Aslında hepimiz çürüdüğümüzün farkındaydık, fakat Sosyolog Dr. Zeliha Burtek’in bir sokak röportajında kurduğu cümleler, “sosyal çürüme” olgusunu gündemin ilk sıralarına yerleştirdi. Burtek sosyal çürümeyi “etik denen şeyin, yaşam felsefesinin yok olması” olarak tanımlıyordu.
Burtek başka bir röportajında Türkiye’deki sosyal çürümenin iki yönüne dikkat çekiyordu: birincisi çürüme tek tek bütün bireyler tarafından “içselleştirilmiştir”, ikincisi çürüme yaşamın “bütün” alanlarına yayılmıştır diyordu.
KOKUNUN EN ÇOK YÜKSELDİĞİ YER: SİYASET
Gerçekten de çürüme yaşamın bütün alanlarına yayılmış durumda, fakat kokuşmanın en yoğun yaşandığı alan siyaset. Özellikle 31 Mart yerel seçimlerine giden süreçte yaşananlar, sosyal çürümenin başlıca fenomeni haline geldi.
Milliyet gazetesinden Tunca Bengin, “Özellikle muhalefette birçok yerde aslında kendi partilerinden olmayan adaylara oy verilmesi isteniyor. Bunlar arasında partilerin felsefesine, programına ters olanlar bile var. İdeolojiden ziyade her şeye rağmen kazanma odaklı formüller daha ön planda” diyor.
Yurtsever gazetesinden Kurtuluş Kılçer de “Öncelikle söylenmesi gereken ilk şey ilkesizlik olacaktır. İdeolojinin ya da savunulan değerlerin anında satışı, taraf değiştirmeler, pazarlıklar bu ilkesizliğin somut göstergeleri değil mi? Solcu sağcı, sosyal demokrat, liberal, muhafazakâr ya da milliyetçi olmanın aslında hiç de önemli olmadığını somut olarak görmüyor muyuz? Aday yapılmayınca istifayı basıp, hemen başka bir partinin kapısını çalan yerel yöneticilerin yönettiği bir Türkiye’de yaşıyoruz” diye yazmış.
İYİ PARTİ’DEN TİP’E
Son günlerde birçok parti arasında “aday transferleri” gerçekleşti. Bizce bunlar arasında sosyal çürümenin en bariz tanı koydurucu transferi, daha önce İYİ Parti’den milletvekili adayı olan Gökhan Zan’ın, TİP tarafından 31 Mart seçimlerinde Hatay Büyükşehir Belediye’sine başkan adayı gösterilmesidir.
Bir tarafta 1978 yılında Bahçelievler katliamını gerçekleştiren bir geleneğin günümüzdeki devamı olduğunu söyleyen sağcı bir parti, diğer tarafta bu katliamda yedi genç üyesi vahşice katledilen partinin günümüzdeki devamı olduğunu söyleyen solcu bir parti var. Gerçekten akıl alır bir durum değil.
Bu durumu hazmedemeyen bazı TİP’lilerin istifa ettiklerini duymak yüreğimize bir nebze olsun su serptiyse de, bunların devede kulak kaldıklarını, geçmişte faşistler tarafından yoldaşlarını yitirmiş TİP kadrolarının Zan’ın adaylığını sessizce sineye çekmelerini kabullenmek çok zor.
SOSYALİZMDEN MEVLANA’YA UZANAN YOL
Ebu Said-i Ebu’l-Hayr'a ait olduğu iddia edilen, fakat ideolojisi örtüştüğü için Mevlana'ya atfedilen şiir, “Gel, gel, ne olursan ol, yine gel, ister kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol, yine gel” dizeleriyle başlar. 31 Mart seçimlerinde TİP de aynı şair gibi bütün ideolojilerden politikacıları kendi partisinden aday olmaya çağırıyor. Kendi partilerinden aday gösterilmeyen politikacılar da, bu çağrı üzerine TİP’e koşuyor. Bakın bunlardan birkaç örnek:
Önce CHP'den Çiğli Belediye Başkan aday adaylığı başvurusu yapan Orhan Akıncı, CHP’de aradığını bulamayınca TİP’e geçiyor. CHP’deyken “Doğru zamanda, doğru yerde ve doğru insanlarla birlikte olduğunu anladığını” söyleyen Akıncı, şimdi de “Ranttan değil, halktan yana yerel yönetimleri birlikte kuracağız” diyor. Vatandaş hangisine inansın?
Haydi Akıncı uzaktan da olsa sosyalistlere “akraba” sayılır, peki TİP’in Deva Partisi'nin Kemalpaşa İlçe Başkanlığı'nı yapan Süleyman Şencan’ı aday göstermesine ne demeli? Şimdi insanın aklına “acaba Şencan aslında kıpkızıl komünistti de, DEVA Partisi içinde ajanlık mı yapıyordu” sorusu gelmez mi?
Haydi Şencan da, AKP’ye muhalif cepheden, “yabancı” sayılmaz diyelim. Ya bugünkü iktidarın ortağı Vatan Partisi’nin eski İzmir İl Başkanı Mustafa Tosunlar’ın TİP'in İzmir Karaburun Belediye Başkan adayı gösterilmesine ne demeli?
Ülkücü geleneğin devamı olan İYİ Parti’den gel, ortanın solu geleneğinin devamı olan CHP’den gel, milli görüş geleneğinin “türevi” olan DEVA’dan gel, tarihi Aydınlık çizgisinin devamı Vatan Partisi’nden gel... Geriye kim kaldı?
ÖYLE KÖTÜ KOKUYOR Kİ
Şimdi eminim bazıları “bunlar tarihimizde her zaman olan şeyler, eskiden de olurdu” diyecek. Yalan değil, siyasi partiler arasında transferler her zaman oldu. Hatta bir parti, muhalefet partisinden devşirdiği vekillere bakanlık vererek hükumet bile kurdu. Fakat bugünkü transferlerin “niteliği” ve “mesafesi” çok farklı.
Kılçer yazısında “Bu durumun altında yatan gerçekliğin adını da net koymak gerek: Rant ve talan düzeni... asıl neden, yerel seçimlerin aslında rant ve talan kuyruğuna girmek olduğu gerçeği” diyor. Yani sosyal çürümeden sol partiler de kendilerine düşen payı almış durumda. 31 Mart seçimlerinde bir belediye kapabilmek için anlaşamayacakları, uzlaşamayacakları kimse yok.
Hatırlar mısınız bilmem, eskiden solcular Che Guevara’nın “Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin” diye başlayıp, “hoş geldi safa geldi” diye biten deyişini ezbere söylerdi. Bugün deyişteki “ölüm” sözcüğünün yerini “rant” sözcüğü almış görünüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder