Siyasetçileri kabaca devrimciler ve
iktidarcılar olarak ikiye ayırabilirsiniz. Devrimcilerin amacı “dünyayı
değiştirmek” iken, iktidarcıların amacı “iktidar olmaktır”. Elbette
devrimcilerin de amaçlarını gerçekleştirebilmek için iktidara gereksinimi
vardır, fakat iktidarcılar için iktidar “amaç”, devrimciler için ise yalnızca
bir “araçtır”.
Kuşkusuz siyasetçilerin devrimcilik ve iktidarcılık tutumları zaman içinde değişebilir. Yola devrim için çıkan biri, iktidara geldikten sonra iktidarda kalabilmek için ideallerinden ödünler verebilir veya bu durumun tam tersi de mümkündür. Hatta bazı siyasetçiler yaşamları boyunca devrimcilik ile iktidarcılık arasında defalarca gidip gelebilirler. Ancak bunlar devrimciler ile iktidarcılar arasındaki farkı asla ortadan kaldırmaz.
ANADOLU VE SOVYET DEVRİMLERİNDE DEVRİMCİLER VE İKTİDARCILAR
Devrimcilik ile iktidarcılık
arasındaki farkı, yaşadığımız coğrafyada tarihsel olarak hemen hemen aynı
yıllarda gerçekleşen Anadolu ve Sovyet devrimlerinde çok açık bir biçimde
görebilirsiniz.
Anadolu devriminde bir yanda başından
itibaren köhne bir rejime son verip, “modern” bir Türkiye kurmayı amaçlayan
Mustafa Kemal ve arkadaşları, diğer yanda “düzende” bir değişim değil, yalnızca
düzene bir “çeki – düzen” verilmesini isteyenler vardır. Bunlar Kurtuluş Savaşı
boyunca ve sonrasında hep yan yana durmuşlardır.
Anadolu devriminde devrimciler ile
iktidarcılar arasındaki farklar, iktidar alındıktan sonra Mustafa Kemal ve
arkadaşları ütopyalarını gerçekleştirmek isteyince net olarak görülmeye başlamıştır.
Cumhuriyet’in ilanı ve cumhuriyet
devrimleri, yalnızca eski düzenin kalıntılarına karşı değil, aynı zamanda
iktidarı paylaşan iktidarcılara “rağmen” yapılmıştır. Bu süreçte devrimler, eski
düzen kalıntılarından çok iktidarcılar tarafından baltalanmış ve devrimciler bunların
birçoğunu zamanla tasfiye etmek zorunda kalmışlardır.
Mustafa Kemal’in TBMM’nin 30 Ekim
1922 tarihli toplantısında “fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir” cümlesini,
saltanatın kaldırılması noktasında ayak direyen “iktidarcılar” için kurduğunu
unutmayalım.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında
devrimleri ellerinden geldiğince sulandırmaya ve eski düzeni korumaya çalışan
iktidarcılar, zaman içinde devrimcileri iktidardan uzaklaştırdılar ve
iktidarlarını pekiştirdiler.
MAKARENKO: EĞİTİMDE DEVRİM
Sovyet devrimi sürecinde, Sovyet
Rusya’da eski düzen yanlılarına karşı yürütülen iç savaşın kazanılmasından sonra
devrimciler ve iktidarcılar hemen her konuda karşı karşıya gelmeye
başlamışlardır. Devrimcilerin 1920’li yıllarda eğitim ve sağlık alanlarında
gerçekleştirmeye çalıştıkları devrimlerin öyküsü ibret vericidir.
Sovyet Rusya topraklarında Birinci
Paylaşım Savaşı’nın başladığı 1914 yılından, İç Savaş’ın sona erdiği 1922
yılına kadar geçen süreçte yaklaşık 16 milyon insan yaşamını yitirmiş ve 7 milyona
yakın çocuk ortada kalmış, sokaklara düşmüştür. Devrimciler ve iktidarcılar büyük
şehirlerde karnını doyurabilmek için dilencilik veya çeteler kurup hırsızlık yapan
çocukların topluma nasıl kazandırılacağı konusunda farklı tutumlara sahiptir.
İktidarcılar sorunu ortada kalan
çocukları “eski düzende olduğu gibi” yetiştirme yurtlarına alarak, koruyucu ailelerin
yanına vererek ve “suçlu” olanları da ıslahevlerine koyarak çözmeyi düşünürken,
devrimciler “çocuk komünleri” kurmayı önerirler.
Devrimcilerin pedagog A. S. Makarenko
önderliğinde yürüttüğü bu mücadele, Türkiye’de 1932 yılında gösterilen Hayat
Yolu filmine de konu olmuştur. Devrimcilerin çabaları kısa sürede meyve verir
ve Sovyet Rusya’da “suçlu” çocuklar ıslahevleri yerine komünlerde eğitilerek
topluma kazandırılmaya başlanır.
Türkiye’de eğitim ile üretimin
birleştirildiği bu model Köy Enstitüleri’ne esin kaynağı olurken, ABD Ulusal Mental Hijyen Komitesi’nin tıbbi
yöneticisi psikiyatri uzmanı Dr. F. E. Williams, 1934 yılında yayınladığı “Sovyet
Rusya Nevrozla Savaşıyor” başlıklı kitabında filme ve deneyime övgüyle atıf
yapar.
Ancak “çocuk kömünleri” deneyiminin
ömrü uzun sürmez ve 1930’ların sonuna doğru komünler kapatılarak suçlu
çocukların topluma kazandırılmasında “eski” yöntemlere dönülür. 1920’lerde
devrimciler karşısında sinen iktidarcılar, İkinci Savaş ve sonrasında Makarenko
pedagojisini tamamen rafa kaldırırlar.
Makarenko pedagojisi 1960’ların
başında Küba devriminin eğitim politikalarına esin kaynağı olmuştur. 1960 – 61 döneminde
yürütülen kitlesel okuma – yazma inisiyatifi Makarenko pedagojisine dayanır.
Ancak Küba’da da 1980’lerin sonunda Makarenko pedagojisi terk edilerek, “geleneksel”
yönteme dönülür.
SEMAŞKO: SAĞLIKTA DEVRİM
Sovyet Rusya’nın 1920’li yıllarda
sağlık alanında gerçekleştirdiği devrimin akıbeti de, eğitim devrimininkinden
çok farklı değildir. 1918 yılında yeryüzünün ilk Sağlık Bakanlığı’nı kuran ve
başına geçen N. A. Semaşko, sağlık alanında sözcüğün tam anlamıyla bir devrim
gerçekleştirmiştir.
Semaşko Sovyet Rusya’da tarihte eşi
görülmemiş, “tedaviye değil, önleyiciliğe dayalı” bir sağlık sistemi kurmuş ve 1930
yılında görevine son verilene kadar başarıyla sürdürmüştür.
Semaşko’nun toplumcu tıbba en büyük
katkılarından biri önleyici hizmetler ile tedavi hizmetlerinin bir arada
sunulduğu “dispanserizasyon” modelidir. Dispanserizasyon modelinin ayırt edici
özelliği, insanların sağlık hizmetine gereksinim duyduklarında hekime gitmeleri
yerine, hekimlerin insanları ana rahmine düştükleri andan yaşamlarının sonuna
kadar sürekli ve düzenli gözetim altında tutmalarıdır.
“İşçilerin sağlığı işçilerin elinde
olmalıdır” şiarıyla yola çıkan Semaşko, tıp eğitiminde yaptığı “devrimle” toplumun
gereksinimleri doğrultusunda “erken uzmanlaşma” modelini getirmiş ve tıp
fakültesini bitirenlerin pediatri, halk sağlığı ve genel tıp alanlarından
birinde uzmanlaşarak mezun olmalarını sağlamıştır.
Sovyet Rusya’da 1920’lerde sağlık
alanındaki devrimleri engelleyemeyen iktidarcılar, yine İkinci Savaş ve
sonrasında Semaşko devrimlerini sulandırmış, sağlıkta yeniden eski düzende
olduğu gibi “tedaviye” ağırlık veren, insanların hastalandıklarında hekime
başvurduğu modele geri dönmüşlerdir.
Küba’nın 1970’li yıllarda
benimseyerek halen sürdürmekte olduğu dispanserizasyon modeli, Türkiye’nin 1960’lı
yıllarda denediği sosyalleştirme çalışmalarına da esin kaynağı olmuş ve Etimesgut
ve Çubuk Sağlık Eğitim ve Araştırma Bölgeleri başta olmak üzere uygulanabildiği
yerlerde başarısı kanıtlanmıştır.
DEVRİMLER HEP DÜZENE YENİLECEK Mİ?
Elbette tarihe kendi yaşam
ölçeğimizden baktığımızda böyle bir umutsuzluğa kapılmak mümkün. Fakat belki de
sorun Mustafa Kemal’in neresinden baksanız en azından 600 yıllık bir geleneği,
Makarenko ve Semaşko’nun neredeyse 2 – 3 bin yıllık gelenekleri birkaç on yılda
yıkıp, yerine yeni bir uygarlık kurabileceklerine inanmakta.
Evet, bugünkü Türkiye Mustafa Kemal’in
1930’lardaki “modern” Türkiyesi’nden çok daha gerilere düştü. Fakat bugünün
Türkiye’sinde, yarın Türkiye’yi çok daha ileriye taşıyacak unsurları görebiliyorsak,
bunda Mustafa Kemal’in devrimlerinin büyük payı var.
Evet, belki bugün Makarenko ve
Semaşko’nun hayalleri yarım kaldı. Fakat önümüzde çıkacak ilk fırsatta eğitimi
ve sağlığı nasıl örgütleyeceğimizi şimdi çok daha iyi biliyoruz.
Ve bu deneyimlerden çok önemli bir
şey daha öğrendik. Asıl mesele iktidarı ele geçirmekte değil, elde
tutabilmekteymiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder