleri,
hükumet dışı kuruluşların temsilcilerinden oluşan demokratik kurullar
oluşturulmalı.
Üçüncüsü, müsilajla mücadele “şeffaflaştırılmalı”,
yani mücadelede atılan her adımla ilgili toplum bilgilendirilmeli, sonuçlar “bağımsız”
kuruluşlar tarafından değerlendirilmeli.
Asla eğer bunları pandemide
yapılabilseydik, 100 bine yakın canımızın bugün yaşıyor olacağını
unutmamalıyız. Müsilaj sorununa pandemiden aldığımız dersle yaklaşmalıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder