Translate

4 Mart 2024 Pazartesi

Kadınlar günü mü, “emekçi” kadınlar günü mü?

 


Liberal sol 8 Mart yaklaşırken “kadınlar günü” etkinlikleri için duyurular yapmaya başladı. 1990’lardan beri Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü’nü “sınıfsal” içeriğinden arındırarak, 8 Mart’a “toplumsal cinsiyet” misyonu yüklemeye çalışan liberal sol, sonunda bizim gibi birkaç dinozor dışında herkesi 8 Mart’ın “emekçi kadınlar” günü değil, “kadınlar” günü olduğuna ikna etmiş görünüyor. Liberal ideolojinin hegemonyası altında ezilen sosyalist sol, bu mevziyi de kaybediyor.


KADINLAR GÜNÜNDEN, EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜNE


8 Mart’ın tarihi yirminci yüzyılın başlarında ABD’de kadınlara “oy hakkı” için yapılan “Kadınlar Günü” çağrısına dayanır. Her ne kadar çağrı “sosyalist” kadınlardan gelse de, oy hakları olmayan “burjuva” feministler de çağrıya sahip çıkarlar. Ancak oy hakkı burjuva feministler için mücadelenin “nihai hedefi” iken, sosyalist feministler bunu daha geniş bir mücadelenin yalnızca “ilk adımı” olarak görmektedir.


1910 yılında Danimarka’da toplanan İkinci Uluslararası Emekçi Kadınlar Konferansı’nda sosyalist kadın hareketinin öncüsü Clara Zetkin bu farkı şöyle ifade eder:


Burjuva kadınlar sosyal yaşama mevcut burjuva toplum düzenini desteklemek ve korumak umuduyla katılmak istiyorlar, oysa proleter kadınlar için oy hakkı, proletaryanın burjuva düzene karşı mücadele kapasitesini arttırmanın bir aracıdır”.


Gerçekten de oy hakkı mücadelesinin asıl sahipleri, sanayi devriminin fabrikalara soktuğu ve acımasız koşullarda çalıştırmaya başladığı kadın emekçilerdir. Emekçi kadınlar 1850’lerden itibaren uzun çalışma saatlerinin kısaltılması, iş yerlerinde sağlık ve güvenlik tedbirleri alınması için sokaklara çıkmaya, hatta grevler örgütlemeye başlamışlardır.


Meselenin kadınlara “oy hakkı” ile sınırlı olmadığının en somut kanıtlarından biri, Rusya’da 8 Mart 1917’de (eski Rus takvimiyle 23 Şubat) emekçi kadınların savaşa, kötü çalışma koşullarına ve gıda kıtlığına son verilmesi için alanları doldurmasıdır. Şubat devriminin başlamasında önemli bir yeri olan bu eylem, emekçi kadınların “kadın” sorununun çözümünü “sosyal” sorunun çözümünde gördüklerinin bir göstergesidir.


Rus kadın emekçilerin bu düşüncelerinde haklı oldukları, yalnızca birkaç ay sonra gerçekleşen Ekim Devrimi ile kanıtlanmıştır. Ekim Devrimi Rusya’da kadınlara, dünyanın diğer coğrafyalarında yaşayan kadınların hayal dahi edemedikleri haklar getirmiştir. Ekim Devrimi kadınlara yalnızca oy hakkı sunmakla kalmamış, kadınları sosyal yaşamda gerçekten eşit yurttaşlar haline getirmiştir.


Ekim Devrimi “kadın” sorununu, kadınları eve hapseden pratikleri sosyalleştirerek, yani evde kadınların üzerine yıkılan çocuk bakımı ve yemek yapmak gibi “kadın” işlerini, “sosyal hizmet” haline getirerek çözmüş ve kadınları özgürleştirmiştir. İşyerlerinde kreş ve anaokullarının açılmasının zorunlu hale getirilmesi ve semt mutfaklarında günde üç öğün yemek çıkartılmaya başlanması Sovyet kadınının özgürleşmesinin “maddi” temelini oluşturmuştur.


Kadının “ev” işlerinden kurtulması, aynı zamanda sosyal yaşama daha aktif katılabilmesinin de önünü açmıştır. Daha önce “erkek” mesleği olarak görülen birçok meslek kadınlara açılmış, hatta bir süre sonra geleneksel olarak “erkek” mesleği olarak kabul edilen hekimlik, Sovyetler Birliği’nde kadınların çoğunlukta olduğu bir meslek haline gelmiştir.


18 Kasım 1920’de kabul edilen “Kadın Sağlığının Korunması Hakkında Kararname” ile SSCB’de kürtaj yasal hale getirilmiş ve kamu hastanelerinde kadının isteğine bağlı olarak ücretsiz yapılmaya başlanmıştır.


1921 yılında Komünist Enternasyonal tarafından düzenlenen Komünist Kadınlar Konferansı’nda 8 Mart’ın “Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü” olarak benimsenmesi, bu süreçlerin ürünüdür.


EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜNDEN KADINLAR GÜNÜNE DÖNÜŞ


Sovyetler Birliği’nde 1920’li yıllarda temelleri atılan toplumcu tıp veya fabrika mutfakları gibi birçok “sosyalist” politikanın, 1930’lu yıllarda başlatılan “hızlı sanayileşme” sürecine feda edildiğini biliyoruz. Kürtaja da bu dönemde kısıtlamalar getirildi. Bu süreci izleyen İkinci Emperyalistler-arası Paylaşım Savaşı ile büyük bir bölümü harabeye dönen ve 20 milyona yakın insanını savaşta yitiren Sovyetler Birliği, savaş sonrasında 1920’li yıllarda başlatılan sosyalist projelere geri dönemedi.


Sosyalist ideolojinin 1970’li yıllarda girdiği bunalım derinleştikçe, sol sınıf mücadelesinden, işçi sınıfı da soldan uzaklaşmaya başladı. Bunu fırsat bilen Birleşmiş Milletler, 1975 yılında “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” içinden “emekçi” sıfatını çıkartarak, 8 Mart’ı dünyanın kadın emekçilerinin elinden aldı ve sermayenin kadınlarına sundu.


İşçi sınıfı hareketinin geri çekilmesi ve sosyalizmin çözülmesi, sol içinde liberal düşüncenin egemen olmaya ve “kimlik siyasetinin” öne çıkmaya başlamasıyla at başı gitti. 2000’li yıllarda, 1975 yılında Birleşmiş Milletler’in 8 Mart’tan çıkarttığı “emekçi” sıfatının, kendilerini solda tanımlayan birçok siyasi ve sendikal yapı tarafından da “gönüllü” olarak çıkartıldığına tanık olduk.


8 MART’I YENİDEN KAZANMAK İÇİN


Kadınların “oy hakkı” mücadelesi artık “tarih” oldu. Bugün dünyanın her yerinde kadınlar oy kullanabiliyor, hatta birçok yerde bakan, başbakan, devlet başkanı olabiliyorlar. Kadınların toplumsal yaşama katılım düzeyinin de oy hakkı mücadelesinin başladığı yıllarla kıyaslanamayacak kadar yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Fakat “kadın” sorunu çözüldü mü?


Yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde kadın – erkek eşitsizliği devam ediyor. Kadınlar kendilerini dünyanın en ileri, en uygar ülkeleri olarak gören yerlerde dahi aynı işi yaptıkları erkeklerden daha az ücret alabiliyor. Kadınlara yönelik şiddet artık gündelik yaşamın bir parçası haline geldi. Bunlar yalnızca medyaya yansıyanlar.


Aslında Clara Zetkin 1910 yılında kadının kurtuluşunu “sosyal” kurtuluşa bağlarken, bu yalnızca bir “düşünceydi”. Fakat yirminci yüzyılın pratiği Zetkin’in düşüncesinin “doğruluğunu” kanıtladı. Dünya üzerinde “sosyal” sorunu çözemeyen hiçbir ülke, “kadın” sorununu çözmeyi başaramadı. Bugün kadınlar, kadın sorununun ancak sosyal sorunun bir parçası olarak görülmesi halinde çözülebileceğini yaşayarak görüyorlar.


Sosyalistler 1920’li yıllarda Sovyetler Birliği’nde kadın sorununu nasıl çözdülerse, 70 yıllık sosyalizm deneyiminden çıkarttıkları derslerle gelecekte kuracakları sosyalist toplumlarda yine çözebilir, dahası bunun “kalıcı” olmasını sağlayabilirler. Bugün 1920’li yılların deneyimleriyle kadınları nasıl özgürleştirebileceğimizi eskisinden çok daha iyi biliyoruz. Artı sosyalist ülkelerde kadınların hangi yanlışlarımız nedeniyle kazanımlarını yitirdiklerini de biliyoruz ve bu yanlışları bir daha tekrarlamayacağız.


O halde 8 Mart’ın adındaki “emekçi” sıfatını korumak için ısrarcı olalım. 8 Mart afişinde, basın bildirisinde 8 Mart’ı Dünya Emekçi Kadınlar Günü değil, “Dünya Kadınlar Günü” olarak tanımlayan sendikalarımızı, kendilerinin hala “solda” olduğunu, emekten ve emekçiden yana olduğunu iddia eden siyasi partilerimizi uyaralım. 8 Mart’ları “iş kadınlarının”, “sermayenin kadınlarının” değil, yeniden “işçi kadınların”, “emekçi kadınların” günü haline getirmek için mücadele edelim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder