Bugün Türkiye’de ayda 10 bin TL maaşa ya da “açlığa” mahkum emekliler, emekçiler içinde “en alttakileri” oluşturuyor. Aslında emekçiler arasında en alttakileri asgari ücretlilerin oluşturacağı düşünülür, fakat Türkiye’de emekli maaşları asgari ücretin çok altına düştü.
Peki bu nasıl oldu? Geçmişte ikramiyeleri ile başlarını sokabilecekleri mütevazı bir ev dahi alabilen ve aldıkları maaşla kimseye muhtaç olmadan geçinebilen emekliler nasıl bu hale düştü? Emekliler bugün, 1990 – 2010 döneminde çalışırlarken ektiklerini biçiyor olabilirler mi?
EMEKLİ İÇİN SON 1980’DE BAŞLAMIŞTI
Türkiye’de işçiler ve emekçiler 1960’lı yıllarda sınıf mücadelesinin ivme kazanmasıyla birlikte sosyal güvence alanında çok büyük kazanımlar elde etmişlerdi. Bu süreç, 1970’li yılların sonlarında ideolojik bunalımı derinleşen solun emek hareketinden uzaklaşması ve 1980 yılında Türkiye sermayesinin neoliberal politikaları benimseyerek 24 Ocak kararlarını almasıyla, etkileri günümüze kadar süren ağır bir darbe aldı.
1980’lerde karma ekonomiden piyasa ekonomisine geçilerek, kamusal hizmetler özelleştirilmeye ve piyasalaştırılmaya başlandı ve sosyal güvence, emeklilik, eğitim ve sağlık gibi alanlara devlet desteği azaltıldı. 1983 yılında kurulan Özal hükumeti neoliberal politikaları hızla yaşama geçirmek istediyse de, işçi sınıfı 12 Eylül’de büyük kayıplar vermiş olmasına rağmen, Özal’ın özellikle sosyal güvenlik ve sağlık alanlarındaki piyasalaştırma çabalarını akamete uğrattı.
Neoliberal politikaların şampiyonu Anavatan Partisi (ANAP) 1986 yılında emeklilik yaşını erkeklerde 60 ve kadınlarda 55 yaşa yükseltince, işçilerden ve emekçilerden büyük tepkiler yükseldi. 1990 yılında “Çankaya’nın şişmanı, işçi düşmanı” sloganıyla Ankara’ya yürüyen işçiler emeklilik haklarına sahip çıktılar.
İzleyen seçimlerde ANAP yenildi ve yerine emeklilikte yaş düzenlemesini kaldırma sözü veren Doğru Yol Partisi (DYP) ve Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) iktidara geldiler. Bu arada Özal Cumhurbaşkanı olmuştu. DYP – SHP koalisyon hükumeti, Özal’ın direnmesine rağmen emeklilikte yaş şartını kaldırdı.
Ancak sermayenin işçilere ve emekçilere vermek zorunda kaldığı bu tavizi geri alması uzun sürmedi. 1999 yılında 17 Ağustos depreminin tozu dumanı içinde bir torba yasa ile emeklilik yaşı erkeklerde 60 ve kadınlarda 58 yaşa yükseltildi.
AHLAKSIZ TEKLİF
1990’ların sonlarına gelindiğinde artık sol işçilerden ve emekçilerden iyice koparak “kimlik” siyaseti yapmaya başlamış, sendikalar da eski güçlerini yitirmişlerdi. Sermaye yine de bu kez daha ihtiyatlı davranarak, “böl – yönet” taktiği ile emekçilere, “size dokunmayacağım, benim derdim çocuklarınızla” dedi.
Yasada erkeklerde ve kadınlarda emeklilik yaşının 2075 yılında 68 yaşa çıkması öngörülüyordu. 1999 yılında muhtemelen en genci 18 yaşında olan çalışanların hiçbiri, 2075 yılında hayatta olmayı ummuyordu. Gerçi yasayla emekli aylıkları da yeniden yapılandırılarak, hesaplama yöntemleri değiştirilerek emekli maaşları azaltılıyordu, fakat bu da “o gün” çalışıyor olanları kısa, hatta orta vadede çok etkilemeyecekti.
Yani emeklilik yaşını arttıran yasa, 2000’li yılların başlarında çalışma yaşamının içinde aktif olan işçilerin ve emekçilerin büyük çoğunluğunu ya hiç etkilemiyor, ya da emekliliklerini sadece birkaç yıl geciktiriyordu. Bugünkü emeklilerin büyük çoğunluğunu oluşturan “o yılların” çalışanları, “kendilerine dokunmayan” yasaya karşı, 1986’da Özal’ın emeklilik yaşını aniden yükselterek “kendilerine dokunan” yasasına karşı gösterdikleri tepkiyi göstermediler.
2008 yılında emeklilik yaşı 65’e yükseltildiğinde artık ortada ne 12 Eylül’den arta kalan sol, ne de bilinçli – örgütlü işçiler kalmıştı. O yıllarda çalışanlar, “kendilerine hemen dokunmayan”, sadece çocuklarını hedef alan düzenlemelere ses çıkartmamakla kalmadılar, 2008 sonrası Meclis’ten geçen ve ileride çocuklarının geleceğini karartacak birçok yasayı da umursamadılar. Örneğin çocukların ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmalarına olanak veren düzenleme de bu dönemde yasalaşmıştı.
KARAMANIN KOYUNU
Yasanın çıkmasını izleyen on yıl boyunca her şey sanki eskisi gibi devam ediyor gibiydi. 2000’li yılların başlarında yeni işe girenler de, muhtemelen emekliliklerine çok uzun bir zaman olduğunu düşünüyor, sermayenin kendileri için hazırladığı geleceği çok düşünmek istemiyorlardı.
Bu kuşağın o yıllarda yirmili yaşlarında olduğunu düşünürsek, dünyaya gözlerini 12 Eylül sonrasında açmış olduklarını, Türkiye’nin 1960 – 1980 döneminde biriktirdiği deneyimlerden çok nasiplenemediklerini söyleyebiliriz.
Sermaye bu dönemde genç çalışanlara Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) seçeneğini sundu. BES artık topluma tamamen egemen olan liberal ideolojinin etkisindeki genç işçilere ve emekçilere oldukça cazip görünecekti. Artık kimse emeklilere sağladığı şartlar her geçen yıl daha da kötüleşen kamusal emeklilik sistemine mahkum olmayacak, herkes kendi emekliliği üzerinde daha fazla söz ve karar sahibi olacaktı.
Ancak gençler BES’e sermayenin beklediği ilgiyi göstermeyince, bu kez BES’i teşvik için yüzde 25 devlet katkısı getirildi. Fakat çalışanların emeklilikleri için gönüllü olarak kazançlarından pay ayırmak istemedikleri anlaşılınca, bu kez herkes zorla BES’ne sokulmaya başlandı. Çünkü sermaye artık kamusal emeklilik sistemlerini zaman içinde tasfiye etmek, bu yükten kurtulmak istiyordu.
DÜŞÜŞ
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız süreçlerde “o gün için” kendilerine fazla dokunmayan düzenlemelere ciddi tepki vermeyenlerin çoğu bugün 50’li veya 60’lı yaşlarındalar ve geçmişte kazandıkları haklar sayesinde emekli oldular.
Çoğu emekli ikramiyeleriyle eski emekliler gibi mütevazı da olsa başlarını sokabilecek bir ev alamadıysa da, ikramiyeleri ayaklarını yerden kesebilecek bir araba almaya yetmişti. Emekli maaşları da geçmişe göre oldukça törpülenmiş olmasına rağmen hala asgari ücretin oldukça üzerinde kalmaya devam ediyordu.
Bu süreç geçen yıl Ak Parti (AKP) hükumetinin hiç “beklenmedik” bir şekilde çalışanlara “seyyanen” zam yaparken, yapılan zammı emeklilere yansıtmamasıyla kesintiye uğradı ve 2024 Ocak döneminde bu adaletsizliği telafi edecek adımlar atmamasıyla da “düşüş” aşamasına geçti. Maaşları önce 7 bin 500 ve sonra 10 bin liraya sabitlenen emekliler, kendilerini birden kuyunun dibinde buldular.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez emekli maaşları ile çalışanların maaşları ayrı rejimlere tabi tutulurken, emeklilerin lügatına “kök maaş” gibi geçen yıla kadar duyulmadık yeni tanımlar girmeye başladı. Emeklilerin ilk tepkileri “bir defaya mahsus” 5 bin liralık Cumhuriyet ikramiyesiyle yatıştırılırken, AKP önümüzdeki yerel seçimlere rağmen emekli maaşlarına hiçbir iyileştirme yapmayarak, bu konuda ne kadar “ciddi” olduğunu gösteriyor, adeta Türkiye’de emekliliğin “sonunu” ilan ediyordu.
Artık Türkiye’de hiç kimse yaşlılık günleri için emekli maaşına güvenerek hayaller kurmamalıydı.
PERDE KAPANIRKEN: ACABA BUNLAR İYİ GÜNLERİMİZ Mİ?
Türkiye’de emeklilerin “düşüşü” ikinci yılına girerken, emeklilerin “çocuklarının”, yani bugün aktif çalışma yaşamı içinde olanların, “anne – babalarının” ayda 10 bin TL emekli maaşına ya da “açlığa” mahkum edilmelerine çok itiraz etmedikleri gözleniyor.
Kim bilir, belki de ileride asla emekli olamayacaklarını hisseden günümüz çalışanları, 60’lı yaşlarındaki emekli “anne – babalarını” içten içe kıskanıyor, kendilerinin 70’li yaşlarında bile yaşayabilmek için çalışmak zorunda kalacaklarını düşünüyorlardır.
Oysa yaşlıları, 70, 80, 90 yaşındakileri önümüzdeki yıllarda bugünleri mumla aratacak çok daha karanlık bir gelecek bekliyor.
Türkiye’de 65 yaşının üstündekiler, nüfusun yüzde 10’una dayandı ve önümüzdeki 50 yıl içinde nüfusun yüzde 25’ini aşmaları bekleniyor. Sermaye de zaten bunun için emekliliği ortadan kaldırmak istiyor. Yoksa 50 yıl sonra nüfusun dörtte birini oluşturacak emeklileri beslemek zorunda kalacağını görüyor.
Evet, maalesef bu ülkenin işçileri ve emekçileri 2000’lerin başında, sadece 25 yıl sonrasını (bugünleri) öngöremediler, fakat sermayesi 50 yıl sonrasını bütün berraklığıyla görebiliyor.
Kuşkusuz bunların hiçbiri “kader” değil. İşçiler ve emekçiler elbette bu gidişe yirminci yüzyılda yaptıkları gibi “dur” diyebilir, sermayenin saldırılarını geriletebilirler. Tabii bunun için bilinçlenmeleri ve örgütlenmeleri, yirminci yüzyılın deneyimlerinden dersler çıkartarak yeniden kendi kaderlerini ellerine almaları gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder