Faşist partinin, Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde yüzde 14,6 oy alan Macron’u “ikiye katlayıp”, 81 sandalyeden 30’unu kazanması ve kamuoyu yoklamalarında yüzde 29,5 ile ilk sıraya yükselmesi karşısında telaşa kapılan Macron, ülkeyi Haziran sonunda erken seçime götürmeye karar verdi.
EVDEKİ HESAP ÇARŞIYA UYMADI
Macron’un amacı Fransa’ya ölümü (Le Pen) gösterip, sıtmaya (kendisine) razı etmekti. Kamuoyu yoklamalarına göre Meclis’te faşistler 195 – 245 sandalye alırken, sol partiler 190 – 235 ve Macron da 80 – 100 kadar milletvekili çıkarabiliyordu. Bu tablo karşısında Fransızlar, faşistler iktidara gelmesin diye Macron’un etrafında birleşecekler, sol da mecburen ikinci turda Macron’un partisini desteklemek zorunda kalacaktı.
Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı. Solcular herkesi şaşırtarak birkaç gün içinde hem faşist tırmanışa, hem de Macron’a karşı bir araya gelip bir ittifak kurmayı başardılar. Bunda Le Pen’in AP seçimlerinde yüzde 31,37 oy almanın verdiği cesaretle, “seçimi kazanınca ben Cumhurbaşkanı olacağım, Bardella da Başbakan, bütün sağı birleştirip milli birlik hükumeti kuracağız” demesinin büyük payı olduğu inkar edilemez.
François Ruffin’in çağrısıyla hemen bir araya gelen dört
büyük “sol” parti, Sosyalistler, Yeşiller, Komünistler ve
Boyun Eğmeyen Fransa partisi, 88 yıl aradan sonra yeniden faşizme
karşı “Halk Cephesi” kurduklarını ilan ettiler. İttifakın
ismini de “Yeni Halk Cephesi” koydular.
BİZ BU FİLMİ GÖRMÜŞTÜK
Faşist parti Fransa’da 80 yıl önce (1944) Hitler’in yenilmesi nedeniyle bırakmak zorunda kaldığı iktidara yeniden kavuşma hayalleri kurarken, sol da 88 yıl önce (1936) kazandığı başarıyı yineleyerek Fransa’da yeniden bir Halk Cephesi hükumeti kurabilmeyi umuyor.
Her iki taraf da çok heyecanlı, fakat biz Fransa’da 80 yıl önce yaşanan her iki deneyimin de nasıl felaketlerle sonuçlandığını iyi biliyoruz. İlya Ehrenburg’un “Paris Düşerken” başlıklı romanını okuyanlar, bu hazin öyküyü anımsayacaklardır.
Mareşal Philippe Pétain ve Pierre Laval’in meydanı boş bularak kurdukları faşist Vichy hükumeti, Almanya savaşta yenilince tepetakla olmuş, Laval idam edilirken, Mareşal hayatını zor kurtarabilmişti. Halk Cephesi ise 1936 seçimlerini kazanmasına rağmen, sermaye karşısında bir yıl bile dayanamamış, sosyalistlerin ve sosyal demokratların ihanetiyle yıkılmıştı.
Peki, şimdi ne olacak? Faşistler 1944’de yarım kalan rüyalarını tamamlayacak mı, yoksa “Yeni” Halk Cephesi bu kez faşizmi durdurmayı başarabilecek mi?
FAŞİZM = (YÜKSEK ENFLASYON + İŞSİZLİK) X SOLUN YOLUNU ŞAŞIRMASI
İki yıl kadar önce yayınladığımız “İtalya’da yüz yıl sonra yine, yeniden faşizm” başlıklı yazımızda, Avrupa’da faşizmin yüksek enflasyon ve işsizlikten beslendiğini söylemiştik:
“... yüksek enflasyon ve işsizlik altında ezilen işçiler ve gençler umudu faşist partilerde arıyor ve faşist partilerin saflarını dolduruyorlar. İşsiz gençler için faşist partiler umut olmanın yanında sosyalleşme alanları. Hamasi söylemler, duygu yüklü milliyetçi marşlar ve faşist semboller, kendilerini kaybolmuş hisseden gençlerin ‘kimlik’ gereksinimlerine hitap ediyor”...
Bugün Fransa’da da faşizmin aynı yoldan ilerlediğine tanık oluyoruz. Faşist söylem dünyanın her yerinde aynı temalar üzerine kuruluyor: göçmen karşıtlığı, kutsal aile değerleri, din, kürtaj karşıtlığı, küresel güçler… Fransız faşistlerinin 28 yaşındaki yeni lideri Jordan Bardella’nın biyografisi, faşizmin kitle tabanı konusunda çok aydınlatıcı.
GÖÇMEN
DÜŞMANI GÖÇMEN ÇOCUKLARI
Bardella 1995 yılında Paris’in varoşlarından birinde, 1960’larda ekonomik nedenlerle Fransa’ya göçen emekçi bir İtalyan aileye doğuyor. 2005 yılında Paris varoşlarında patlak veren ayaklanmalardan oldukça etkilenen Bardella, 2012 yılında henüz 17 yaşındayken Marine Le Pen'in faşist partisine katılıyor.
Yaşı
müsait olanlar anımsayacaklar. Türkiye’de 12 Eylül (1980)
öncesinde sol örgütlere üye olan üniversite öğrencileri
arasında okulu bırakarak “profesyonel devrimci” olmak ve bütün
yaşamını “devrime adamak” oldukça yaygındı. Bardella da
2014 yılında, henüz 19 yaşındayken Coğrafya fakültesine devam
ettiği Sorbon Üviversitesi’ni bırakarak “profesyonel faşist”
oluyor.
2015
yılında faşist parti’nin Avrupa Parlamentosu üyesi
Jean-François Jalkh’a asistanlık eden Bardella, aynı yıl
Île-de-France Bölgesel Konseyi’ne seçiliyor. 2016 yılında
“Varoş Milliyetçileri” örgütünü kuran Bardella, 2017
yılında parti sözcülüğüne yükseliyor.
2019
yılında henüz 23 yaşındayken Avrupa Parlamentosu’na vekil
seçiliyor. Aynı yıl faşist partinin 2. Başkan Yardımcısı olan
Bardella, 2021’de 1. Başkan Yardımcısı pozisyonuna terfi ediyor
ve 2022 yılında Marine Le Pen Cumhurbaşkanlığı Kampanyası için
faşist partinin başkanlığından ayrılınca, Le Pen’in yerine
geçiyor.
Bardella
yalnızca Fransa’nın değil, birçok Avrupa ülkesinin “genç”
faşistleri için bir prototip oluşturuyor. Çoğu göçmen –
emekçi ailelerin ikinci veya üçüncü kuşak çocukları olan
Bardella gibiler, solun neredeyse 40 – 50 yıldır mücadelesinde
sınıf ekseninden uzaklaşmasının da etkisiyle faşist
ideolojilere teslim edilmiş durumda.
ORİJİNAL
HALK CEPHESİ DENEYİMİ
Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarına yaklaşılırken Avrupa’da faşizm, aynı bugünlerde olduğu gibi tırmanışa girmişti. 1922 yılında Mussolini’nin İtalya’da iktidara gelmesiyle hızlanan süreç, Hitler’in 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle doruğa ulaşmıştı. Birkaç yıl içinde bütün Avrupa irili ufaklı faşist liderlerle dolmuştu.
Avrupa’yı
ve giderek dünyayı tehdit etmeye başlayan faşizm tehdidi
karşısında Komünist Enternasyonal, 1935 yılında gerçekleşen
Yedinci Kongre’sinde faşizmi “finans kapitalin (mali sermayenin)
en gerici, en şoven, en emperyalist unsurlarının açık terörcü
diktatörlüğü” olarak tanımladı ve üye partilere ülkelerinde
faşizme karşı sosyalistler ve sosyal demokratlarla birlikte “Halk
Cephesi” örgütlemelerini tavsiye etti.
Şimdi
komünistler için acil görev “kapitalizmi yıkmak” değil,
“demokratik hakları” (burjuva demokrasisini) savunmak ve faşizmi
durdurmaktı. Bu formül, “ölümcül” bir tehlike karşısında
geliştirilmiş bir taktik olarak kabul ediliyordu. Bu taktik,
yeryüzündeki tek sosyalist devletin, Sovyetler Birliği’nin her
ne pahasına olursa olsun korunması ve savunulması stratejisiyle de
uyumluydu.
1934 yılında Fransa’nın Nazi Almanyasına karşı Sovyetler Birliği ile imzaladığı anlaşma, Fransa’da Halk Cephesi kurulması için güçlü bir zemin oluşturmuştu. Fransız Komünist Partisi, Komünist Enternasyonal’de alınan karar gereği, Fransız Sosyalist Partisi ve İlerici Radikal Sosyalist Cumhuriyetçi Parti ile bir araya gelerek Halk Cephesi kurdu.
Halk
Cephesi 3 Mayıs 1936’da yapılan seçimlerde 608 sandalyeden
386’sını kazandı ve Fransız Sosyalist Partisi başkanı Léon
Blum çoğunluğu sosyalist ve sosyal demokrat bakanlardan oluşan
(hiç komünist bakan yoktu) bir Halk Cephesi hükumeti kurdu.
Fransız işçi sınıfı ve sendikalar, sosyal reform vaadiyle kurulan Halk Cephesi hükumetini bir genel grevle selamladı ve tam destek verdi. Bütün işçilere 2 hafta (12 iş günü) ücretli izin hakkı tanındı ve sendikal haklar (grev ve toplu sözleşme hakkı) güçlendirildi. Haftalık çalışma saati 40’a indirilirken, işçi ücretleri arttırıldı.
İşçi sınıfı hareketi ve Fransız Komünist Partisi Halk Cephesi iktidarı ile büyük kazanımlar elde edip hızla büyürken, Fransız sermayesi bu yükselişi durdurabilmek için faşizme sarıldı. Burjuvazi olası bir Alman işgalini dahi, Halk Cephesi hükumetine tercih ediyordu.
Fransa’da üretim Fransız sermayesinin güçlü direnişiyle hızla gerilerken, hükumetin emekçilere yaptığı ücret artışları enflasyon karşısında eridi ve Halk Cephesi hükumeti zayıflamaya ve işçilerin desteğini yitirmeye başladı. 1937 yılında sosyal demokratlar, sosyalistleri hükumetten uzaklaştırarak Halk Cephesi’nin kontrolünü ele geçirdi.
Hükumetin
1938 yılında faşist Almanya ile Çekoslovakya’nın işgaline göz
yuman Münih Anlaşması’nı imzalaması üzerine Fransız Komünist
Partisi Halk Cephesi’ne verdiği desteği çekti. Bunun üzerine
hükumet, Fransız Komünist Partisi’ni savaş kışkırtıcılığı
ile suçlayarak ve 800 binden fazla işçinin işine son vererek işçi
düşmanı yüzünü gösterince Halk Cephesi dağıldı.
“YENİ” HALK CEPHESİ ANTİ-KAPİTALİST OLMALI
Bence 1936 Halk Cephesi deneyiminden çıkartılacak en önemli ders, “anti-kapitalist” olmayan bir “anti-faşist” ittifakın, baştan yenilmeye yazgılı olduğudur. Çünkü 1936 deneyiminde de görüldüğü gibi kapitalist demokrasi ile faşizm arasındaki mesafe hiç de uzak değildir ve sermaye, iktidarının tehlikeye düştüğünü hissettiği anda, faşizme sarılmakta asla tereddüt etmeyecektir. Oysa Yeni Halk Cephesi programının “anti-kapitalist” bir içeriğe sahip olmaktan çok uzak olduğu görülüyor.
Yeni
Halk Cephesi’nin vaatleri arasında ilk sırayı, Macron’un geçen
yılki emeklilik yaşını 62’den 64’e yükselten “emeklilik
reformu” yasasını iptal etmek ve emeklilik yaşını 60’a
düşürmek alıyor. Fakat artık insanlar emekli maaşlarıyla
geçinemediklerinden emekli olamıyorlar ki! Emeklilik yaşı değil
60’a, 50’ye düşürülse ne olacak?
Yeni
Halk Cephesi’nin diğer popüler vaadi, asgari ücreti 1.600
Euro’ya çıkartmak, memur ve emekli maaşlarını, işsizlik
ödeneklerini enflasyon kadar arttırmak, temel gıda ve enerji
fiyatlarını dondurmak. Fakat 1936 deneyimi bize enflasyonun ücret
artışlarını birkaç ay içinde silip süpürdüğünü
göstermemiş miydi? Emekçiler artık “nefes almak” değil,
kendilerini yoksulluğa mahkum eden düzenin değişmesini
istiyorlar.
Yeni
Halk Cephesi Fransa’nın 2050 yılına kadar sera gazı
emisyonlarını azaltmayı ve “karbon nötralizasyonu” sözü
veriyor. Bu sözü ABD’de Biden da veriyor. Sermayenin ulusal –
uluslararası bütün kuruluşları “net sıfır” emisyon diyor.
Solun hedefi hiç değilse sermayenin hedefinin bir adım ilerisinde
olmamalı mı?
Yeni
Halk Cephesi’nin Ukrayna’ya askeri yardımı savunurken, Fransız
askerinin Ukrayna’ya gönderilmesine karşı çıkması,
Filistin’de acil ateşkes istemesi, Filistin devletinin tanınmasını
desteklemesi emekçilere inandırıcı gelmiyor, çünkü her gün
ittifak sözcülerinden biri ekranlara çıkıp, üç – beş seçmen
kazanabilmek için bu politikaların tam aksini savunabiliyor.
Görüldüğü
gibi Yeni Halk Cephesi emekçilere ve gençlere “başka bir dünya”
vaat etmiyor. Oysa solun işçilere hem akıllarına, hem de
yüreklerine hitap eden “başka bir dünya” programı sunması
gerekiyor, “bugünkünden daha iyi bir dünya” değil!
1936
yılında Halk Cephesi’nin seçim zaferi üzerine bestelenmiş bir
şarkı:
La Victoire du Front populaire
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder