Translate

17 Temmuz 2022 Pazar

Devrimciler ve iktidarcılar

 


Siyasetçileri kabaca devrimciler ve iktidarcılar olarak ikiye ayırabilirsiniz. Devrimcilerin amacı “dünyayı değiştirmek” iken, iktidarcıların amacı “iktidar olmaktır”. Elbette devrimcilerin de amaçlarını gerçekleştirebilmek için iktidara gereksinimi vardır, fakat iktidarcılar için iktidar “amaç”, devrimciler için ise yalnızca bir “araçtır”.

 

Kuşkusuz siyasetçilerin devrimcilik ve iktidarcılık tutumları zaman içinde değişebilir. Yola devrim için çıkan biri, iktidara geldikten sonra iktidarda kalabilmek için ideallerinden ödünler verebilir veya bu durumun tam tersi de mümkündür. Hatta bazı siyasetçiler yaşamları boyunca devrimcilik ile iktidarcılık arasında defalarca gidip gelebilirler. Ancak bunlar devrimciler ile iktidarcılar arasındaki farkı asla ortadan kaldırmaz.

 

ANADOLU VE SOVYET DEVRİMLERİNDE DEVRİMCİLER VE İKTİDARCILAR

 

Devrimcilik ile iktidarcılık arasındaki farkı, yaşadığımız coğrafyada tarihsel olarak hemen hemen aynı yıllarda gerçekleşen Anadolu ve Sovyet devrimlerinde çok açık bir biçimde görebilirsiniz.

 

Anadolu devriminde bir yanda başından itibaren köhne bir rejime son verip, “modern” bir Türkiye kurmayı amaçlayan Mustafa Kemal ve arkadaşları, diğer yanda “düzende” bir değişim değil, yalnızca düzene bir “çeki – düzen” verilmesini isteyenler vardır. Bunlar Kurtuluş Savaşı boyunca ve sonrasında hep yan yana durmuşlardır.

 

Anadolu devriminde devrimciler ile iktidarcılar arasındaki farklar, iktidar alındıktan sonra Mustafa Kemal ve arkadaşları ütopyalarını gerçekleştirmek isteyince net olarak görülmeye başlamıştır.

 

Cumhuriyet’in ilanı ve cumhuriyet devrimleri, yalnızca eski düzenin kalıntılarına karşı değil, aynı zamanda iktidarı paylaşan iktidarcılara “rağmen” yapılmıştır. Bu süreçte devrimler, eski düzen kalıntılarından çok iktidarcılar tarafından baltalanmış ve devrimciler bunların birçoğunu zamanla tasfiye etmek zorunda kalmışlardır.   

 

Mustafa Kemal’in TBMM’nin 30 Ekim 1922 tarihli toplantısında “fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir” cümlesini, saltanatın kaldırılması noktasında ayak direyen “iktidarcılar” için kurduğunu unutmayalım.  

 

Cumhuriyet’in ilk yıllarında devrimleri ellerinden geldiğince sulandırmaya ve eski düzeni korumaya çalışan iktidarcılar, zaman içinde devrimcileri iktidardan uzaklaştırdılar ve iktidarlarını pekiştirdiler.

 

MAKARENKO: EĞİTİMDE DEVRİM

 

Sovyet devrimi sürecinde, Sovyet Rusya’da eski düzen yanlılarına karşı yürütülen iç savaşın kazanılmasından sonra devrimciler ve iktidarcılar hemen her konuda karşı karşıya gelmeye başlamışlardır. Devrimcilerin 1920’li yıllarda eğitim ve sağlık alanlarında gerçekleştirmeye çalıştıkları devrimlerin öyküsü ibret vericidir.

 

Sovyet Rusya topraklarında Birinci Paylaşım Savaşı’nın başladığı 1914 yılından, İç Savaş’ın sona erdiği 1922 yılına kadar geçen süreçte yaklaşık 16 milyon insan yaşamını yitirmiş ve 7 milyona yakın çocuk ortada kalmış, sokaklara düşmüştür. Devrimciler ve iktidarcılar büyük şehirlerde karnını doyurabilmek için dilencilik veya çeteler kurup hırsızlık yapan çocukların topluma nasıl kazandırılacağı konusunda farklı tutumlara sahiptir.

 

İktidarcılar sorunu ortada kalan çocukları “eski düzende olduğu gibi” yetiştirme yurtlarına alarak, koruyucu ailelerin yanına vererek ve “suçlu” olanları da ıslahevlerine koyarak çözmeyi düşünürken, devrimciler “çocuk komünleri” kurmayı önerirler.

 

Devrimcilerin pedagog A. S. Makarenko önderliğinde yürüttüğü bu mücadele, Türkiye’de 1932 yılında gösterilen Hayat Yolu filmine de konu olmuştur. Devrimcilerin çabaları kısa sürede meyve verir ve Sovyet Rusya’da “suçlu” çocuklar ıslahevleri yerine komünlerde eğitilerek topluma kazandırılmaya başlanır.

 

Türkiye’de eğitim ile üretimin birleştirildiği bu model Köy Enstitüleri’ne esin kaynağı olurken, ABD  Ulusal Mental Hijyen Komitesi’nin tıbbi yöneticisi psikiyatri uzmanı Dr. F. E. Williams, 1934 yılında yayınladığı “Sovyet Rusya Nevrozla Savaşıyor” başlıklı kitabında filme ve deneyime övgüyle atıf yapar.

 


Ancak “çocuk kömünleri” deneyiminin ömrü uzun sürmez ve 1930’ların sonuna doğru komünler kapatılarak suçlu çocukların topluma kazandırılmasında “eski” yöntemlere dönülür. 1920’lerde devrimciler karşısında sinen iktidarcılar, İkinci Savaş ve sonrasında Makarenko pedagojisini tamamen rafa kaldırırlar.

 

Makarenko pedagojisi 1960’ların başında Küba devriminin eğitim politikalarına esin kaynağı olmuştur. 1960 – 61 döneminde yürütülen kitlesel okuma – yazma inisiyatifi Makarenko pedagojisine dayanır. Ancak Küba’da da 1980’lerin sonunda Makarenko pedagojisi terk edilerek, “geleneksel” yönteme dönülür.

 

SEMAŞKO: SAĞLIKTA DEVRİM

 

Sovyet Rusya’nın 1920’li yıllarda sağlık alanında gerçekleştirdiği devrimin akıbeti de, eğitim devrimininkinden çok farklı değildir. 1918 yılında yeryüzünün ilk Sağlık Bakanlığı’nı kuran ve başına geçen N. A. Semaşko, sağlık alanında sözcüğün tam anlamıyla bir devrim gerçekleştirmiştir.

 

Semaşko Sovyet Rusya’da tarihte eşi görülmemiş, “tedaviye değil, önleyiciliğe dayalı” bir sağlık sistemi kurmuş ve 1930 yılında görevine son verilene kadar başarıyla sürdürmüştür.

 

Semaşko’nun toplumcu tıbba en büyük katkılarından biri önleyici hizmetler ile tedavi hizmetlerinin bir arada sunulduğu “dispanserizasyon” modelidir. Dispanserizasyon modelinin ayırt edici özelliği, insanların sağlık hizmetine gereksinim duyduklarında hekime gitmeleri yerine, hekimlerin insanları ana rahmine düştükleri andan yaşamlarının sonuna kadar sürekli ve düzenli gözetim altında tutmalarıdır.

 

“İşçilerin sağlığı işçilerin elinde olmalıdır” şiarıyla yola çıkan Semaşko, tıp eğitiminde yaptığı “devrimle” toplumun gereksinimleri doğrultusunda “erken uzmanlaşma” modelini getirmiş ve tıp fakültesini bitirenlerin pediatri, halk sağlığı ve genel tıp alanlarından birinde uzmanlaşarak mezun olmalarını sağlamıştır.  

 

Sovyet Rusya’da 1920’lerde sağlık alanındaki devrimleri engelleyemeyen iktidarcılar, yine İkinci Savaş ve sonrasında Semaşko devrimlerini sulandırmış, sağlıkta yeniden eski düzende olduğu gibi “tedaviye” ağırlık veren, insanların hastalandıklarında hekime başvurduğu modele geri dönmüşlerdir.  

 

Küba’nın 1970’li yıllarda benimseyerek halen sürdürmekte olduğu dispanserizasyon modeli, Türkiye’nin 1960’lı yıllarda denediği sosyalleştirme çalışmalarına da esin kaynağı olmuş ve Etimesgut ve Çubuk Sağlık Eğitim ve Araştırma Bölgeleri başta olmak üzere uygulanabildiği yerlerde başarısı kanıtlanmıştır.

 

DEVRİMLER HEP DÜZENE YENİLECEK Mİ?

 

Elbette tarihe kendi yaşam ölçeğimizden baktığımızda böyle bir umutsuzluğa kapılmak mümkün. Fakat belki de sorun Mustafa Kemal’in neresinden baksanız en azından 600 yıllık bir geleneği, Makarenko ve Semaşko’nun neredeyse 2 – 3 bin yıllık gelenekleri birkaç on yılda yıkıp, yerine yeni bir uygarlık kurabileceklerine inanmakta.

 

Evet, bugünkü Türkiye Mustafa Kemal’in 1930’lardaki “modern” Türkiyesi’nden çok daha gerilere düştü. Fakat bugünün Türkiye’sinde, yarın Türkiye’yi çok daha ileriye taşıyacak unsurları görebiliyorsak, bunda Mustafa Kemal’in devrimlerinin büyük payı var.

 

Evet, belki bugün Makarenko ve Semaşko’nun hayalleri yarım kaldı. Fakat önümüzde çıkacak ilk fırsatta eğitimi ve sağlığı nasıl örgütleyeceğimizi şimdi çok daha iyi biliyoruz.

 

Ve bu deneyimlerden çok önemli bir şey daha öğrendik. Asıl mesele iktidarı ele geçirmekte değil, elde tutabilmekteymiş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder