Yılmaz Güney’in “Zavallılar” filmini ilk izlediğimde ortaokulu yeni bitirmiştim. Yaz tatiliydi. Her yerde “çirkin kralın” insanın yüreğini bakışlarıyla deldiği afişleri asılıydı. Mutlaka izlemeliydim, fakat babam izin vermiyordu. Güney’in “katil” olmasından değil, faşistlerin Zavallılar filmini gösteren sinema salonlarını basıp, izleyicilere saldırmasından korktuğundan. Ama ben yine de sinemaya gizlice gitmiş, şansıma başıma bir iş gelmeden filmi izleyebilmiştim.
Zavallılar’ı elli yıl sonra yeniden izlerken bir yandan ilk gençlik günlerimi anımsayarak gülümsedim, diğer yandan geçen elli yılda zavallıların durumunda ne kadar az şeyin değişmiş olduğunu görerek, derin bir suçluluk duygusuna kapıldım. 1970’lerde ilk gençlik yıllarında Zavallılara zavallı diyenler, onları zavallılıktan kurtarmak bir yana, şimdi 10 bin TL emekli aylığıyla kendileri zavallı duruma düşmüşlerdi.
1970’LERİN ZAVALLILARI
Zavallılar, farklı suçlardan hapishaneye düşmüş üç kimsesiz insanın çaresizliğini anlatır. O kadar kimsesiz, o kadar çaresizlerdir ki, tahliyelerine dahi sevinemezler. Çünkü dışarı çıkınca gidebilecekleri bir yerleri yoktur. Toplum onları öylesine dışlamıştır ki, kuramsal olarak insanları özgürlükten yoksun bırakmak için örgütlenen cezaevleri, zavallıların kendilerini en güvende hissettikleri mekanlara dönüşmüştür.
Yılmaz Güney ve filmi Güney’in cezaevine girmesinden sonra devralan Atıf Yılmaz, Zavallılar’da bize 1970’li yıllardaki “sefaleti” gösteriyor. Abuzer (Yılmaz Güney) karşımıza, neredeyse bütün hayali, aç karnını doyurabilmek ve soğuktan, yağmurdan korunabileceği bir sığınak bulabilmek olan, “insani” yönlerinden arındırılarak “hayvanlaştırılmış” bir karakter olarak çıkıyor.
Ne dersiniz, elli yıl sonra toplum içinde Abuzerler arttı mı, azaldı mı?
Elli yıl önce yalnızca “büyük” şehirlerde rastlanabilen Abuzerleri, bugün 2024 yılında, ülkenin en ücra kasabalarında bile görmek mümkün. Abuzerlik hem yaygınlaştı, hem de “olağanlaştı”. 1970’lerde görmezden gelinen Abuzerler, bugün kimsenin dikkatini dahi çekmiyor. Yılmaz Güney’in 1970’lerde sefaleti göstermek için çocukları çöpler içinde yiyecek ararken gösterdiği sahne, 2024’te gündelik yaşamda kimsenin dönüp bakmadığı sıradan bir görüntü haline geldi.
Dahası, 1975 yılında faşistler, insanlar bu filmi izleyip Abuzerleri görmesinler diye sinema salonu sahiplerini tehdit ediyor, salonları basıp, seyircilere saldırıyorlardı. Çünkü Abuzerleri gören herkes, benim gibi, Abuzerleri kurtarmak için bir şeyler yapması gerektiği duygusuna kapılıyor ve mücadeleye giriyordu. Oysa bugün Abuzer görmek, değil mücadeleye teşvik etmek, kimsenin kılını dahi kıpırdatmıyor.
50 YIL ÖNCE, 50 YIL SONRA
“Hacı” hapishane avlusunda arkadaşlarına “şu ayı da çıkarabilseydik ne iyi olurdu ... bütün felaketler bizi bekliyor dışarıda” der. Abuzer de felaketleri isimlendirir: “soğuk, açlık, polis”. Abuzer hiç değilse Nisan’a kadar hapiste kalabilmek için diğer mahkumların baklavasını çalar. Fakat cezaevi müdürü külyutmaz, “Sen çok namussuz bir adamsın Abu, bütün bunları niye yaptığını biliyorum, maksadın bir iki ay daha hapiste kalabilmek. Ama şunu aklına koy ki, devletin sana verecek bedava ekmeği yok” der.
Peki bugün, elli yıl sonra devletin Abuzerlere vereceği bedava ekmek var mı?
Zavallılar’da hapishanenin konuklarından biri de bir “avukattır” (Kamran Usluer). Abuzer’in “sen kaç kere girdin avukat abi?” sorusunu, “Ben bir girdim, pir girdim Abu, bir türlü bırakmıyorlar çıkalım” diye yanıtlar.
Peki bugün, elli yıl sonra cezaevindeki avukatları bırakıyorlar mı? Vekil seçilenleri dahi bırakmıyorlar.
Abuzer avukata öyküsünü anlatır. Babası “iş kazasında” (artık işçi cinayeti diyoruz) yaşamını yitirmiş, annesi aç kalmamak için yaşlı bir adamla evlenmiştir. Üvey baba çocuğu okuldan alarak dilencilik yapmaya zorlayıp, karısını da satmaya başlayınca, annesi kendisiyle birlikte olmak isteyen bir adamı öldürüp hapse düşer.
Peki bugün, elli yıl sonra her yıl işçi cinayetlerinde yaşamlarını yitiren binlerce işçinin geride bıraktıkları nasıl hayatlar yaşıyorlar acaba?
Abuzer avukatın “ilk suçun neydi” sorusunu, “suçumuz yoksulluk abi, sahipsizlik” diye yanıtlar. Peki ya bugün, elli yıl sonra cezaevlerini dolduran “binlerce” çocuğun suçu ne olabilir?
ORTA SINIF UTANMA DUYGUSUNU YİTİRDİ
Zavallılar’da Abuzerin öyküsünü dinleyen avukat, başını öne eğerek “Senden utanıyorum Abu” der. 1970’li yıllarda yalnız avukat değil, hepimiz utanmıştık Abuzer’den. Zaten o yıllarda bizi isyan ettiren ve Abuzerleri çaresiz bırakan düzeni değiştirmek için mücadeleye girmeye zorlayan bu “utanma duygusuydu”. “Bana ne” diyemiyor, kendimizi Abuzerlere karşı sorumlu hissediyorduk.
Günümüzde orta sınıf bu duyguları çoktan yitirmiş görünüyor. Bireyci ideoloji öylesine iliklerimize işledi ki, artık Abuzerlerin durumundan Abuzerleri sorumlu tutuyoruz. Abuzer olmayı Abuzerlerin kendi “tercihi” olarak görüyor, mağduru suçlamanın felsefesini yapıyoruz.
Zavallılar’ın sonuna doğru bir karakol sahnesi var. Komiser, yediği yemeğin parasını vermeden kaçan Abuzer’e “neden kaçtın?” diye soruyor, Abuzer’in “üç gündür açtık” yanıtı üzerine utanıyor ve şikayetçi lokantacıyı azarlıyor, Abuzer’i salıveriyor. İstatistik bilimi günümüzde bir Abuzer’in, böyle bir komisere denk gelme olasılığını hesaplayamaz, iflas ederdi...
ABUZER KAÇMAYA DEVAM EDİYOR
Filmin son sahnesinde Abuzer’i “kaçarken” görürüz, kare Abuzer kaçarken donar. Yaşamı boyunca başına gelenler Abuzer’i yıldırmıştır. Kendisine yaklaşan arabayı görünce, başına daha da kötü şeyler gelebileceği endişesiyle kaçmaya başlar.
O gün, bugün kaçıyor Abuzer. Her şeyden, herkesten kaçıyor. Dün hiç değilse onun derdini dinleyen bir avukat, ona acıyan bir komiser vardı, bugün onlar da yok.
Abuzer kaçmaya devam ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder